Fransa Müslümanları için kritik dönemin başı:Samuel Paty cinayeti
Samuel Paty cinayetinin ortaya çıkmasından sadece birkaç saat sonra üç farklı cami saldırıya uğradı. Bir gün sonra iki başörtülü kadın Eyfel Kulesi’nin altında saldırıya uğrayıp bıçaklandı. Kendi elleriyle benzin döküp büyüttükleri sorunu “süpermarketteki helâl ürünler” ciddiyetsizliğiyle ele alan içişleri bakanı elbette bu saldırılara sessiz.
Fransa’da düşünürler, gazeteciler, siyasetçiler, devlet adamları; yani ülkenin idari tarafında olan veya idareye yön veren okumuş elit kesim radikalleşmeyi belli bir sosyal kategoriden bağımsız ele almaktan aciz olabilir mi? Radikalizmi şu ya da bu dinden veya etnik yapıdan ayrı olarak düşünüp kabul edebilecekleri kaynaklardan mahrum durumda olabilirler mi gerçekten? 11 Eylül’den sonra gelişen “terörle küresel mücadele” trendine hızlı bir şekilde angaje olan Fransa, kendi topraklarında yaşayan çok sayıda Müslümandan o tarihlere kadar nasıl bir tehdit algılamıştı ki terör söylemini onlarca yıl sürdürebilmişti?
Tarih öğretmeni Samuel Paty’nin korkunç biçimde katledilmesi sonrasında Fransa’daki baş döndürücü ortamın, Müslümanların nefes almalarını güçleştirecek hükümet tedbirlerinin aslında neyi örttüğünü ve hangi dönemi başlattığını anlamak için başka pek çok soru sorulabilir. Bütün bu sorular bizi mevcut Fransız hükümetinin radikalizmi kendi hedefleri doğrultusunda araç hâline getirdiği gerçeğine ulaştırır. Fakat bu kez çok tehlikeli boyutlarda.
Sarkozy ve ilk hesaplaşmalar
11 Eylül’den sonra ABD’de terörle mücadele çerçevesinde Müslümanların ve Müslüman kimliğinin doğrudan hedef alınması akabinde gözler Avrupa’da Müslüman nüfusun en çok yaşadığı Fransa’ya çevrilmişti. Fransa’da terör bağlantılı birtakım yapılar bulunsa da henüz çok zayıf olduğundan konu gündemde yer bulamıyordu. Hatta terör olayları tanımına dâhil olan eylemler şu şekilde bir mekaniğe sahipti:
Bir meczup veya radikalleşmiş bir genç adam, sinagoglara veya Musevi okullarına saldırı düzenler. Konu medyada kampanya haline dönüştürülür. Yahudi cemaati heyeti, hükümet yetkilileri, valiler ve belediye başkanları ile görüşür. Hukukî ve siyasi yeni imtiyazlar elde edilir, bir dahaki saldırıya kadar konu kapanırdı. Bu döngüyü değiştiren ise, Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçilmesi oldu.
Fransız mütefekkir Emmanuel Todd’un “Fransa’daki ahlâk yitiminin delili” olarak gösterdiği ve kendisi de aslen Yahudi olan Sarkozy, terör söyleminin kullanışlılığını fark etmiş ve vurgulu bir şekilde ifade etmeye başlamıştı. “Fransa İslam’ı” ifadesini ilk kullanan da Sarkozy olmuştu. Fransa nüfusu içinde yüzde 10’a varan Müslümanlar kimlik tartışmalarıyla denetim altına alınmaya çalışırken, diğer yandan da radikalleşmenin önünü açacak politikalara imza atılıyordu.
Charlie Hebdo ve aşırı sağın yükselişi
2008 ekonomik krizi başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde göçmenlerin hedef tahtasına oturtulmasının başlangıcıydı. Kıtadaki göçmenler çoğunlukla Müslüman ülkelerden, Arap Coğrafyası, Kuzey Afrika ve Sahraaltı Afrika’dan geliyordu. Vatandaş olsun veya olmasın, Müslüman göçmenlere yönelik düşmanca tavır yaygınlaştıkça şiddet yanlısı hareketler kendilerine yandaş bulmaya başlıyordu. Fransa’dan yalnızca ISIS/IŞİD saflarında savaşmak için Suriye’ye giden yaklaşık 1000 kişi (rakam çok net değil) bunun göstergesi sayılabilir.
Sarkozy hükümetinin, Müslümanlarla birlikte yaşama kültürünü dinamitlemesi ile âdeta cin şişeden çıkmış, sadece yurtdışında değil Fransa içinde de şiddet eylemleri gözlemlenmeye başlamıştır. Öteden beri Yahudilik ve Hristiyanlığa ait dini değerleri aşağılayan Charlie Hebdo gibi yayın kuruluşları artık İslam’ı karalamaya yönelmişlerdi. İfade özgürlüğü adına mukaddes değerlere hakaret etmeyi bir araç olarak gören bu yayınlar ülkeyi radikal kişi ve gruplar eliyle başka silahlı eylemlere götürmüştür. Charlie Hebdo saldırısı ile artık toplumda kimlik hassasiyetleri ön plana çıkarılmış, yaşanan şiddet olayları kitleleri hareket geçirmek için kullanılmıştı.
Kurucusu Jean Marie Le Pen başkanlığında iken Yahudi cemaati ile uzlaşmaya yanaşmayan, böylelikle medya desteğinden mahrum kaldığı için iktidar ihtimali olmayan aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi, yeni dönemdeki radikalleşme ve İslam tartışmalarının tam ortasında bir iktidar alternatifine dönüştü.
Parti kongresinde babasının ayağını kaydırarak genel başkan olan Marine Le Pen’in, Müslümanlar ve göçmenlere karşı Yahudi cemaati ile anlaşması Ulusal Cephe’nin gelişiminde önemli rol oynadı. Bu partinin yeni misyonu ülkede Müslüman cemaatleri, camileri, sivil toplum kuruluşlarını ulusal kimliğin korunması çerçevesinde baskı altına almaktı.
Ulusal Cephe’nin karşısında iktidar ihtimali olan siyasi partiler, radikal eylemlerin alevlendirdiği İslam karşıtlığı korosuna oy kaygısından dolayı hızla adapte oldular. Ayrıca ulusal kimlik merkezli tartışmalar Afrika’daki askeri operasyonları, ekonomik sorunları, yolsuzlukları ve iç anlaşmazlıkları kolayca perdeliyordu. Zaten Sarkozy de “İslam sorunu”nu Pakistan veya Libya ile rüşvet alışverişi ortaya dökülmesin diye icat etmişti.
18 yaşındaki ‘Radikal İslamcı’nın cinayeti neyi örtüyor?
Son iktidar halkası Emmanuel Macron, ülkenin en çalkantılı dönemlerinden birinde cumhurbaşkanlığı yapıyor. Sarı yeleklilerin, çalışma koşullarına karşı eylemleri artık belli bir rutine dönüştü. Afrika’da uzun soluklu askerî harekâtlar Fransa’nın öngöremediği siyasî değişimlere yol açıyor. Mali’de darbe olmasaydı da Frank CFA artık kullanılmayacaktı ve bu gerçekleştiğinde Fransa ciddi bir ekonomik kayba uğrayacak. Afrika’da mevzi kaybedeceği ortadayken bile Macron yönetimi gözünü önce Libya’ya, ardından da Doğu Akdeniz’e dikti.
Fransız ekonomisinin artık kırılganlaşması, hükümetin rasyonalite dışına çıkmasına neden oluyor. Nijer’den ücretsiz olarak aldığı uranyumu korumak maksadıyla Mali’de başlattığı operasyonlar yıllar sürünce siyasi tepkiler doğurmuş, nihayetinde ise Fransa’ya yönelik olumsuz bakış geçen ay bir askerî darbe doğurmuştu. Şimdi Mali’deki silahlı grupların Libya’ya geçerek Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek verme ihtimali var. Libya’da kaybetmek, Fransa’nın Doğu Akdeniz’i büsbütün kaybetmesine kadar götürebilir.
- Amerika Birleşik Devletleri’nin pek yüz vermediği, Avrupa’daki hedeflerinde umduğunu bulamayan, Afrika’da kan kaybeden Macron Fransa’sı, içeride son derece kullanışlı olan terör söylemine dayanak yapacağı olayı ararken Samuel Paty’nin öldürüldüğü saldırıyı kucağında buldu. Yine ilk dakikadan beri hâdisenin terör saldırısı olduğu dile getirildi. Başı kesilerek öldürülen tarih öğretmeni Paty’nin, derste ifade özgürlüğünden bahsederken Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hedef alan ve hakaret içeren karikatürleri kullandığı söyleniyor. Bunun üzerine Abdullah Anzorov adlı bir genç tarafından takip edilerek ve tasarlanarak öldürülüyor.
Kâtil zanlısı Anzorov, aslında çok bilindik bir profile sahip: Çeçen asıllı ama Fransa’da büyümüş, 18 yaşında ve bu yaşa kadar İslam’la ilgili bir gündemi olmamış. Lisanslı sporcusu olduğu güreş kulübünde onun dine dair bir görüş bildirdiğine veya ibadet ettiğine şahitlik eden kimse yok. Bununla birlikte çirkin karikatürlere cevaben söz konusu öğretmeni öldürmesi, Müslümanlar için yeni bir sıkıntılı sürecin başlangıcı oldu.
Kimler için ifade özgürlüğü?
Conflans’ta gerçekleşen cinayetten sonra Samuel Paty’i anma gösterileri ve kampanya onun öğretmen kimliği merkeze alınarak gerçekleşti: #HepimizÖğretmeniz. ‘Kutsî öğretmenlik görevi’ni yapmaya çalışırken öldürüldüğü söylemi ile peygambere hakaret karikatürleri biraz daha temize çıkarılmaya çalışıldı. Siyasetten yapılan açıklamalar olayı radikal bir gencin münferit eylemi olmanın çok ötesinde algılandığını gösteriyor.
İçişleri Bakanı Darmanin, süpermarketlerde “helâl ve kaşer gıda reyonu görmeye tahammül edemediğini” beyan etti mesela. Darmanin, BarakaCity ve Ummah Charity gibi güçlü İslâmî yardım kuruluşlarının, sivil toplum organizasyonlarının kapanmasını talep ettiğini açıkladı. Ülkede Müslümanların uğradığı ayrımcılıkları raporlaştıran, hukukî mücadele yürüten Fransa İslamofobiyle Mücadele Kolektifi (CCIF) adlı kuruluş yine İçişleri marifetiyle kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Cami dernekleri ve vakıfların faaliyetinin durdurulacağı söylentisi yayılıyor.
- Sadece yaşadıkları ülkeyi değil, geniş yardım ağları sayesinde başka pek çok ülkeyi daha iyi bir yer hâline getiren dayanışma organizasyonlarının 18 yaşındaki bir gencin saldırısıyla ne ilgisi olabilir? CCIF gibi uluslararası çapta prestijli ve etkili, Fransa içinde mâkul bulunan ve Müslümanlara karşı ayrımcılıkla mücadele eden bir kuruluşun bu tarzda akıl dışı bir saldırıyla nasıl bir bağı olabilir? Adı geçen oluşumları tanıyan herkes aslında böyle bir bağın ve ilişkinin hiç olmadığını rahatlıkla söyleyebilir.
Bahis mevzuu dernekler Fransa hükümetine kâfi gelmemiş olacak ki, saldırgan ile Filistin yanlısı “Şeyh Yasin Kolektifi” isimli kuruluş arasında bir irtibat icat edildi ve merkezlerine operasyonlar düzenlendi. Samuel Paty cinayetinden sonra hızlı biçimde gelişen olaylar sadece Fransa’da yaşayan Müslümanları değil, resmi makamlardaki bazı Fransızları bile şaşırtacak boyutlara ulaştı.
Hükümet organı “Observatoire de la laïcité” (Laiklik Politikası Denetleme Kurumu) raportörü Nicolas Cadene’nin “Müslümanların damgalanması ve avlanmasına karşı mücadelenin, laikliğin müdafaasından daha endişe verici bir hal aldığını” söylemesi mevcut durumu anlatan ama Cadene’nin başını derde sokan bir açıklama oldu.
İslamcılık, belirginleşen İslam karşıtlığına gerekçe oluyor
Medyanın yıllardır ilmek ilmek işlediği İslam karşıtlığı, medya-devlet ortaklığında beslenen radikalleşmenin katkısıyla bugün itibariyle hükümetin resmi politikasına girmiş görünüyor. Belki artık terör kavramına karşı bir hassasiyet boyutları değiştiği için, sık sık “barbarlık, barbarlığa karşı mücadele” ifadeleri kullanılır oldu. “Müslümanların da İslamcılıktan mağdur oldukları”, “İslam’ın politik alanı işgal etme hedefinin kabul edilemeyeceği”, “Cumhuriyet’in bu barbarlığa göz yummayacağı” döne döne vurgulanıyor. Fakat asıl barbarlık yasalara uygun şekilde çalışan güzide kuruluşların bir cinayetle ilişkilendirilerek kapatılması, camilere ve Müslümanlara saldırıların artması ile ortaya çıktı.
- • Samuel Paty cinayetinin ortaya çıkmasından sadece birkaç saat sonra üç farklı cami saldırıya uğradı.
- • Bir gün sonra iki başörtülü kadın Eyfel Kulesi’nin altında saldırıya uğrayıp bıçaklandı.
- • Kendi elleriyle benzin döküp büyüttükleri sorunu “süpermarketteki helal ürünler” ciddiyetsizliğiyle ele alan içişleri bakanı elbette bu saldırılara sessiz.
Medyanın radikalleştirme işlevi
Charlie Hebdo yayınladığı iğrenç karikatürlerle provokasyon ve tetikçilik aşamasına geçiş yaptı. Fransız medyasının İslamofobi konusunda düştüğü çukuru görmek için artık CCIF raporlarına bakmaya gerek kalmadı. Kendi ülkesinde sansürün, hedef göstermenin ve ayrımcılığın en ileri düzey versiyonu yaşanmasına rağmen tüm dünyaya özgürlük, gazetecilik ve demokrasi dersleri veren sınır tanımayan gazeteciler (rsf) örgütünün kurucusu Robert Ménard, başörtüsünün şeriattan bir adım öncesi olduğunu ve mutlaka yasaklanması gerektiğini söylüyor.
Bu arada RSF’nin Türkiye’den İsmail Saymaz ve Hasan Cemal’i “gazeteciliğin kahramanları” (kahraman 100’ler) olarak vasıflandırdığını da not edelim.
Hedefler ve muhtemel cevaplar
Fransa’nın İslam siyaseti, Macron yönetimi için Afrika ve Akdeniz’deki askeri başarısızlıkları, ekonomik sorunları ve toplumdaki hareketliliği geri plana itecek bir örtünün ötesine geçiyor artık. Evet, siyasetteki hataları perdeleyecek bir imkân sunuyor güvenlik ve kimlik temelli politikalar, fakat belli ki bu kez seçimlik değil uzun vadeli bir plan yapılmış. Her şeyden önce iktidar olma ihtimali olan ana muhalefette aşırı sağcı Marine Le Pen var. Le Pen’in İslam ve göçmen karşıtlığı argümanını sahiplenmek, iç siyasette Macron’a güç verebilir.
- Yapılan uzun vadeli plan ise, Müslüman nüfusun kentten, siyasetten, ekonomiden, toplum içinde saygınlık kazanabileceği ve hakkını arayabileceği ve sair mecralardan tümüyle çekilmesini içeriyor. Muktedir gruplar Müslüman cemaate sivil toplumda, kamuda ve hatta ticarette hayat hakkı tanımama niyetini açık şekilde belli ediyor. Şu hâlde beklenen şey, belli ki Müslümanların sinerek daha çok periferiye çekilmeleri, siyasette ve sosyal hayatta göze batmamaları, hak talebinde bulunmamaları veya hak talep edecek imkânlara sahip olmamaları.
Buna rıza göstermeyen, toplumdan dışlanmayı kabul edemeyen, toplumsal travmanın içine çekilip radikalleşenler ise Fransa’nın uygulayacağı İslam’ı kamusal alanın dışına hapsetme planına yeniden ve yeniden malzeme üretecekler. Her plan gibi bu da başarısızlığa uğrayabilir. 4 yıl Mali’de rehin tutulan ve nihayet kurtarılan Sophie Pétronin’i havalimanında karşılayan Cumhurbaşkanı Macron, “Ülkene hoş geldin Sophie” dedi ama Petronin’den “benim adım Sophie değil, Meryem” cevabını alınca apar topar orayı terk etti. Buna benzer pek çok sürpriz karşımıza çıkabilir.
Artık bir açmaza doğru sürüklenen bu birliktelik bir dönüm noktasında. Bir yol ayrımına gelindi. Fransa’daki Müslüman toplumun önündeki ilk yol, saldırılar karşısında kendi iç bütünlüğünü sağlayıp partileşerek legal bir siyasi aktöre dönüşmek. Fransa demokrasisi can çekişiyor olsa da böyle bir yolu denemeye değer. Yeter ki Türkler, Araplar ve diğer göçmenler Fransa’da hayatta kalmak gibi net bir politik amaç etrafında birleşmeyi başarabilsinler. Siyasi süreç de tıkanırsa Fransa Müslümanları için geriye tek bir yol kalıyor: Ekonomik birikimiyle birlikte anavatana (Cezayir, Fas, Türkiye vb.) kesin dönüş yapmak.