Fıtratla savaş Allah ile savaştır

Fıtratla savaş Allah ile savaştır.
Fıtratla savaş Allah ile savaştır.

Düşmanlarımıza, Frenklere benzemeye devam ettiğimiz ve kendimize çeki düzen vermediğimiz müddetçe bizi kurtaracak hiçbir şey yok. Aksine daha da batacağız. Sapkınlığa, yalana, açık-saçıklığa, iffetsizliğe, harama, zinaya, faize prim, geçit verdiğimiz ve bulaştığımız müddetçe dünyanın efendileri değil köleleri olacağız. Ekonomimiz daha da berbatlaşacak. İç barış daha çok bozulacak. Daha fazla afetlerle imtihan edileceğiz. Artık kendimize geleceğiz, başka çıkışımız kalmadı!

İnsanlığın şirazesi çok kaydı. Eskiden çok mu düzgündü ki şimdi kaysın diyebilirsiniz... Hakkınız var. Elbette eskiden de çok iyi olduğu söylenemez ama son asırda ve özellikle de son yıllarda insanlık, geçmiş sapkınlıklar ve günahların toplamıyla yarışırcasına bir azgınlık içinde.

Şeytan, Allah-ü Teâlâ’ya “Onlara (insanlara) emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” demişti. Allah-ü Teâlâ ise “Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür” buyuruyor (Nisa 119).

Kabil’den bu yana küfür ehli şeytanın maskarası ola geldi ve bu da normal bir şeydi. Ne yazık ki değerlerinden uzaklaşan zamane Müslümanları da düşmanlarına benzediler. Çünkü düşmana benzemeyi arzu ettiler, bu arzu ve gayretin bir neticesi ile de ehli küfrün halleriyle hallendiler.

Frenkleşmenin zirvesindeyiz

Sokaklarımız, resmî makamlarımız, evlerimiz, ticarethanelerimiz, eğitim müesseselerimiz, şekil ve muhteva, davranışlarımız ve sözlerimiz frenkleşmenin zirvesine erişti.

Herkes başta kızlar olmak üzere gençlerin hallerinden şikâyetçi. Hiç kimse dönüp kendine bakmıyor ve şikâyetçi olduğu şeylerin neden yaşandığını sorgulamıyor.

Evet, çıplaklık Batı ülkelerinden fersah fersah ileride. Yalan dolan, şeytanın bile boyunu aştı. Şeklini beğenmeyip estetik ameliyat olmak sıradanlaştı. Allah ve Resulü yasakladığı halde kaşını yoldurmayan -bizim gibi- üç-beş Müslüman kadın ya kaldı ya kalmadı.

Domuzdan ve hatta ceninden mâmül kozmetikleri evini boyar gibi bedeninin her yerine sürmeyen pek kalmadı. Dar ve kısa kıyafetler, bellerin açılması, bütün bedeni teşhir eden giyim, yüzün gözün pis şeylerle kuşatılması, yiyip içilenlerin necisleşmesi, ahlâkî yozlaşmanın zirve yapması, evlilik dışı birlikteliklerin ayyuka çıkması, mahremiyet diye bir şeyin kalmaması, yalan ve hilenin hakikati boğması, cehaletin ilme galebesi, ayrımcılık ve bananeciliğin kişilik hâlini alması, bütün bunlar size de ürkütücü geliyor mu bilmiyorum ama bu fakir için dayanılmaz bir hâl aldı.

Bu hallere nasıl düştük?

Yaşamakta olduğumuz hâl Müslümanın hasleti olamaz. Cahilane şekilde görgüsüzlük hayatını İslâmî hayat sanan varsa büyük bir yanılgı içindedir.

Bunca gayri insânî, gayri ahlâkî ve gayri İslâmî hâl karşısındaki suskunluk da ayrı bir garabet.

Peki, neden böyleyiz ve biz bu hâllere nasıl düştük?

Bunun için devr-i cumhuriyetin eğitim sistemini ve diğer uygulamasını bahane olarak gösterebiliriz. Ama bu bizi aklamaz ve kurtarmaz da.

Elbette bu hâle bir günde veya birkaç yılda düşmedik. 19. asrın evâilinde başlayan Batılılaşma ve Avrupa’ya talebe gönderimi ile gâvura benzeme yarışı başladı. Bu bir süre sonra Saray’a ve halka sıçradı. Ardından başımıza mason İttihatçılar belâ oldu. Onlar da devleti birkaç yılda paramparça ederek kayboldular. Müteakiben İttihatçıların devamı sabetaycı masonlar musallat oldu başımıza. Sonrası mâlum.

Âlimler bozulunca idareciler ve halk da bozulur.

Mideler harama alışınca bozulmayan kimse kalmaz.

Son birkaç asırdır âlim dediğimiz insanlar ilmin izzetini muhafaza edemediler. Dolayısıyla bozulma kaçınılmaz oldu.

İdarecilerin tamahkârlığı, harama el uzatmanın normalleştirilmesi, Müslümanların izzet yerine kendi ikballerinin peşine düşmeleri bu ahvâle sebebiyet verdi.

Müslümanlar helâl haramı umursamaz oldu. Görgüsüzlük ve açgözlülük aldı başını gitti. Yalan sözün tacı, necaset midenin ilacı sanıldı.

O yılan illaki bize dokunur

“Aman bana dokunmasın” denilen yılan bin yıl yaşamakla kalmadı, nihayet bize de dokundu. Ticaret ahlâkı bozulunca cüzdanlar, mideler ve vicdanlar gibi evler ve evlatlar da iffetini, izzetini kaybetti. Herkes bir başkasını suçlasa da aslında suçlu ayırt etmeksizin Allah’ın dininden uzaklaşan bizleriz, suçlu hepimiz.

Midelerimiz gibi evlerimiz de gönüllerimiz de nefsimizin ve şeytânîlerin mekânına dönüştü. Sonra da evlatlardan hayır bekliyoruz.

Ben düzelmeden çocuğum nasıl düzelebilir?

Ben düzelmeden kocam ve ailem nasıl düzelecek?

Ben düzelmeden sokak, millet, idareciler ve devlet nasıl düzelsin?

Düzelmez!

Biz kendimizi değiştirmedikçe Allah (c.c) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.

Hâşâ Allah adına ahkâm falan kesmiyoruz. Aksine Allah-ü Teâlâ Ra’d 11’de “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah, onların hallerini/ hükümlerini değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz” buyurur.

Artık kendimize gelelim

Yapılacak olan belli, yapması gerekenler de!

Düşmanlarımıza, Frenklere benzemeye devam ettiğimiz ve kendimize çeki düzen vermediğimiz müddetçe bizi kurtaracak hiçbir şey yok. Aksine daha da batacağız.

Sapkınlığa, yalana, açık-saçıklığa, iffetsizliğe, harama, zinaya, faize prim, geçit verdiğimiz ve bulaştığımız müddetçe dünyanın efendileri değil köleleri olacağız. Ekonomimiz daha da berbatlaşacak. İç barış daha çok bozulacak. Daha fazla afetlerle imtihan edileceğiz.

Artık kendimize geleceğiz, başka çıkışımız kalmadı!