Fikri surete döken çizer

Hasan Aycın.
Hasan Aycın.

Memleketin bu vahamet şartlarında Hasan Aycın gibi bir vakıa nasıl ortaya çıktı? Şöyle de söyleyebiliriz: Karşı cenahta çıksaydı belki alelâde bir vaka olabilecekken bizim muhitte ortaya çıkmasıyla çifte vakıa. Hasan Aycın’ı böylesine mühim kılan hususlardan biri de bu; bir vaka değil, bir vakıa kıymeti teşkil etmesi. Şuraya dikkat ama: İşaret ettiğim bu husus onun zati değil, itibari kıymeti; hayretimizi çoğaltan tarafı.

Hasan Aycın’ın çizgisine dair işaret etme mecburiyeti taşıdığım ilk husus: Kaderin tuhaf bir cilvesi olarak Hasan Aycın, memleketin, nice memleketin hatta çizgiden hiç anlamayan bir muhitinde icrayı sanat eylemekte. Biz çizgiden anlamayız. Çizgi bize haram sanki. Öyle inanmasak da böyle yaşıyoruz. Fincancı katırlarını ürkütmeyi göze alırsak şunu da söylememiz kabil: Aslında bize sanatın her türlüsü haram! Tersine inandığımızı söyleriz ama böyle amel ederiz.

Lâftan anlamayanlar, yani sanattan anlamayanlar için bir kere de şöyle ifade edelim: İtikâdî bir mecburiyet değil bu, ameli bir vaziyet.

Biz mağlûbiyeti şahsiyet meselesi hâline getirmiş ve mağlûp edildikçe şahsiyetinden mühim bir parça koparılmış gibi yaşayan bir hissiyatın mağdurları hüviyetiyle merhametsizce manevi menbaları talan edilmiş bir memleketin ahfadıyız. Tarihte eşi-benzeri görülmemiş bu hars yıkımının neticelerinden biri bu, doğru ama geçen zaman zarfında eksiğimizi-gediğimizi biraz daha kapatmamız gerekmiyor muydu? Neticede biraz geri çekilip baktığımızda göreceğimiz ama tam bir asırdır görmemek için bilumum tedbiri aldığımız acı hakikat şu: Resmiyle, illüstrasyonuyla, deseniyle, çizgi romanıyla, çizgi filmiyle, afişiyle ve bilumum tasarımıyla, bu arada elbette karikatürüyle de biz çizginin dışındayız. Bir asırdır çizginin etrafında dolanmayı bile becerdiğimizi söylemek hakikate uymaz.

Talânı da, akabindeki tahribatı da hesaba katarak soralım: Çizgi meselelerini niçin anlayamıyoruz? Ne zekâ eksikliğinden, ne de itikat kusurundan kaynaklanıyor bu anlama mahrumiyeti. Bu idraksizlik, yüzüncü senesini idrak ettiğimiz Cumhuriyet devresinin Müslümanlara reva gördüğü muamelâtın ve sahte maarifin gayet tabii bir neticesi. Resmi ve gayrı resmi pek küçük bir ekalliyet dışında herkes her türlü insani seviyenin öylesine aşağısına yuvarlandı ki dün bu inkılâplar için kellesini verenlerin torunları, bugün onlara candan gönülden bağlanmakta. Öyle ki o canda sanata da, fikre de, ilme de hiç yer bırakmamakta. Bunların dışında da binbir türlü bahane veyahut mazeret sıralanabilir. Bir kısmı sahiden de câri. Ama netice değişmiyor ki: Biz çizgiden uzağız; sanattan da.

Sanat diye neleri sayıp döküyorsak aralarından en iyisi ‘arabesk’.

Öncesizin öncülleri

Bugüne kadar camiadan karikatür sahasında çıkan neşriyatı inkâr mı ediyorum? İnkâra ne hacet efendim, onlar bugüne kadarki neşriyatlarında tutturdukları seviyesizlik hasebiyle zaten bir şekilde mizahın da, karikatürün de asgari müştereklerini tutturamadıkları için kendi elleriyle kendilerini inkâra sürüklediler. “Heten Keten var ya!” demeyiniz lütfen. O ithal bir muvaffakiyet. Zengin mânâsıyla söylüyorum tabii ki. Yoksa adamın adı Hasan zaten. Yani bizim aramızda yetişmedi; bir vakitler nasip oldu, bilâhare bize katıldı.

Böylesine bir vuzuhatla ve kesin çizgilerle ifade edildiğinde karabasan gibi görünen ama bir asırdır içinde yüze yüze bütünüyle kanıksadığımız ve sorgulama ihtiyacını hissetmediğimiz bu vahamet şartlarında Hasan Aycın gibi bir vakıa nasıl ortaya çıktı? Şöyle de söyleyebiliriz: Karşı cenahta çıksaydı belki alelâde bir vaka olabilecekken bizim muhitte ortaya çıkmasıyla çifte vakıa. Hasan Aycın’ı böylesine mühim kılan hususlardan biri de bu; bir vaka değil, bir vakıa kıymeti teşkil etmesi. Şuraya dikkat ama: İşaret ettiğim bu husus onun zati değil, itibari kıymeti; hayretimizi çoğaltan tarafı.

Öte yandan şöyle de sormamız mümkün mü? Hasan Aycın sahiden de öncesiz bir çizgi mi yoksa onun bizzat olmasa dahi kimi öncülerinden (Öncüllerinden veya) bahsetmemiz kabil mi?

İlk ânda akla Karamehmetler imzasıyla, başta Yeni Devir ve Milli Gazete olmak üzere birçok yerde çizen Cevat Ülger geliyor meselâ. Aslen bir inşaat ustasıyken kısmen geç yaşta tahsiline başlayıp mimar hüviyetiyle mezun olan ve akabinde nice tarihi eseri liyakatle tamir ve tadil eden, ayrıca öğretmenlik ve yazarlıkla da iştigal eden, hatta herbiri tamamen kendi tasarımı oyuncaklardan müteşekkil bir kitabın da sahibi, kendi devrinde de şimdi de görmezden gelinen müstesna bir kıymet. Zamane Sinan’ı.

Karamehmetler’in karikatürleri, her ne kadar kübik resme yaslanan bir mahiyet arz etseler de ekseri günlük çizimlerdi ve ekserisi ne yazık ki o dönemin siyasi atmosferine denk gelen, aralarında kalıcıları nispeten az çizimlerdi. Başka bir ifadeyle o sırada bir kavga vardı ve o da sanat endişesinden çok cepheye cephane tedarikiyle meşguldü. Gene de bu çizgileri asla hafife almamalı; hele çizerini asla. Çünkü bu çizgiler muhataplarına, kendilerine Beyaz Türk adını takanların ve onların ucuz hempalarının dışındaki milyonlara karikatürü, Nazca Düzlüğü’ndeki uzaylılar tarafından çizildiği iddia edilen tuhaf ve ne idüğü belirsiz eciş-bücüş şekillerin muammalıklarından çıkarmaya hayli hizmet etti.

Kendi kendisinin tahripkârı

Dolayısıyla Cevat Ülger’i, Hasan Aycın’ın fiilen olmasa bile mânevî hocası diye takdim edebiliriz. Vefatından sonra neşredilen Demet isimli yegâne karikatür albümüne bakıldığında kolayca fark edileceği gibi Cevat Ülger’in çizgileriyle Hasan Aycın’ınkiler arasında bir nesep yakınlığı aranamaz.

Yine benzer neşriyatlarda çizgileri çıkan, resim ve tasarımla da ilgilenen Yalçın Turgut’u da bu minvâlde zikretmemek haksızlık. Hatta fiilen hocası ve ustası Cevat Ülger’in, çizgi fenni açısından basit ama muhteva bakımından epey dolu karikatür seviyesini birkaç basamak daha yukarıya çıkarması zaviyesinden mühim. Ama hem espri, hem çizgi anlayışı, hem de ahlâk bakımından habire yalpalamaları yüzünden yaşarken belki akılda kalan ama istikbâle kalamayacak bir isim. Gene de her iki isim, sırf bu tarihi kıymetleri bakımından bile zikre şayan ve mühim.

Cevat Ülger ile Hasan Aycın arasında ancak manevi bir bağ kurmak mümkünse Yalçın Turgut’la da aralarında benzeri bir irtibata niçin teşebbüs etmeyelim?

Zaman zaman imzasını soyadıyla birlikte atan Yalçın Turgut Balaban, ekseri günlük gazetelerde çizdi. Hâliyle çizdikleri de kendisini sıklıkla tekrar eden, mizah açısından zayıf, çizgi bakımından daha da zayıf, fikir bakımından handiyse yok hükmünde seyretti. Gelgelelim üzerlerinde titizlendiği, dergilerde neşredilen bazı karikatürleri ise dünya standartlarını zorlayabilmekte. Evet, şaşırtıcı bir tezat, beklenmedik bir med-cezir. Sebebi, hünerinin ve maharetinin kıymetini takdir edememesi. Hünerinin kıymetini bilmeyen herkes gibi o da maharetini malâyaniye teksif edenlerden.

Gene de kendi ismiyle neşrettiği karikatür albümü bir mücevher. Kırık bir mücevher ama.

Kısmetse Hasan Aycın bahsine devam.