Fıkıh ataerkil yapıyı tahkim edecek şekilde mi oluştu?
Güya kadını savunanlar, haklarını elden almakta ve onlara Allah Teâlâ’nın yüklemediği vazifeleri yüklemektedir. ‘Neden halife, vali, ceza hâkimi olamıyoruz?’ diye yakınanlar bunların ne kadar veballi bir iş olduğunu, bundan muaf tutulmanın büyük bir lütuf olduğunu idrak edemiyorlar
Zamanımızda feministler tarafından ortaya atılan “toplumsal cinsiyet” kavramını içselleştiren, bu kavramın tanımını esas alan bazıları, İslâmî ilim geleneğinin ataerkil, erkek egemen yorumla şekillendiğini iddia ediyorlar. Bunlara göre güya Kur’an ayetleri erkekleri kayıracak, erkek egemenliğini ve ataerkil yapıyı pekiştirecek şekilde yorumlanmış, fıkıh da buna göre oluşturulmuş. Hatta tefsirler, hadis şerhleri de buna göre yazılmış. Bu iddiaları savunanlar arasında kendisini “İslamcı” görenler de mevcut.
Bu görüşte olanlar genellikle “toplumsal cinsiyet” barındırdığını düşündüğü hadisleri “uydurma” diyerek reddediyor, ayetleri ise kırk dereden elli kova su getirerek yorumlamaya çalışıyorlar. Daha ileri gidenleri ise Kur’an’a dönemin erkeklik ve kadınlık algısının yansıdığını vehmediyorlar. Doğrudan îmânî bir problemi gösteren son durumu dikkate almadan biz başlıkta ve ilk paragrafta yer alan iddiaları yakından incelemeye gayret edelim. Acaba gerçekten ayet ve hadisler erkek egemen şekilde, ataerkil yapıya uygun yorumlanmış; fıkıh da buna göre mi oluşmuş?
Fıkhın temel iki kaynağı ve icmâ
Fıkhın temel iki kaynağı, Kur’an ve sünnettir. Sahabe döneminden itibaren üçüncü bir kaynak olarak icma eklenmiştir. Sünnet hem ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini ve Allah’ın muradının ne olduğunu ortaya koyar hem de doğrudan Kur’an’da yer almayan bazı hükümler tesis eder. Kur’an ve sünnetten çıkarılan bir hüküm üzerinde dönemin âlimleri tarafından ittifak edildiğinde buna “icma” denir. Bir ayetin hükmü veya bir sünnet üzerinde icma edildiği zaman artık bu, yeni bir yorum ile değiştirilemez. Mesela, namazın beş vakti ve rekât sayıları üzerinde icmâ oluşmuştur. Kur’an’da yer almadığı gibi iddialarla bu hükümler kabul edilmediğinde küfre girilir.
Fakihler bu üç kaynaktan kıyas ve istihsan yoluyla hükümler çıkarır, başka bir ifade ile dönemleri için nasları yorumlarlar. Ancak bu yorumlamayı yaparken çeşitli kurallarla sınırlıdırlar. Mesela, nas yani ayet ve hadisin açık hükmü bulunan yerlerde ve icmâ edilen hususlarda içtihad yapamazlar. Ayrıca nassın anlamını tespit için ilk döneme yani Rasûlullah (a.s.v.) ve sahabe dönemine bakmak zorundadırlar. Bu ikisi temel kurallardandır ve İslam’ın tahrife uğramasını engellerler.
Erkekler kayrıldı iftirası
İçtihad edecek bir fakihin bunların dışına çıkması gibi bir durum olamaz. Böyle bir hâl vukuunda en hafifinden bidat ehlinden kabul edilir. Kur’an ve sünnetin erkekleri kayıracak, erkek egemenliğini pekiştirecek şekilde yorumlandığını iddia etmek, zımnen bunu yapan fakihlerin nassa ilk dönemden farklı mânâ verdikleri, bunu da dönemlerindeki hâkim telakkiye göre yaptıkları, aslında ayet-hadisi kendi keyiflerine göre yorumladıkları anlamına gelir.
Böyle bir düşünce fıkhın neredeyse tamamına itimat edilmemesine yol açar. Çünkü bazı nasları kendi arzularına veya dönemin baskısına göre yorumlayıp hüküm tesis edenlerin diğer içtihadlarına da güvenilemez.
Bu iddialarda bulunanların verdiği örneklerden birkaçını ele alırsak konu daha net anlaşılır. Bu kişilere göre;
- Kadının idareciliği ve hâkimliği ile ilgili sınırlamalar,
- Erkeğin kadınların idarecisi olması,
- Şahitlik hususundaki farklılıklar,
- Kadının nafakasının erkeğe ait olup kazanç peşinde koşma zorunluluğu olmaması gibi hükümler toplumsal cinsiyet sebebiyle ihdas edilmiş hükümlerdir.
‘Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır’
- Birkaç istisna dışında ulemanın neredeyse tamamına göre kadınlar, halife ve had davalarında hâkim olamazlar. Hukuk davalarında iki kadın bir erkek şahit gerekir ve had gerektiren suçlarda sadece erkek şahitler kabul edilir.
- Aile içinde kavvamlık yani idarecilik hak ve vazifeleri prensip olarak erkeğe aittir. Kadının nafakasını temin etmek yine prensip olarak erkeklerin üzerinedir. Detayları bulunmakla birlikte genel olarak kadına kendi nafakasını elde etmek dâhil kazançla ilgili bir sorumluluk yüklenmemiştir.
Bu hükümlerin tamamında dönemin şartları değil naslar dikkate alınmıştır. Erkeğin idareciliği ile ilgili “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” (Nisâ 4/34) ayetinde açık bir ifade bulunmakta, başka ayetler ve hadisler de bu manayı kuvvetlendirmektedir.
Ayette geçen “kavvam” kelimesi tüm müfessirler tarafından idareci, hâkim olarak tefsir edilmiştir. Ayet genel bir mânâyı içine almaktadır. Bu sebeple prensip itibariyle idarecilik ve hâkimlik vazifesi erkeğe âit kabul edilmiştir. Bununla birlikte -başka deliller nedeniyle- çok sayıda âlim, kadınların halifelik ve genel valilik haricinde idarecilik üstlenebileceğini; bazı alimler ise halife haricinde her tür idareciliği yapabileceğini söylemişlerdir.
Bu farklılıklar, ayet ve hadisleri yorumlama, bunlardan hüküm çıkarma yöntemlerinin değişik olmasından kaynaklanır. Yoksa bir kısmının erkek egemen düşünce altında, diğerlerinin ise bundan âzâde hüküm verdiği mânâsına gelmez. Her iki hükmü veren de erkek fakihlerdir.
‘Bir erkekle iki kadın’
Şahitlikle ilgili hükümler ise doğrudan ayetle düzenlenmiştir. Alım-satımla ilgili bazı kuralları düzenleyen Bakara suresinin 282. ayetinin bir bölümünde “Erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın…” buyrulmuştur.
Burada çok açık şekilde akitlerde iki erkek veya bir erkek, iki kadın şahit olması gerektiği ifade edilmiştir. Bu ayet ve hadlerle ilgili ayetlerdeki ifadeleri dikkate alarak fakihlerin tamamına yakını ceza davalarında kadının şahit olamayacağını kabul etmiştir. Sadece Zahirîler bir erkek yerine iki kadın olmak üzere her davada şahitlik edebileceklerini söylemişlerdir ki onlar da kadın ve erkek şahitliğini ayırmaktadır.
Akitlerle ilgili bu ayet varken hangi fakih başka bir hüküm verebilir ki? Allah Teâlâ (c.c.) şahitlikle ilgili ayrıca gerekçeyi de söylemiştir. Rabbimizin dediğine itiraz mı edeceğiz?
Kadınların nafakasının genel prensip olarak erkeklere ait olduğuna dair çok sayıda ayet vardır (Bir kısmı için bk. en-Nisâ 4/34, et-Talâk 65/6-7, el-İsrâ 17/31). Bu ayetler ve Rasûlullah (a.s.v.) ile Râşid Halifelerin uygulamaları varken herhangi bir müçtehidin başka bir hüküm verme imkânı yoktur.
‘Toplumsal cinsiyet’ masalıyla mahkûm etme
Zamanımızda “toplumsal cinsiyet” diyerek mahkûm edilmeye çalışılan, kadın ve erkek arasında farklılık olduğunu ortaya koyan çok sayıda ayet-hadis vardır ve fıkhî hükümler de bunun üzerine bina edilmiştir. Belki hükmün niçin konulduğunu yani hikmetini açıklama sadedinde bazı âlimlerden hatalı diyeceğimiz görüş ve sözler sadır olmuş olabilir. Ancak bu açıklamaların verilen hükme bir tesiri yoktur. Sadece acaba niçin böyle bir hüküm tesis edilmiş olabilir sorusuna cevap bulma girişimidir. Yoksa hüküm, ayet ve hadise göre tespit edilir.
Kadın ve erkek arasında biyolojik cinsiyet haricinde de farklılık olduğunu net olarak ortaya koyan naslar hakkında “toplumsal cinsiyet eşitliğini” savunanlar ne yapacaktır? Eğer ayet-hadisi reddederler veya ümmetin üzerinde icmâ ettiğinden farklı bir mânâ vermeye kalkışırlarsa küfre girerler; farklı görüşler bulunan bir konuda ilk dönem ve müçtehidlerin verdiğinden başka anlam verirlerse de bidat ehli olurlar.
Kadına yeni yük yükleme
Burada misalini verdiğimiz ve veremediklerimiz aslında yaratılışa bağlı olarak kadın-erkek arasındaki adâleti tesis etmeye dönük hükümlerdir. Güya kadını savunanlar, haklarını elden almakta ve onlara Allah Teâlâ’nın yüklemediği vazifeleri yüklemektedir.
Bir diğer yönden İslam, dünyayı ihmal etmemekle birlikte temelde ahirete dönük hükümler ihdas eder. Asıl mesele sonsuz hayatı kazanmaktır. Bu sebeple insanlar arasında kıymetli olan çok kere Allah (c.c.) katında değersizdir. Kadına haksızlık yapıldığını iddia edenlerin ölçüsü temelde dünyevî hususlardır.
‘Neden halife, vali, ceza hâkimi olamıyoruz?’ diye yakınanlar bunların ne kadar veballi bir iş olduğunu, bundan muaf tutulmanın büyük bir lütuf olduğunu idrak edemiyorlar.
Bir hususu daha belirmeliyiz: Fakihlerin zamanın erkek egemen telakkisine göre hüküm ihdas ettiğini söyleyenler, Batı’dan gelen bu dönemin baskın ideolojisine göre yeni yorum yapılmasını, hükümlerin değiştirilmesini istiyorlar. Her ne kadar ataerkil aile vb. sosyolojik tanımlamaların problemli olduğunu düşünsek de en azından bununla kastedilen hususların insanlığın tarih boyunca oluşturduğu kültür olduğunu görmekteyiz.
Toplumsal cinsiyet ise daha 1970’lerde feministler tarafından üretilmiş ideolojik bir kavramdır. Dinlerin doğru bulmadığı ve bunca propagandaya rağmen insanların halen büyük bölümünün kabullenmediği bir kavramı, kesin doğru kabul edip de vahyi bile ona göre şekillendirme isteği ne kadar garip!