Esed’sız bir Suriye: Bir devrimin kronolojisi

Bir devrimin kronolojisi, Esed’sız bir Suriye.
Bir devrimin kronolojisi, Esed’sız bir Suriye.

Bilindiği gibi Ankara ve Şam arasındaki normalleşme adımları, Erdoğan’ın ısrarlı çabalarına karşın Esed’in müzakere girişimlerini reddetmesiyle sekteye uğramıştı. Sahada güçlü olmadıktan sonra masanın da bir şey ifade etmediği, bu noktada erken aşamalarda sahada kazanılacak üstünlüğün Esed’i masaya zorlayacağı hesaplaması yapılmış olabilir. Ancak gelişmeler, muhtemelen muhaliflerin kendisini bile şaşırtacak derecede o denli hızlı gelişti ki gelinen noktada buna lüzum kalmadı. Yine de bu operasyon, Ankara’nın bilhassa Trump yönetimindeki ABD’ye Suriye sahasındaki etkisini ve İran ile Rusya’dan daha belirleyici bir aktör olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli.

Suriye kıyamı bir grup talebenin 15 Mart 2011'de Dera'da gösterileri ile başladı. Muhaliflerin coşkun halk kitleleri eşliğinde 8 Aralık’ta başkent Şam'ın kontrolünü ele almasıyla da Baas Partisinin 61 yıllık iktidarı sona erdi.

Suriye'de rejim karşıtı Heyet Tahrir Şam'ın (HTŞ) başını çektiği silahlı grupların 27 Kasım sabahı Halep'in batı kırsalında rejim güçleriyle çatışmaya başlaması sonrasında hâdiseler baş döndürücü şekilde hızlı gelişti. 7 Aralık gecesi muhalifler başkent Şam'a girdi. Suriye kasabı Esed'in Rusya'ya gittiği, kendisi ve ailesine sığınma hakkı tanındığı açıklandı.

Peki, Şam nasıl bu kadar hızlı düştü? 13 yıllık iç savaş sürecinde neler yaşandı? Tarihe not düşmek ve ileride bugüne dönüp derli toplu bakabilmek için tüm süreci özetlemekte, bugüne nasıl gelindiğini, rejimin hızlı çöküşü arkasında yatan nedenleri ve bundan sonrası için olası senaryoları irdelemekte fayda var.

Önce en başa saralım ve Suriye’de devrimin başladığı 2011’den bu yana neler oldu, kısaca hatırlayarak tekrar günümüze dönelim.

‘Sıra sende doktor’

2011

2011 yılı Mart ayında, bölgede başlayan Arap baharı rüzgârının etkisiyle uzun yıllardır Baas rejimi altında yaşayan Suriye halkı, hürriyet ve adalet için barışçıl protestolara başladı. Devrimin sembol ismi ise 13 yaşındaki Hamza el Hatip oldu.

Hatip, Dera’da duvara “Sıra sende doktor” diye Esed karşıtı yazı yazdığı için hücreye atıldı, işkence altında öldürüldü. O ve onun gibi daha pek çok genç…

Rejimin, tamamen barışçıl başlayan protestolara şiddetle karşılık vermesiyle olaylar hızla büyüdü. Suriye’nin çeşitli şehirlerinde hükümet karşıtı protestolar alevlendi. BM, çatışmanın ilk beş ayında 2 bin 200'den fazla kişinin Suriye güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü kaydetti. Bu süreçte Ağustos ayında Suriye muhalefetinin siyasi ayağını temsil eden Suriye Millî Konseyi İstanbul'da resmen kuruldu.

Kasım ayında Suriye, Arap Birliği tarafından sunulan barış planını reddetmesi nedeniyle Birlikten uzaklaştırıldı. Özgür Suriye Ordusu bayrağı altındaki muhalif gruplardan oluşan koalisyon, Şam ve Halep'te silahlı kuvvetlere yönelik saldırılara başladı.

Hâdiseler 2012 yılı bahar ayları itibarıyla artık iç savaşa evrilmişti. Bu yılın Kasım ayında Suriyeli muhalifler, kısaca Suriye Ulusal Koalisyonu olarak da adlandırılan Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu adında yeni bir çatı yapının kurulduğunu duyurdu.

2013

Mart ayında İran destekli Hizbullah'a mensup binlerce savaşçı, Suriye hükümetini desteklemek üzere savaşa katıldı ve çatışmaların yarattığı güç boşluğunda aşırılık yanlısı gruplar öne çıkmaya başladı.

Ağustos’ta dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Esed rejiminin muhalif güçlere ve vatandaşlara karşı kimyasal silah kullandığı iddialarına yanıt olarak Suriye'deki hedeflere karşı sınırlı askeri harekât düzenleyeceğini duyurdu. Bu, Obama’nın o dönem ve sonrasında defalarca aşılan “kırmızı çizgisi” olarak tarihe geçecekti.

Kasım ayında BM, çatışmaların başlamasından bu yana 100 binden fazla insanın öldürüldüğünü kaydetti.

2014-2017

İlk olarak Temmuz 2014’te IŞİD/DAEŞ, Irak ve Suriye'de önemli toprak kazanımları elde ettikten sonra Ebu Bekir El Bağdadi'nin lideri olduğu sözde bir halifelik ilan etti.

Eylül’de ABD ve Arap ülkelerinden oluşan bir koalisyon, Suriye ve Irak'ta IŞİD'e karşı hava operasyonlarını genişletti.

Eylül 2015’e gelindiğinse ise sahaya Rusya çıktı. Suriye rejimi adına Suriye'de ilk hava saldırılarını gerçekleştirerek çatışmaya ağır bir şekilde müdâhil oldu.

Aralık 2016’da Esed hükümeti, son isyancıların da şehirden tahliye edilmesinin ardından Halep'te zafer ilan etti.

Ekim 2017’de ABD’nin IŞİD’le savaştığı gerekçesiyle müttefik görüp desteklediği ve terör örgütü PKK/YPG’nin ambalajlanmış versiyonu olan SDG, Rakka’nın IŞİD'den kurtarıldığını duyurdu.

2018-2024

Eylül 2018’de Rusya ve Türkiye, İdlib’de silahlardan arındırılmış güvenli bir bölge oluşturulduğunu ilan etti.

Ekim 2019’da ABD Başkanı Donald Trump, ABD'nin Suriye'nin kuzeydoğusundan çekileceğini açıklayarak bölgeyi yeni bir kaosa sürükledi.

Mart 2020de Türkiye ve Rusya, Suriye'nin son muhalif bölgesi olan İdlib'de ateşkes ilan ederek ortak devriyelerle bir güvenlik koridoru oluşturmayı kabul etti. Bu dönemde Covid-19 pandemisi çatışmayı nispeten yavaşlatır gibi oldu.

Mayıs 2021’de Esed yeniden “seçildi.”

Şubat 2022’de Ukrayna'yı işgal eden Rusya’nın Suriye'ye verdiği destek kademeli olarak azalmaya başladı.

Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli deprem felaketi Suriye'de de 8 bin kadar insanın ölümüne neden oldu. Pek çok il ve ilçede halk, sevdiklerini enkaz altından elleriyle kazarak çıkarmaya çalıştı, zira yardım yok denecek kadar azdı.

Rejim için sonun başlangıcı: 27 Kasım 2024

Bir yandan İsrail’in Gazze’de devam eden katliamları, diğer yandan Lübnan’da Hizbullah ve İsrail arasındaki ateşkesin kırılganlığı konuşulurken, 27 Kasım’dan itibaren Suriye, sahada yaşanan sürpriz gelişmelerle bir anda tüm dünyanın gündemine oturdu.

İsrail ve Lübnan arasındaki ateşkesin yürürlüğe girdiği Çarşamba günü, HTŞ liderliğindeki Suriyeli muhalif güçler, Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib’deki üslerinden rejim güçlerine karşı saldırı başlattı.

Suriye hükümetinin İdlib'in Eriha ve Sarmada gibi kentlerine düzenlediği ve aralarında çocukların da bulunduğu sivil kayıplara yol açan son saldırılara misilleme olarak başlatıldığı belirtilen saldırılara, gelecekteki saldırıları caydırmayı amaçladığı için ‘Salgırganlığı Caydırma Operasyonu’ adı verildi.

Operasyon, Erdoğan ve Putin'in arabuluculuğunda 2020'de varılan İdlib ateşkesinden bu yana bölgede Esed güçlerine karşı düzenlenen ilk büyük saldırı oldu.

Rejim karşıtı silahlı gruplar, kontrolünü ele aldığı bölgelerde Esed rejimine ait ağır silah ve askeri araçları ele geçirdi. Çatışmalarda çok sayıda rejim askeri öldü, onlarca rejim askeri esir alındı.

Suriye rejim güçleri, muhaliflerin eline geçen bölgeleri bombalayarak karşılık verirken Rus hava kuvvetleri de hava saldırıları düzenledi. Ancak bunlar sahada rejim lehine bir netice alınmasına yetecek çapta olmadı.

27 Kasım ile 7 Aralık tarihleri arasında muhalif gruplar ciddi kazanımlar elde etti, Halep’in yanı sıra Dera, Hama gibi sembolik öneme sahip kentler başta olmak üzere çok sayıda kenti rejimin elinden almayı başardı.

8 Aralık’ta Suriye'nin başkenti Şam'da göstericilerin kilit öneme sahip yerleşkelere girmesiyle Esed rejimi, kentin kontrolünü büyük ölçüde kaybetti. Şam'da rejimle özdeşlesen ve işkenceleriyle bilinen Sednaya Hapishanesi'ndeki tutsaklar, cezaevini basan göstericiler tarafından kurtarıldı.

8 Aralık pazar sabahı, Suriye’de 1963'de iktidara gelen Baas Partisinin 61 yıllık iktidarı, 2011'de özgürlük talebiyle başlayan halk hareketlerinin şiddetle bastırılmak istenmesiyle patlak veren iç savaşta başkent Şam'ın rejimin kontrolünden çıkmasıyla çöktü.

Rejimin çökmesinin ardından, Suriye devlet televizyonunda yayımlanan videoda bir grup muhalif, Esed'in devrildiğini ve cezaevlerindeki tüm tutsakların serbest bırakıldığını duyurdu.

Suriye'de 61 yıllık Baas rejiminin çökmesi ve Esed ailesi döneminin sona ermesiyle ülkenin çeşitli kentlerinde Esed'in babası Hafız Esed'in heykelleri yıkıldı.

Nasıl bu kadar ‘hızlı’ oldu?

Silahlı muhalif grupların başlattığı operasyonun kendisi olmasa da gelişim hızı pek çok kişiyi şaşırttı. Muhalif grupların hızlı ilerleyişinin veya başka bir ifadeyle Esed rejiminin hızlı ve dramatik çöküşünün arkasında bazı iç ve dış faktörlerin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bunları, Suriye’yi takip eden yerli ve yabancı uzmanların da üzerinde hemfikir olduğu üç ana başlık etrafında toplamak mümkün…

İç sebepler

Dış sebeplere bakmadan önce aslında belki de dış sebeplere nazaran nispeten ihmal edilen en önemli sebeplerden biri, Esed rejiminin içeride yaşadığı çöküş.

Aslında son yıllarda Suriye'deki krizin dondurulduğu, çatışmaların sona erdiği ve Esed rejiminin ‘galip’ olduğu görüşü hâkimdi. Bunun da etkisiyle uluslararası ilgi azaldı, Suriye odaklı diplomasi büyük ölçüde sona erdi ve hükümetler kaynaklarını Suriye politikalarından yavaş yavaş başka küresel sorunlara yönlendirdi. Bu durum bilhassa 7 Ekim sonrası daha da hissedildi. ABD'deki politika yapıcılar için bölgesel aktörlerin Suriye dosyasını üstlenmesi, en azından öyle görünmesi de bir nevi rahatlama kaynağı olarak görüldü. Bunlar olurken, Suriye içindeki koşullar ağırlaştıkça Arap devletleri 2023'ten itibaren Esed’le yeniden temasa geçme adımı atarak ilişkilerini normalleştirdi. Mayıs 2023’te Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde başlayan Arap Birliği zirvesine 12 yıl sonra katılarak konuşma yaptı.

Esed'in konumunu güçlendirdiği ve sağlamlaştırdığı varsayımının ne kadar yanlış ve içi boş olduğu bugün gelinen noktada anlaşılmış oldu.

Esed, bölgesel ve küresel arenada dışarıdan bakıldığında “kazanıyor” gibi görünürken, gerçekte ülkesindeki iç savaşı hiçbir zaman tam anlamıyla “kazanamadığı” gibi, yönetimi de bir süredir zayıflıyor, konumu her zamankinden daha kırılgan hale geliyordu.

Esed rejimi altındaki Suriye, büyük ölçüde psikoaktif uyuşturucu captagonun yasadışı ticaretiyle ayakta durduğu bildirilen ekonomisi ile aslında uzun zamandır dibe vurmuş haldeydi. 2020’de anlaşmaya varılmasından bu yana ülke istikrara kavuşmak ve 13 yıldır süren savaşın ardından bir nebze nefes aldırmak şöyle dursun, Suriye’deki insani kriz giderek büyüdü. Öyle ki BM’nin son raporları, Suriyelilerin en az yüzde 90'ının fakirlik sınırının altında yaşadığını ortaya koydu.

Rejim, organize suç cenneti haline gelip, uluslararası raporlara ayrıntılarıyla yansıyan uyuşturucu satışından her yıl milyar dolarlarca kâr elde ederken, bunların hiçbiri Suriye halkına olumlu yansımadı. Rejimin hâkim olduğu bölgelerde son dönemde petrol ve gaz tedarikinde ciddi bir sıkıntı yaşanıyordu, ekmekten yakıta her şey kriz haline gelmişti, maaşlar dramatik biçimde düşmüştü. Tüm bunlar, Esed’i artık büyük çoğunluğu kendisi için savaşmak istemeyen askerler ve hayatta kalmanın gittikçe zorlaştığı bir halkla başbaşa bıraktı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Doha’da yaptığı konuşmada bu süreci güzel özetleyecekti: "Yavaş bir çürümeyle rejimin çöküşünü gördük. Bu, Halep'in bir mermi atılmadan nasıl düştüğünü ve diğer şehirlerin takip ettiğini açıklıyor.

Askeri açıdan zaten uzun süredir zayıf olan Esed rejimini 2015’ten beri Rusya ve İran'ın askeri desteğinin ayakta tuttuğunu hatırlatalım. Gelinen noktada Esed'in -ilişkilerini normalleştiren ülkeler dâhil- artık kendisini iflastan kurtaracak kimsesi yoktu.

Rusya’nın ekonomisi Ukrayna'daki savaşın etkileriyle ağır darbe alırken, İran 7 Ekim sonrası giderek daha da sıkıştı.

Dış sebepler

Bu noktada, Ukrayna Savaşı ve 7 Ekim sonrası Orta Doğu şeklinde iki başlık altında özetleyebileceğimiz dış faktörleri biraz daha açalım…

Aslında 2022’de Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesiyle başlayan sürecin Suriye’yi etkilemeye başlaması yeni değil. Rusya, Suriye’de elde ettiği askeri kazanımların ardından Esed yönetiminin geleceğini garanti altına aldığını düşünerek ülkedeki askeri varlığını iki yıl önce Ukrayna’ya kaydırdı. Suriye sahasında eğitilen ve örgütlenen kimi gruplar, Ukrayna cephesine gitti. Rusya’nın Suriye’deki askeri danışmanlarından da, görev güçlerinden de, binlerce militandan oluşan Wagner’den de neredeyse eser kalmadı.

Tüm bunlara ek olarak ABD’de 5 Kasım’da yapılan başkanlık seçimini Trump’ın kazanması ve bunun Ukrayna savaşına olası yansımaları; Rusya’nın, başka bir cephede herhangi bir kazanım elde etmeden, zaten zayıfladığı Suriye’de biletinin kesilmesi zorunluluğunu şimdi üretmiş olabilir.

İran da bilhassa 7 Ekim sonrası İsrail’le günlük bazda yaşadığı çatışmalardan dolayı Suriye’de yıpranmış durumdaydı. İran’ın Şii milis ağının bel kemiğini oluşturan Hizbullah’ın zayıflaması ve Lübnan’a geri çekilmesi neticesinde Irak’tan devşirilen milisler de bu boşluğu doldurmaya yetmedi.

Türkiye’nin rolü

Son operasyonda Türkiye’nin rolü ve etkisi de çok konuşuldu.

Türkiye’nin Esed güçlerinin muhaliflerinin elindeki bazı bölgelere saldırmasının yeni bir mülteci akımı tehlikesi yaratacağından endişe ettiği, bu nedenle Ankara’nın, HTŞ liderliğindeki grupların Halep’e saldırmasına destek verdiği veya en azından yeşil ışık yaktığı değerlendirmeleri mâkul…

Bilindiği gibi Ankara ve Şam arasındaki normalleşme adımları, Erdoğan’ın ısrarlı çabalarına karşın Esed’in müzakere girişimlerini reddetmesiyle sekteye uğramıştı. Sahada güçlü olmadıktan sonra masanın da bir şey ifade etmediği, bu noktada erken aşamalarda sahada kazanılacak üstünlüğün Esed’i masaya zorlayacağı hesaplaması yapılmış olabilir. Ancak olaylar, muhtemelen muhaliflerin kendisini bile şaşırtacak derecede o denli hızlı gelişti ki gelinen noktada buna lüzum kalmadı. Yine de bu operasyon, Ankara’nın bilhassa Trump yönetimindeki ABD’ye Suriye sahasındaki etkisini ve İran ile Rusya’dan daha belirleyici bir aktör olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli.

Türkiye, operasyonun gerçekleşmesine benzersiz şartların bir araya gelmesi sayesinde izin verdi veya yeşil ışık yaktı şeklindeki değerlendirmelerde söz konusu koşullar genel olarak şöyle özetleniyor:

Birincisi, Şam ile uzlaşma ve normalleşme görüşmelerinin başarısızlığa uğraması.

İkincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Donald Trump'ın uzun süredir niyetli olduğunu söylediği gibi ABD güçlerini kaçınılmaz olarak kuzeydoğu Suriye'den çekeceği beklentisi göz önüne alındığında, yeni Beyaz Saray ile daha fazla pazarlık gücü elde etme arzusu.

Üçüncüsü, ABD destekli SDG çatısı altında faaliyet gösteren PKK'nın hâkimiyetindeki milislerin, havadan Amerikan F-16’ları, karadan ABD komandoları tarafından korunmadıkları sürece Türkiye'nin güney kapısında artık önemli bir tehdit oluşturmayacağı beklentisi.

Dördüncüsü, Esed'in ana kara kuvvetleri olan ve geçtiğimiz yıl İsrail tarafından ağır hırpalanan İran Devrim Muhafızları tarafından bir araya getirilen milislerin harap olmuş durumu.

Beşincisi, Rusya'nın Ukrayna'daki varlıklarını yeniden konuşlandırması ve Suriye'de Batı yaptırımlarının kaldırılmasıyla başlayacak bir “barış getirisi” görme arzusu.

İran’ın başını çektiği direniş ekseni sürecin en büyük kaybedeni olarak değerlendirilirken, Türkiye’ye sürecin en büyük kazananı gözüyle bakılıyor…

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım