Ellerimiz ve gözlerimiz bağlı şekilde enerji denizinin üstünde oturuyoruz
Geçtiğimiz Mayıs ayında Konya’da çok büyük bir güneş enerji santralinin (GES) açılışı yapıldı. Karapınar ilçesindeki bu GES o kadar büyük ki kapladığı alan tam 2 bin 800 futbol sahasına denk geliyor. İnanılmaz! Bu kadar büyük bir şeyin bir şeyler arasında en büyük olması beklenirdi ve öyle de oldu. 1 milyar dolarlık yatırıma mal olan GES, tamamlandığında “Avrupa’nın en büyük GES’i” unvanını aldı. Müthiş! Bu geniş alana mühendisler tam 3,3 milyon güneş paneli yerleştirdiler. Bu rekortmen GES, Türkiye’nin kurulu güneş enerjisi payını tek başına yüzde 10 artırdı. Türkiye'nin elektrik tüketiminin binde 7 civarını karşılayacak olan bu GES, 1350 megavat güce sahip. Akıl almaz! Fakat rakamlara bakılırsa bu inanılmaz, müthiş, akıl almaz yatırım, Hollanda’nın geçtiğimiz bir yıl içinde kurduğu GES’lerin yedide birine bile denk gelmiyor. Ve Avrupa’nın ‘en küçük GES yatırımı’ olarak bilinen Almanya’daki evlerin çatılarında üretilen elektriğin sadece otuzda biri ediyor. Bu röportajdan anladığımız kadarıyla Türkiye’nin aynı yöntemle enerjide tam bağımsız olmasının ve vatandaşa büyük bir gelir kapısı açmasının potansiyel yönünden önünde hiçbir engel yok. Ama büyük resme bakmaktan burnumuzun ucunu göremiyoruz.
Her şey gibi yaşadığımız enerji krizi de pandemi döneminin bize mirası. Önce OPEC ülkeleri petrolde taban fiyat uygulaması getirdi. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, doğalgaz piyasasını içinden çıkılmaz hâle getirdi. Şimdi de Afrika’daki darbe ve çatışmalar nedeniyle uranyumda da bir kriz söz konusu. Yüz yıldır bütün büyük savaşların ‘enerji’ için çıktığı düşünülürse, dünya ya büyük bir savaşın eşiğinde ya da enerji konusunda büyük bir değişim yaşanıyor. Eğitimini ve enerji konusundaki çalışmalarını uzun yıllar Almanya’da yürüten, yenilenebilir enerji alanında uzman olan Bünyamin Kurt’a göre bu krizin savaş eşiği şimdilik geçildi görünüyor. Çünkü krizin zirve noktası geçtiğimiz yıl aşıldı ve artık enerji konusunda yeni bir döneme girildi.
Bünyamin Kurt: Enerji krizinin zirvesini aslında geçen sene yaşadık bile. Ama özellikle Ocak ayından sonra doğalgaz fiyatları normale doğru indi. Kışın enerji tüketimi artacağı için kriz dalgalı şekilde ilerleyebilir. Tabii ki Ukrayna’daki savaşın seyrine bağlı biraz da. Ama bu kriz köklü bir değişime neden oldu. Geçen yıl Avrupa ‘REPoweEU’ planını devreye sokmuştu. Yani yenilenebilir enerji politikalarına hız verme kararı aldılar. Ve müthiş atılımlar yaptılar. Mesela Hollanda, bizim 10 yılda kurduğumuz güneş enerji santrallerini 1 yılda kurdu. Almanya, İspanya, Avustralya, Çin vb. çok büyük atılımlar yaptı. ABD de enflasyonla mücadele kapsamında benzer bir yasayla yenilenebilir enerjiye desteğini çok artırdı. Yani evet bir enerji krizi vardı, ama ABD ve AB bunu fırsata çevirmeyi bildi. Öyle olunca da Rusya, AB’de ki doğal gaz sattığı müşterilerinin çoğuna satışı çok azaltmak zorunda kaldı. AB ile gaz kısa vadede ilişkisi tamamen kesilmez tabi ki, ama bir daha da eskisi gibi olmaz. Savaşın etkisi azaldıkça da bu yeni durumun etkileri görülecek.
AB ve ABD yıllardır ‘temiz enerji’ dedikleri yenilenebilir enerjiye geçişte dünyayı teşvik ediyordu, hatta bunu dayatıyordu. Paris anlaşması gibi bağlayıcı çevre kanunları çıkardılar. Ama bu konuda neler yapabileceklerini ne hikmetse Ukrayna savaşından sonra gösterdiler. Bir yıl içinde temiz enerjiye büyük yatırımlar yaptılar. Madem yapabiliyorlardı neden daha önce yapmadılar? Bu bir çelişki değil mi?
Bünyamin Kurt: Zaten yapıyorlardı aslında çok hızlı. Almanya’nın rüzgâr ve güneş enerjisindeki kurulu santralleri bizim 6-7 katımızdı. Hollanda, İspanya gibi ülkeler de benzer yapıyordu. Ama hızlarını geçen yıl 2-3 katına çıkardılar. Bu sene de aynı hızla devam ediyorlar. Bu tamamen kriz korkusundan kaynaklandı. Rusya’nın pahalı gazına bağlı kalmak istemiyorlardı.
Bir de küresel ısınma ve sıfır karbon emisyonu hedefiyle imzalanan Paris Anlaşması nedeniyle bu ülkeler temiz enerjiye zaten yatırım yapıyordu. AB’nin şu anda tartıştığı tek konu, nükleer enerji temiz midir, değil midir sorusu. Almanya, İtalya, Avusturya gibi ülkeler nükleer enerjiyi temiz kabul etmiyor. Çok fazla nükleer enerji üreten hatta bunu dışarıya satan Fransa ve onun yanındaki ülkeler ise nükleer enerjiyi azaltıyor ama bağını tamamen de şimdilik koparmak istemiyor. AB’de bu konuda şu anda iki cephe var. Ama iki cephe de temiz enerji için çalışmalarını hızlandırdı. Yani bu konuda bir çelişki yok aslında.
- Krizin kaybedeni Rusya oldu
- Bünyamin Kurt, Ukrayna savaşının başlamasının ardından patlak veren doğal gaz krizinin ilk yılında Rusya normale göre bir miktar fazladan kazanç sağlasa da savaşın AB vb. ile ilgili enerji kısmını şimdiden kaybettiği görüşünde. Çünkü Rusya, AB pazarı gibi altın yumurtlayan bir tavuğu önemli ölçüde kaybetti. Bunun da geri dönüşü yok ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- Kurt, eskisi gibi olmayacaksa yeni durum nasıl olacak sorusuna ise şöyle cevap veriyor: “AB tarafından bakarsak gaz tüketimi azalıyor. Sadece elektrik üretiminde değil. AB, 2035’te benzinli ve dizel araç satışını yasakladı. Tamamen elektrikli ve yenilenebilir yakıtlı otomobillere geçecek. Gazlı ısınma kombilerinden elektrikli ısı pompaları modeline hızlıca geçiyorlar. Sanayide yeşil hidrojene yöneliş var. Özellikle Almanya’nın 2040 hedefi, doğal gaz kullanımından tamamen kurtulmak. AB ülkelerinin geneli 2030’da kömürden, 2040’ta da gazdan, 2050’ye kadar da nükleer enerjiden kurtulmayı planlıyor.”
- <
AB 2035’te tamamen elektrikli otomobile geçmeyi planlıyor ama burada 10 yıldan uzun bir vade söz konusu. AB’nin çevre ve temiz enerji konusunda 10 yıl önceki 10 yıllık planlarına baktığımızda çoğunun gerçekleşmediğini görüyoruz. Üstelik son bir yılda yaptıklarına bakılırsa, yapabildikleri halde yapmadıklarını bile söyleyebiliriz. Bundan 10 yıl sonraki hedefleri ne kadar inandırıcı? Yani tamamen temiz enerjiye geçmeleri gerçekten mümkün mü?
Bu konuda basınımızda çok eksik ve yanlış bilgi var. Geçenlerde de bir profesör basına bilgi verirken “AB’nin yeşil enerji planı çöktü” ifadesini kullanmıştı. Ama bunlar doğru bilgiler değil. Burada sadece AB ülkelerinden bahsetmiyoruz. ABD, Kanada, Japonya gibi dünya piyasasını yöneten G7 ülkelerinin tamamı yeşil enerjiye yönlendiler. Mesela sık sık şöyle haberleri görüyoruz; ‘Almanya, Avrupa yeniden kömüre yöneldi’ deniliyor. Hayır, sadece küçük bir artış kısa süreliğine oldu kömürde, yani o da en fazla %1 seviyesinde ve geçici oldu. Nükleeri bile %4 azalttılar. Ve bu sene ilk defa üretilen yenilenebilir enerji miktarı, fosil yakıtları geçti. Yani bu kış ortasından itibaren kömürü de tekrar hızlıca azalttılar. Bu da planlarında kesinlikle bir sapma olmadığını gösteriyor. Kriz zamanındaki yatırımlarıyla genel enerji kullanımında temiz enerji hedefini %45’lere çıkardılar. Bizde bu hedef %20 civarında. Almanya’nın 2030’daki hedefi, elektrik üretiminde %80 temiz enerjiyi kullanmak. AB’nin 2040-2050 hedefi ise elektrik üretiminde %100 yenilenebilir enerjiye geçmek. Yani bu planları doğrultusunda ilerliyorlar. Ben burada bir çelişki görmüyorum.
Enerji savaşları son mu bulacak?
Eğer AB ve ABD bu planlarını uygulayabilirse, enerji yüzünden çıkan savaşlar da bitecek diyebilir miyiz? Sonuçta herkes kendi enerjisini kendi üretirse çatışma da yaşanmaz.
Dünyada savaşlar hiç bitmedi, bitmez de. Tüm dünya yenilenebilir enerjiye dönse ve kendine yeter hâle gelse bile, bu kez de mineral, maden, gıda vb. sorunu çıkarırlar. Çok aşırı talep olursa, Bataryalar için lityum arz sorunları başlayabilir. Ama şu anda böyle bir sorun yok! Bazı ülkelerin kendi yenilenebilir enerjisi kendine yetmeyebilir. Bunu başka şekillerde çözmek isteyecekler. Yani savaş çıkarmak isteyen için bahane bitmez!
Yenilenebilir enerjinin kendini yenileyemeyeceği, depolamanın büyük sorun olacağı ve ‘baz güç’ yani temel güç haline gelemeyeceği iddiaları da var. Bunlara katılıyor musunuz?
Temiz enerji için yapılan en büyük itiraz bu ‘baz güç olamayacağı’ meselesi. Bu çok yanlış bir ifade. Şu anda dünyada 170’e yakın ülkede nükleer enerji yok. Buna rağmen onlarca ülke enerjisinin yüzde yüzünü yada buna yakın oranını temiz enerjiden sağlıyor. Norveç, Kanada, Venezuela, Avusturya vb. gibi onlarca ülkede yüzde yüz yada buna yakın yenilenebilir enerji üretiliyor. Bu mümkün yani. Özellikle hidroelektrik santrallerinin (HES) olduğu ülkelerde, biz de bu konuda çok iyiyiz, temiz enerjinin temel güç olmasının önünde hiçbir engel yok. Çünkü HES’leri, Biyoenerji ve jeotermal enerji santrallerini 7 gün 24 saat çalıştırabilirsiniz. İstediğiniz zaman da dengeleme baz gücü olarak da kullanabilirsiniz. HES’ler o yönüyle müthiştir. Güneş ve rüzgâr gibi zaman veya başka bir sınırı yok. Kaldı ki güneş ve rüzgâr enerjisini de depolayarak 7 gün 24 saat çalıştırabiliyorsunuz.
Bu depolama teknolojisi yeterli mi peki? Dünyada bu depolamaya yetecek kadar maden ya da ham madde var mı? Elektrikli araçlara geçilirse çok büyük bir pil ve dolayısıyla lityum sorunu yaşanmayacak mı? Bu enerji depolama sorunu nasıl aşılacak?
Enerjinin yüzde yüzünün yenilenebilir enerjiden sağlanamayacağını söyleyenlerin en büyük argümanı da bu. Belki süreç içinde bazı sorunlar yaşanabilir ama özellikle ‘Pompaj depolamalı HES’ dediğimiz sistemlerin hiçbir depolama maddesine ihtiyacı yok. Bu sistemde HES tarafından bırakılan su aşağıdaki havzada biriktiriliyor. Elektriğin çok tüketilmediği ama çok üretildiği zamanlarda bu su tekrar HES sistemine katılması için yukarı pompalanıyor. Böylece fazla enerjiyi yeniden yukarıdaki HES’e depolamış oluyorsunuz. Ve ihtiyaç olduğunda, yani güneşin ya da rüzgârın az olduğu, elektrik tüketiminin arttığı zamanlarda bu depoladığınız enerjiyi serbest bırakıyorsunuz. Bu en doğal depolama sistemi. Dünyada bu şekilde yüz binlerce MW kurulu güç var. Ama maalesef Türkiye’mizde bu sistemler henüz yok. Bu konuda çok yavaş ve geriyiz.
Ayrıca batarya teknolojileri de çok ucuzladı. Şu anda Avrupa’da ev tipi depolama sistemleri milyonlarca var. Tek başına Almanya’da dahi kullanan hâne sayısı milyona yaklaştı. Bu sistemler de ülkemizde yok denecek kadar az. Ama ben genel olarak bir depolama krizi beklemiyorum. Zaten yenilenebilir enerji yatırımlarının büyük kısmı AB ve G7 ülkelerinde. Fosil yakıt zengini Orta Doğu ülkeleri ve gelişmemiş ülkeler bu konuda çok büyük yatırımlar yapmadığı için çok ciddi bir sıkıntı görülmüyor şu anda.
‘Türkiye’nin yaptıkları devede kulak’
Türkiye’de durum nasıl, son zamanlarda temiz enerjiye yatırım yapıyoruz ama bu ne kadar yeterli?
Bu konuda çok yavaşız. İhtiyacımıza ve potansiyelimize göre yaptıklarımız devede kulak diyebiliriz. Geçen yıl Hollanda, bizim 10 yılda kurduğumuz güneş enerjisi santrallerini (GES) bir yılda kurdu. Nüfusu bizim beşte birimiz kadar olduğuna göre, bu da bizden 50 kat hızlılar demek.
Almanya’da 3 milyonun üzerinde çatıda güneş enerjisi var, bizde 3 bin tane bile yok. Bizim bu temiz enerjiyi özellikle halka yaymamız lazım. Eğer evlerde üretilen elektriğe güzel bir alım fiyatı verilirse, insanlar buraya yatırım yapar. Yastık altı dediğimiz paralar böyle bir yatırıma kanalize edilebilir. Dünyada şu anda böyle. Sadece Almanya’da değil. ABD’de 4 milyon, Avustralya’da 3 milyondan fazla çatıda bu sistemler var. Çin’i zaten anmaya gerek yok. Onlar müthiş bir kurulum yaptılar. Biz bunu halka yayamadık ve şu andaki en büyük sıkıntımız da bu.
Türkiye’de GES yatırımıyla enerji üretimini genelde büyük şirketler yapıyor. Bu durum kapasitede sorunlar oluşturuyor. Ama hâne bazında ya da küçük işletme olarak GES yapıldığında kapasite sorunu da yaşanmıyor. Çünkü enerji üretildiği yerde tüketiliyor ve şebekenin kapasitesi de kullanılmıyor. Aksine şebeke yükü hafifletiliyor ve böylece şebeke de korunmuş oluyor. Yeni bir şebekeye ihtiyaç duyulmuyor. Ama bu konuda çok yavaşız.
Bu yavaşlığın nedeni nedir? Devletin tekel olması mı? Özel sektörün kısıtlı şekilde girebilmesi mi? Enerji şirketlerinin lobileri mi? Tam olarak nedir?
Bunun birkaç nedeni var. Birincisi tekelleşmiş belli başlı bazı devasa enerji şirketleri, insanların kendi elektriğini üretmesine sıcak bakmıyor. Çünkü onlar hem enerji üretiyor hem de dağıtım yapıyor. Kendi enerjinizi ürettiğinizde kendilerine rakip görüyorlar.
Diğer taraftan insanlar evde elektrik üretip kullandığında şebeke işleticisi bundan çok para kazanamayacak. Bu da enerji şirketlerinin ‘dağıtım bedeli’ olarak topladığı gelirleri düşürecek.
- Her isteyen evinde elektrik üretip devlete rahat satabilmesi lazım
- Bir ev, kendi çatısına kurduğu güneş panelleriyle kendine yetecek enerjiyi sağlayabilir mi? Bizde zaten ev kavramı yok da apartman diyelim. Bir apartman çatısındaki paneller, o apartmanı enerjide bağımsız yapabilir mi?
- Çok büyük apartmanlar için bu mümkün çok değil. Müstakil evlerde, köy evlerinde, villalarda mümkün. Ayrıca dünyadaki mantık, bu tür küçük santralleri ihtiyaç bazlı kurmak değil. Ben de Almanya’da yüzlercesini kurdum. Orada mantık, çatınıza ya da uygun bir alana kurduğunuz GES’ten elde ettiğiniz enerjiyi devlete satmak üzerinedir. Zaten müstakil bir evin çatısından elde edilen güneş enerjisi o hânenin kullanımı için genelde fazladır. Evinin ihtiyacı 2-3 kilovat olan insanlar, 5-30 kilovat potansiyelli GES’ler kuruyor. Kalanı da devlete rahatlıkla satabiliyor. Hatta Almanya geçtiğimiz yıl ilginç bir şey yaptı ve ürettiği elektriğin tamamını devlete satması için insanları teşvik etti. ‘Enerji açığımız var, kim ne kadar satabilirse alırım’ dedi ve insanlardan çatıda ürettiği elektriği piyasa toptan fiyatından satın aldı.
‘Dünyada küçükler Türkiye’de büyükler korunuyor’
Bu yöntem herhangi bir teşvike de gerek bırakmıyor. Şu anda Türkiye’de de çatıdan elektrik üretmek isteyen insanlardan o elektrik ortalama fiyattan satın alınsa, bir kuruş teşvik vermeye bile gerek kalmaz. Ve milyonlarca insan da bunu yapar. Yeter ki devlet bunun önünü açsın. Türkiye’de halkın önünde mevzuattaki kısıtlamalar ve âdil olmayan paylaşım sistemi gibi bir engel var.
Ülkemizde genelde büyük araçlar, küçük araçlara ya da araçlar yayalara yol vermez. Enerji piyasamız da böyle. Türkiye’de enerji piyasası da trafikteki yazılı olmayan kurallar gibi. Yani öncelik her zaman büyüklerindir. Oysa gelişmiş ülkelerde bunun tam tersi yapılır. Önce küçük ve zayıf olana hak verilir.
3 milyon hânenin çatısında 30 bin megavat elektrik
Almanya’da ‘evlerin çatıları zaten küçük, saatte 3-5 kilovat (kW) enerji üretseler ne olacak’ diye düşünülmüyor. Çünkü damlaya damlaya göl olur mantığını kavramışlar. Almanya’daki 3 milyon hâne çatısında 10’ar kW elektrik gücü hesaplasak, sadece halkın kendi kendine kurduğu elektrik gücü 30 bin megavata (MW) denk geliyor. Türkiye’de şu anda devlet ve özel sektörün kurduğu GES’lerin toplam elektrik gücü 10 bin MW. Yani Almanya’da sadece halkın kurduğu gücün üçte biri. Buna devlet ve şirketleri de kattığınızda 70 bin MW’tı çoktan geçti Almanya’da.
Bu açıdan elektrikte ‘küçük’ denilmemesi lâzım. Zaten küçük ev tipi üretimler bu elektriğin ihtiyacı kadarını yerinde kullandığı için şebeke açısından avantajı var. Biz ürettiğimiz elektriğin yüzde 20’ye yakınını dağıtım ve iletim hatlarında kaybediyoruz. Bu da üretim ve dağıtım şirketleri tarafından gizli gider bedeli olarak yansıtılıyor. Yani hem vatandaş bu yönden kazanacak hem Cumhurbaşkanımızın dediği ‘yastık altı birikimlerini ekonomiye kazandıracak’ hem de devlet kendine gelir sağlayacak.
Devasa enerji üretim ve dağıtım şirketleri bu âlemin kralı
Şu anda bir vatandaş çatısına böyle bir sistem kurmak istese nasıl bir süreç işler?
Şu anda evinizin çatısına böyle bir sistem kurmak görünüşte yasak değil. Ama mevzuatlar sizi boğuyor. Hatta âdeta ‘yapma’ diyor. Diğer taraftan sistemi kurup elektrik ürettiğinizde ve fazlasını satmak istediğinizde bunu şebekeye aktarmanız gerekiyor. Fakat şebekeye aktardığınız, elektrik dağıtım şirketleri tarafından tüketiciye iletiliyor ve onların sizden istediği dağıtım bedeli, devletin elektrik için size ödediğinden fazla çıkıyor. Yani hem sisteme elektrik vereceksiniz hem de bunun için üstüne para vereceksiniz. Dünyada böyle bir sistem yok. Ve bu açıkça ‘yapma’ demek oluyor. Dağıtım bedeli normal şartlar altında devletin size ödemesinin beşte birini geçmemesi gerek.
Bunun değiştirilmesi için bir çalışma ya da niyet var mı? Şahısların elektrik üretip devlete satması yakın zamanda mümkün olacak mı?
Hayır, bu konuda uzun yıllardır somut bir şey yapılmıyor, hatta bazı haklar vatandaş ve şirketler aleyhine daha da kötüleştirildi. Enerjide tekelleşmiş şirketler, bu işte hegemonya olan güçler ve bizim ithalata bağımlı olmamızı isteyen cenahlar engelliyor bunu. Konudan anlamayanlar ‘teknik sorunlar’ bahane gösterilerek kandırılıyor, konuyu bilenlerin bir kısmı ise ülke menfaatlerini değil kendi ve başka ülkelerin menfaatleri düşünüyorlar.
Müjde fırtınası bir anda kesildi
Geçen yıl ülkenin değişik yerlerinde, Karadeniz’de, Güney Doğu’da doğal gaz ve petrol bulunduğuna dair müjdeler peş peşe geldi. Fakat sonra bu müjde fırtınası bir anda durdu. Bu bulunan gaz ve petrol, yenilenebilir enerjilere alternatif olabilir mi?
Orada çok büyük abartılar oldu. 2023’te gelen gaz, bizim ihtiyacımızın yüzde 6’sını karşılayacak. Ama zaten bizim gaz ihtiyacımızda her yıl yüzde 7-8 kadar artış olur. Bu artışı da tam karşılamıyor. Kesin miktarları bilmiyoruz, ama Karadeniz gazı anlatıldığı kadar verimliyse yine de iyi bir keşif. Gabar’da bulunan petrol, bizim normal ihtiyacımızın yüzde 1’i bile değil. Basına yansıyanlar doğruysa, Şehit Aybüke kuyularında miktarlar biraz daha yüksek. O kuyulardan petrol ihtiyacımızın yüzde 5-10’u kadarını karşılayabileceğiz. Zaten petrolde kendimize yeterliliğimiz yüzde 8 kadar. O kuyulardakiyle birlikte bu yüzde 15’e kadar çıkabilir. Sonuç olarak en iyi ihtimalde bile bu kuyulardan çıkanlar ihtiyacımızı karşılamadığı gibi, ihtiyaç artışlarımızı bile tam karşılamaya yetmiyor çoğu zaman!
Bizde prosedürlerle boğuluyor Almanya'da izne bile gerek yok
Peki, ne yapmak lâzım bu konuda. Vatandaş olarak pek bir şey yapamayacağımız ortada. Düzenleyici kurumlar ne yapmalı?
Devletin bu konuda halkın önünü açması lâzım. Avrupa’daki ve gelişmiş diğer ülkelerdeki gibi halkın enerji üretip bunu satabilmesinin önü açılırsa kesinlikle halkımız buna yatırım yapar. Halka karşı ‘cahil, bilgisiz, yatırım yapmayı bilmiyor’ gibi suçlamalar yapanların aksine halk bu yatırıma sıcak bakar. Binlerce insan bunun için başvuru yapıyor ama bunlar ya ‘kapasite yok’ deniliyor ya da karmaşık prosedürlerle boğuluyor. Üretip satmak isteyenler de mağdur oldu. Yüzlerce şirket, EPDK’ya bu yüzden dava açtı. Son dönemde yapılanlar küçük yatırımcılarda, şirketlere de güven vermiyor. Devletimizin savıcısının bu düzenlemeler yatırımcıdaki kurumlara güveni zedeler görüşü bildirdiği halde, hukuk da alt üst edilerek geriye yönelik yatırımcı aleyhine kararlar verildi, önceden verilen haklar geri alındı. Bu bağlamda önü açılmayan ve güven verilmeyen halk buna yatırım yapmaz tabi. Güneş enerjisiyle sıcak su elde etme konusunda dünyada ilklerdeyiz. ABD ve Çin ile yarışıyoruz. Yani halkımız bu konuda girişken ama aynı sistemle elektrik ürettiğinde prosedürlere takılıyor. Burada prosedürler azaltılmalı. Vatandaşın sistemi kurması kolaylaştırılmalı ve devlet de üretilen elektriği satın almalı.
Mesela, Almanya’da bu küçük sistemleri kurmak için izne dahi gerek yok. Haber vermek yeterli. Ve biz bir hâne çatısına tüm evrak işleri dâhil 2 haftada bu sistemi kurabiliyorduk. Türkiye’de bu niyetle yola çıksanız, sadece 5-6 ayınız izin almak ve evrak toplamakla geçiyor. Projelendirme safhasıyla birlikte bu bir yılı buluyor.
Olur da sistemi şirket olarak kurabilirseniz ürettiğinizi satma ve devletin alım garantisi verme aşamasında sıkıntı var. Şirket sistemi kurmuş ama ona ‘en fazla tükettiğin kadar satabilirsin’ deniliyor. Adamın çatısında yeterli yer var ve üretime katılmak istiyor. Türkiye’yi ithalattan gücü oranında kurtarmak istiyor. Ama pratikte ‘satamazsın’ diyen bir yönetmeliğimiz var. Tükettiğim kadarını sattım, kalan enerjiyi ne yapacağım? Burada bir sıkıntı var.
- ‘Nükleer de bizi kurtarmayacak’
- “Nükleer enerji de bizi enerji bağımlılığından kurtarmayacak. Çünkü bizde nükleer teknolojisi olmadığı gibi yakıt da yok. Santrali bazı ortaklıklarla kuruyoruz ama o santraldeki en önemli şey yakıt. Ne kadar müthiş santraller yapsak da yakıtımız yok. Uranyumumuz da yok, onu zenginleştirecek teknolojimiz de.
- Akkuyu nükleer santralinde kullanılacak yakıtlar Rusya’dan gelecek. Orada hazırlanacak, orada zenginleştirilecek ve bu konuda bizimle bir teknoloji paylaşımı da olmayacak. Yani biz yine Ruslardan enerji satın alacağız. Yatırımın en az yüzde 51’i Rusya’ya ait olacak ve hiçbir şartta kesinlikle devredilemeyecek, Rusya milli santrali olarak kalacak. Yani yine Rusya’ya bir bağımlılık sözkonusu.
- Nijer’deki darbeden sonrada görüldüğü gibi, uranyum ve enerji fiyatlarını her olayda yükselten Rusya bunu kullanacak. Daha önce kömür ve doğal gazda yaptığı gibi ‘artık bu fiyattan vermiyorum’ diyecek. Biz bunun alternatifini hazırlamadığımızda, Rusya şalteri isterse kapatabilecek. Akkuyu’da fazla yapılacak bir şey yok, ortada yapılmış bir anlaşma var. En azından bundan sonrasını yapmamak lâzım. Ya da kabul ederse Rusya ile Akkuyu için yeni bir anlaşma yapmak lâzım. Bundan sonra da nükleer yatırımlarına girmemek gerek. Çünkü hem ekonomik değil hem dışa bağımlılığı artırıyor, hem de çok riskli. Üstelik Çözüm bulunamayan atıkları da cabası. Çünkü Akkuyu’nun getirdiği az bir faydanın yanında, 60 yıl içinde bize 300 milyar dolarlık fazladan bir maliyeti olacak.”
‘Sömürge ülkesi değiliz ama öyle muamele görüyoruz’
Siz, Türkiye’nin enerjide bağımsızlığını yenilenebilir enerjide görüyorsunuz. Bunun gerçekleşmesi için ne kadarlık temiz enerjiye ihtiyacımız var ve bunun dağılımı nasıl olmalı?
Enerjideki tekelleşme kırılabilirse, şahsi üretimin, KOBİ’lerin ve sanayicilerin önü açılırsa her açıdan avantaj sağlanır. Hem yerinde tüketim artar hem vatandaşa yeni bir yatırım kolu açılır. Türkiye’nin şu anda yıllık 2 bin MW civarı güneş enerjisi santrali (GES) kurma hedefi var. Bunun 10 bin megavata çıkmaması için bir neden yok. Rüzgâr enerjisinde 5 bin megavat hedef koyabiliriz. HES’ler konusunda müthiş bir potansiyelimiz var ve kullanamıyoruz. Fizibilitesi yapılmış, teknik ve ekonomik olarak uygun, 200 milyar kilovat saat civarı bir potansiyelimiz var ama geçen yıl 60 milyar kWh kadar ürettik. Yani orada potansiyelin üçte birini bile kullanamıyoruz. Temiz enerjinin temel güç olmayacağı, güneş veya rüzgâr gittiğinde üretimin duracağını söyleyenler, HES’leri göz ardı ediyor. Dünyada HES oranı fazla olan ülkelerde, mesela Avusturya’da ne nükleer santral var ne de kömür santrali. Biz, elektrikte yüzde 20’lerde olan HES üretimimizi en az yüzde 40’a çıkarmalıyız. Bu bile bize depolamalarla günümüzde temel baz güç olarak yeter!
Ayrıca çok iyi jeotermal enerji potansiyelimiz ve Biyoenerji alanında müthiş atıklarımız var. Tarım ülkesi olarak tarım atıklarımız var. Çöp atıkları var. Bunları da sisteme kazandırdığımızda yenilenebilir temiz enerji güvenilir 7 gün 24 saat temel güç olmasının önünde hiçbir engel kalmaz.
Jeotermalde Avrupa’nın en iyisiyiz. 60 bin megavat civarında müthiş bir jeotermal potansiyelimiz var. Sadece keşfedilmiş olanlardan bahsediyorum, keşfedilmeyi bekleyenler daha fazla. Ama kullandığımız güç sadece 5 bin MW civarı. Yani onda birini bile kullanamıyoruz. Bunların hepsini değerlendirebilirsek, 2030’larda elektrik ihtiyacımızın tamamını %100 temiz yenilenebilir enerjiden temin edebiliriz.
Anlattıklarınızdan anladığım kadarıyla büyük bir ‘yeşil enerji’ denizinin üzerinde oturuyoruz.
Doğru, evet.
Ama bunu değerlendiremiyoruz. Sebebi ise piyasayı yönetenlerin baskısı ve kanun koyucuların da düzenleme yapmaması.
Kanun koyucunun konuyu bilmemesi aslında. Bu durum da çok üzücü çünkü bu mesele bir memleket meselesi. Geçen yıl 100 milyar dolara yakın enerji ithalatı yaptık. Cari açığımızın en büyük nedeni bu enerji ithalatı. Bu açıdan baktığımızda paramızın şu anda değer kaybetmesi ve enflasyonun sebebi de bu. Gıda fiyatlarındaki artışın nedeni de enerji. Üretimin her alanı enerjiye bağımlı. Yani bu pahalılığın temelinde de enerji var. Ama enflasyonun asıl nedeni olan enerji ithalatına ve pahalılığına yenilenebilir enerji ile çözüm aramamızı istemeyenler, yani ülkemizin menfaatini istemeyenler bizi bilinçli olarak ‘faiz artırma’ vb. gibi yollarda çözüm arattırıyorlar.
Hiçbir şey bilmiyorsak, ABD ve AB’nin bunu nasıl çözdüğüne bakmamız lâzım. Onlar bile bizim kadar enerjide dışa bağımlı olmamasına rağmen tamamen yenilenebilir sistemlere yöneldiler. Üstelik çoğunun potansiyelleri bizim kat kat altımızda olmasına rağmen. Evet tam bir enerji denizinin üzerinde oturuyoruz ama Afrika’ya kaynaklarını kullandırtmadıkları gibi bize de enerjimizi kullandırtmıyorlar. Sömürge ülkesi değiliz ama öyle muamele görüyoruz. ABD bize kömür satıyor ama yenilenebilir enerjiye bizden daha fazla yatırım yapıyor. ABD’de fosil yakıtların her türlüsü var, nükleer santralleri var. Temiz yenilenebilir enerjiye bizim kadar zaruri ihtiyaçları dahi yok. Ama hem güneşte hem rüzgârda yatırımları bizden kat be kat fazla. Yani kirli enerjilerini, enerji çöplerini bize satıyorlar, kendileri temiz enerjiye yöneliyor. Biz ise elimizdeki müthiş potansiyeli görmeyip yanlış işlere yöneliyoruz. Bu da ekonomimizden sağlığımıza kadar çok büyük olumsuz etkilere neden oluyor.