Durun her şey bitmedi, Hüseyin kodlarımızı tamir ediyor!

Gençler büyüklerden, büyükler de gençlerden uzaklaşıyor, doğrudur. Bir evladın sanal dünyanın büyüsüne kapılıp gözden ve -Allah korusun- gönülden uzaklaşma riski, sokaktaki en kötü arkadaştan daha tehlikeli, evet. Fakat kısa vadede bir orta yol var.
Gençler büyüklerden, büyükler de gençlerden uzaklaşıyor, doğrudur. Bir evladın sanal dünyanın büyüsüne kapılıp gözden ve -Allah korusun- gönülden uzaklaşma riski, sokaktaki en kötü arkadaştan daha tehlikeli, evet. Fakat kısa vadede bir orta yol var.

On yaşındaki bir çocuk Z kuşağının kodlarıyla oynadı biraz. On yaşındaki bir çocuk, belki de evlatlarından umudu kesen anne-babalara “durun her şey bitmedi” dedi. Gerçekten de henüz biten, geçen ve tam olarak kopan bir şeyler yok. Sıkıntı var, evet. Gençler büyüklerden, büyükler de gençlerden uzaklaşıyor, doğrudur. Bir evladın sanal dünyanın büyüsüne kapılıp gözden ve -Allah korusun- gönülden uzaklaşma riski, sokaktaki en kötü arkadaştan daha tehlikeli, evet. Fakat kısa vadede bir orta yol var.

En başından söyleyeyim sosyal medya mecraları ve özellikle de Twitter’ın kurumsal olarak da sosyolojik olarak da bir vicdanı yok. Aksine buralar, itibar cellatlarının hüküm sürdüğü, birilerinin başka birilerinin ayağını kaydırma, yok etme, piyasadan silme gibi husumetler güttüğü insan ve zaman tüketim merkezleridir. Bu hiç de iyi niyetli olmayan birilerinin içinde, toplumun hemen her kesiminden şahıslar mevcut. Siyasetçi, gazeteci, sinemacı, şarkıcı, sporcu, yarışmacı, partili, partisiz, sıradan veya fenomen diye sınıflandıracağımız her insan tipi bu ‘birileri’ dediğimiz şemsiyenin altına giriyorlar.

 Ancak şimdi İdlib’te yaşayan 10 yaşlarındaki Hüseyin’in Twitter’da yayınlanan videosuna ve sonrasında yaşananlar dikkat çekerek, toplumun, özellikle de gençlerde merhamet duygusunun baskın olduğuna anlatmaya çalışacağım…
Ancak şimdi İdlib’te yaşayan 10 yaşlarındaki Hüseyin’in Twitter’da yayınlanan videosuna ve sonrasında yaşananlar dikkat çekerek, toplumun, özellikle de gençlerde merhamet duygusunun baskın olduğuna anlatmaya çalışacağım…

Twitter’da zaman zaman çok güzel gündemler de oluyor. Çok sayıda güzel örnek verebilirim. Ancak şimdi İdlib’te yaşayan 10 yaşlarındaki Hüseyin’in Twitter’da yayınlanan videosuna ve sonrasında yaşananlar dikkat çekerek, toplumun, özellikle de gençlerde merhamet duygusunun baskın olduğuna anlatmaya çalışacağım…

Fakat öncesinde kısaca “merhametsiz gençlik merkezleri” meselesine değinmem gerekiyor.

  • Gençlerle ilgili şikâyetler, serzenişler ve onlar adına bir gelecek korkusu inşa etmek hemen her neslin yetişkinlerinin değişmez gündemi. Yani 1980’lerin ebeveynleri de kendi evlatlarından, yeğenlerinden, mahallenin delikanlılarından şikâyetçiydi. Doksanların da. Ne var ki; bu şikâyetler genellikle saygı, hürmet, giyim, kuşam gibi genel örf-adetler üzerinden olurdu. İki binlerin gençliği ise daha farklı ve ağır suçlamalarla muhatap. Nedeni ise internet.

“Z kuşağı” olarak tanımlanan bu neslin tüm kodlarının bozulduğuna dair bir kanaat var. Bu düşünce ise “X kuşağı” tarafından dillendiriliyor. “X kuşağı kim” derseniz, 1960’larda doğan, büyüyen ve televizyon kültürü üzerine yaşayan nesil. Televizyon, mâlum günümüzde çok eski ve artık neredeyse taş devrinin iletişim aracı muamelesi görüyor. Yeni neslin, geleneklerden uzaklaşıp kopma eğiliminde olduğu düşüncesinin, Netflix dizilerindeki sanal-gerçek karakterler ile perçinlendiğini özellikle vurgulamak gerekiyor.

“Z kuşağı” olarak tanımlanan bu neslin tüm kodlarının bozulduğuna dair bir kanaat var. Bu düşünce ise “X kuşağı” tarafından dillendiriliyor. “X kuşağı kim” derseniz, 1960’larda doğan, büyüyen ve televizyon kültürü üzerine yaşayan nesil.
“Z kuşağı” olarak tanımlanan bu neslin tüm kodlarının bozulduğuna dair bir kanaat var. Bu düşünce ise “X kuşağı” tarafından dillendiriliyor. “X kuşağı kim” derseniz, 1960’larda doğan, büyüyen ve televizyon kültürü üzerine yaşayan nesil.

Yani dönemin neslini anne ve babalar değil, dijital içeriklerin üretilip yayınlandığı platformlar yönetiyor. Netflix, YouTube, TikTok ve benzeri diğer mecralar devrin sanal öğretmenleri ve haliyle de hem rol model üretme hem de sunma merkezleri olmuş durumda. İçinde bulunduğumuz dönemin anne-babaları, öğretmenleri ve kültür üreticileri de devreden çıkarılma, yok sayılma sendromu yaşıyorlar bir taraftan. Nesiller arası köprülerin, (anne-baba ve çocuk) karşılıklı atılma aşamasına gelmesinin birçok nedeni ve tespitleri var. Bu meseleyi uzun uzadıya konuşup çözümler üretmek gerekiyor fakat ben İdlib’e ve Hüseyin’e dönmek istiyorum.

  • Videosu başta da dediğim gibi Twitter’da bir gazeteci tarafından yayınlandı. Suriye savaşının tüm çaresizliklerinin yaşandığı İdlib şehrinde on yaşlarında bir çocuk, kendisi ile yapılan röportajda kısacık hayatının bir günlük büyük hikâyesini anlatıyor. Adı Hüseyin. Sokaklardan topladığı naylonları satarak günde elde ettiği 3 TL ile evine ekmek götürdüğünü söylüyor. Buraya kadar çok normal aslında. Sokaklarda çalışan binlerce çocuk var böyle. Hemen hepsinin de amacı evlerine ekmek götürmek.

Ancak Hüseyin farklı. Başka bir gayesi var. Allah eğer ona rızık verirse Peygamber Efendimiz için fakirlere iki kilo patates alıp dağıtmak istediğini dile getiriyor. Kendisi üç aydır patates yememiş olan Hüseyin, gazetecinin “Sende ekmek parası yokken nasıl dağıtırsın” sualini ise “Allah bize rızık verir amca” karşılığı ile ortadan kaldırıyor âdeta.

Sonrasını sosyal medyayı yakında takip edenler an be an gördü izledi. Bir Tweet ile başlayan sosyal medya seferberliğine şahitlik ettik. Videosunu Yeni Şafak’ta yayınladığımız andan beri telefonlarımız susmadı. Arayan herkes Hüseyin’e ulaşmak ve yardımcı olmak istiyordu. Twitter’da yazılan binlerce mesaj okudum. Profillerine baktım. Yüzde 90’ı gençlerdi. Hüseyin ve İdlib için çırpınırcasına paylaşımlar yapıyorlardı. Sayısız mesaj aldım onlardan. Bir şeyler yapmak üzere fikirlerini iletiyorlardı.

 Hüseyin ve İdlib için çırpınırcasına paylaşımlar yapıyorlardı. Sayısız mesaj aldım onlardan. Bir şeyler yapmak üzere fikirlerini iletiyorlardı.
Hüseyin ve İdlib için çırpınırcasına paylaşımlar yapıyorlardı. Sayısız mesaj aldım onlardan. Bir şeyler yapmak üzere fikirlerini iletiyorlardı.

“Evde yediğimiz patatesten utanıyorum” mesajı attı biri. Bu duygu, bu hassasiyet çok önemli. Evde yediğimiz patatesten utanacak bir şey yapmadık oysa. Ama duyulan bir mahcubiyet vardı. Bir baba ile yazıştım. “Çocuklar evde çok huzursuz oldular. Oğlan telefonunu eline almadı kaç saat. Hüseyin bizi perişan etti. Biraz da kendimize getirdi. Alttan alta sevinçliyim aslında. İdlib’e yardım ulaştıran bir derneğe yardım ettik ve öyle rahatladılar” dedi.

On yaşındaki bir çocuk Z kuşağının kodlarıyla oynadı biraz. On yaşındaki bir çocuk, belki de evlatlarından umudu kesen anne-babalara “durun her şey bitmedi” dedi. Gerçekten de henüz biten, geçen ve tam olarak kopan bir şeyler yok. Sıkıntı var, evet. Gençler büyüklerden, büyükler de gençlerden uzaklaşıyor, doğrudur. Bir evladın sanal dünyanın büyüsüne kapılıp gözden ve -Allah korusun- gönülden uzaklaşma riski, sokaktaki en kötü arkadaştan daha tehlikeli, evet. Fakat kısa vadede bir orta yol var.

Gerçek hayatı, sanal hayatın içine bir şekilde katmak gerekiyor. Dokunmak, hissetmek, üzülmek, ağlamak, merhamet duymak, yardıma koşmak… Bunlar Twitter’da da mümkün. Doğru içerikler, güvenilir ve rafine bilgiler üretmek, insan hikâyelerini tüm gerçekliği ile yansıtmak gerekiyor. Bu içerik bazen Hüseyin’in 45 saniyelik videosu olur bazen de önemli birinin hayat hikâyesi. Duyguyu vermesi yeterli.

Hüseyin’in videosundan sonra takip ettiğim paylaşımlar bana bunu bir kez daha gösterdi.