‘Dünyadaki insanların yarısı ölse ne olur ki?’
Çin’in kaypak, güvenilmez huyu, Rusya’nın tüm çatışmalarında ortaya çıktı. Her zaman güçlüden yana olan ve gücünün yettiği her muhatabına üstünlük sağlamaya çalışan Çin, 2008 Gürcistan savaşında Rusya’ya örtülü destek verdi. Gürcistan’la arasındaki iyi ilişkilere rağmen, BMGK’da Rusya’dan taraf oldu. 2014 Kırım işgalinde de aynı tavrı takınan Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde işgalin kınanmasına karşı çekimser kalarak Rusya’yı destekledi.
Ukrayna ve Rusya arasındaki gerginliğin bölgede yâhut da genel bir savaşa yol açması durumunda Çin’in nasıl tutum takınacağını anlamak için, Çin’in geçmiş iki dünya savaşındaki pozisyonuna bakmak gerekiyor.
Birinci Dünya savaşı başladığı sıralarda Çin, iç çatışmalar nedeniyle karmaşık bir dönemden geçiyordu. Ekonomisi tek kelimeyle çökmüş ve başı da Japonya ile dertteydi. Hatta Japonya, Çin’i sömürge hâline getirmek için istikrarlı bir şekilde işgal faaliyetleri yürütüyordu. Tarih boyunca korkaklığını acımasızlıkla bastırmaya çalışan, uydurduğu efsanelerle de acımasızlığına kahramanlık kılıfları arayan Çin, dünyanın geri kalanı kanlı bir savaş yürütürken gölgesine sığınacak bir despot arıyordu.
Savaşan ülkelere ‘kuli’ pazarladı
Aradığı gölge çok da uzakta değildi. Asya’yı sömüren İngilizler ve hevesli Fransızlar, Çinli yöneticilere güvenilir hâmiler gibi göründü. Böylece savaş başladığında tarafsız kalmayı tercih eden Çin, Japon işgali ve Alman etkisine karşı İtilaf devletlerinin gölgesine sığındı. Fakat Çin’de kimse eline silah alıp savaşmaya hevesli değildi. Zaten damarlarında da savaşçı bir kan akmıyordu. Çin yönetimi o günlerde de insanları gerektiğinde harcanabilecek bir ‘kitle’ olarak görüyordu ve öyle de yaptı. İngiltere ve Fransa ile anlaşma yapan Çin, Avrupalı müttefiklerine 50 bin ‘insan’ vermek için anlaştı. Fakat bu 50 bin kişi silahsız olacaktı ve hiçbir çatışmaya girmeyecekti.
Osmanlı ve Alman İmparatorluğu’na karşı insan gücüne ihtiyacı olan İtilaf devletleri, bu 50 bin Çinliyi tepe tepe kullandı. ‘Kuli’ dedikleri bu insanlara siper kazmak, yük taşımak, ceset gömmek, karargâhlardaki angaryaları yapmak ve hatta mayınlı arazilerini temizlemek gibi işler verildi. Çinlilerin de bu işlerden şikâyetleri yoktu. Hatta bu 50 bin kişinin tamamı, Çin’deki hayat şartlarından kaçan gönüllülerden oluşuyordu.
ABD savaş gemisini vurunca savaş Çin için bitti
Savaş boyunca çatışmalara girmekten çekinen Çin, savaşın bitmek üzere olduğu 1918’de göstermelik de olsa nihayet eline silah almaya karar verdi. Bunu da, bildiği en iyi yöntemle yaptı. Yangtze nehrinden geçen yabancı gemilere rast gele saldırmaya başladı ve bir Amerikan savaş gemisini vurduğunda sıcak çatışma macerası Çin için başlamadan bitti. Öldürdüğü ABD askeri için tazminat ödeyip en iyi bildiği işe yani Avrupalılara köle satmaya geri döndü.
Savaş bittiğinde daha önce Avrupa’ya giden 50 bin Çinlinin ise çoğu geri dönmedi. Bunların 20 bini mayın temizlerken ya da Avrupalıların kötü muamelesi nedeniyle ölürken, kalanlar Avrupa’da saklanmayı tercih etti.
İki savaş arasında Mao sahneye çıktı
Çin’de asıl karışıklıklar Birinci Dünya Savaşı’nın ardından başladı. Komünist diktatör Mao, 1928’de Çin Kızıl Ordusu’nu kurarak topraklarını işgal etmeye devam eden Japonya’ya karşı ayaklandı. Avrupa’da faşist ırkçılığın yükseldiği günlerde, Çin ve Sovyet Rusyasında da komünist ırkçılık revaçtaydı.
Mao ve beraberindeki komünistler, Çin’de büyük bir işgal faaliyeti yürüten Japonya ve batılılara daha yakın olan Ulusal Kuvvetlere karşı savaşıyordu. 1938’de Hitler Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlediğinde, Çin’de Maocular, ulusalcılar ve Japonlar kanlı bir kavganın içindeydi. Japonya’nın 1941’de Pearl Harbor’da ABD’ye, 1942’de ise Singapur’da İngilizler saldırması, Çin için en büyük şans oldu. O güne kadar savaşını Asya’da devam ettiren Japonya, Böylelikle batıya kafa tutarak büyük savaşa dâhil oldu ve Çin için de kurtuluş ışığı göründü. 1945 yılı, 15 yıl süren Çin-Japon savaşını da bitirdi.
1945’de iki atom bombasıyla hem savaşını hem de Japonya’nın işini bitiren ABD, Çin’de de Mao ve ulusalcılar arasında görüşmeleri yürütüyordu. Fakat savaş bittikten sonra, Çin neredeyse tamamen kendi haline bırakıldı. Maocular 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurana kadar da, komünistler ülkeyi bir baştan bir başa kana buladı.
5 maddelik ‘şirinlik maskesi’
Sovyet Rusyasında Stalin, Çin’de ise Mao kendi halklarına ve topraklarındaki farklı etnik gruplara kan kusturuyordu. Stalin’in yolundan giden ve onu model alan Mao için de ‘insan’ın bir önemi yoktu. “İnsan mı sosyalizm içindir, sosyalizm mi insan için?” sorusunun cevabı Mao için çok netti. Bu yüzden Stalin’in kanlı imajı, kısa sürede Çin’e de bulaştı ve batılı ülkeler Mao’nun Çinine çok hoş bakmamaya başladı. Ama 1953’te Stalin ölünce, Çin gözünü açtı ve bu imajı değiştirmek için bazı ‘şirinlikler’ yapmaya başladı. 1954 yılında başta Hindistan olmak üzere komşularıyla bir anlaşma imzalayan Çin, 5 maddelik bir doktrin uydurarak dünyanın gözünü boyamaya çalıştı. Bugün bile geçerli olduğu iddia edilen ve Çin’in ikili diplomatik ilişkilerine temel oluşturan bu prensipler şöyleydi:
- 1- Toprak bütünlüğü ve egemenliğe karşılıklı saygı
- 2- Karşılıklı saldırmazlık prensibi
- 3- Birbirinin iç işlerine müdahale etmemek
- 4- Eşitlik ve karşılıklı fayda
- 5- Barış içinde birlikte var olmak
Modernleşelim derken 45 milyon insanı öldürdü
Stalin’den sonra Sovyetlerin başına geçen Kruşçev, daha ılımlı bir politika izliyor ve insânî değerleri ön plana alacağını iddia ediyordu. Mao ise bu durumdan hiç hoşlanmadı. 1950’deki Kore Savaşında ilk ve en büyük iş birliğini yapan iki ülkenin arası, 4 yıl sonra geri dönülmez şekilde açılmaya başladı. Fakat 1950’lerde Sovyetler uzay çalışmaları yapıyordu ve iki kutuplu dünyanın süper güçlerinden biriydi. Çin’in ise ona kafa tutacak gücü yoktu.
Sovyetlerden nükleer enerji ve roket konusunda küçük yardımlar alan Çin, 1957’de de atom bombası teknolojisi almak için anlaştı. Ama o tarihte ABD ile arayı düzeltme ihtimali doğunca, Kruşçev anlaşmayı rafa kaldırdı. Sovyetler tarafından sırtından bıçaklanan Çin, çareyi kendi sanayisini geliştirmekte aradı ve 1958’de büyük bir sanayi atılımı yapmaya karar verdi.
1958-1961 yılları arasında Çin Komünist Partisi tarafından gerçekleştirilen bu atılımda “kolektifleştirme yoluyla ülkeyi tarım ekonomisinden sosyalist bir topluma dönüştürmek” amaçlanıyordu. Fakat ‘komünist kafasıyla’ yapılan bu atılımda insan faktörü yine geri plana atıldı ve işler sarpa sardı. Yanlış planlamalar yüzünden ülkede büyük bir kıtlık baş gösterdi. 3 yıl içinde Çin’de 45 milyon insan açlıktan öldü. Atom bombası yapmak için yola çıkan Çin, İkinci Dünya Savaşı sırasında tüm dünyada ölen insanların toplamına yakın sayıda insanı 3 yılda açlıktan öldürdü.
3. Dünya savaşını ABD önledi
1960’larda Çin ve Sovyetler arasında ipler iyice gerildi. Çin, Sovyetleri sosyalizmden kopmakla eleştirdi. 1963’te ise Mao, Sovyetlerin yeni bir tür kapitalist devlete dönüştüğünü iddia etti. Bir komüniste edilebilecek en büyük hakaret karşılıksız kalmadı ve Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ülkeleri, Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerini tamamen kopardı. Çin, bunun üzerine Sovyetleri ‘Çin için emperyalizm'den daha büyük bir tehlike’ olarak ilan etti. Bazı ABD raporlarına göre Sovyetler 1969 yılında Çin'e nükleer saldırı düzenlemenin eşiğine geldi, fakat ABD böyle bir saldırının Üçüncü Dünya Savaşı çıkaracağını söyleyince saldırıdan vaz geçti. Hatta ABD, çıkacak yeni bir dünya savaşında Rusya’ya karşı Çin’in yanında olacağını açıkladı. Yani o günlerin Amerikası, Rusya ve Çin arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa, Çin’i tercih edeceğini açıkça duyurmuştu.
‘Yoldaş’ların yolu hiç birleşmedi
İki sosyalist ülke, 30 yıla yakın bir süre düşman kardeşler gibi yaşadı. Arada diplomatik ilişkiler olsa da, zaman zaman savaşın eşiğine kadar geldiler. Hatta Kamboçya-Vietnam savaşında birbirlerine kurşun bile sıktılar. Buzların erimesi ise 1980’lerin sonunu buldu. Gorbaçov zamanında Sovyetler Çin ile yeni bir sayfa açmak için harekete geçti. Hatta açtı da. Ama birkaç yıl sonra SSCB dağıldı ve Çin, dünyadaki en büyük sosyalist devlet olarak siyaset sahnesinde yalnız kaldı.
Çin, SSCB döneminde bile ‘emperyalist ve kapitalist’ olarak gördüğü Rusları, Rusya kurulduktan sonra da farklı bir kefeye koymadı. İki ülke arasında halen ‘güvensizliğe dayalı’ soğuk bir diplomatik ilişki bulunuyor. Sovyetlerin dağılması ise, Çin için bulunmaz bir fırsat oldu.
Eski Sovyet topraklarına oynuyor
Asya’da hâkimiyet kurmak için 1990’ların başından itibaren harekete geçen Çin, Türk Cumhuriyetleri ile ilişkisini her geçen gün artırıyor. Fakat bu ilişkiler daha çok borçlandırma ve ticarette bağımlı hâle getirme şeklinde ilerliyor. Mesela pandemi yılı olan 2020’de Çin, Rusya’yı geride bırakarak Özbekistan’ın en büyük ithalatçısı oldu. Kazakistan ise 1 yılda Çin’e en fazla borcu olan beşinci ülke konumuna geldi.
Eski sosyalist bloğu ülkelerinden Ukrayna ile Çin arasındaki ilişkiler de, Sovyetlerin dağılmasının ardından başladı. İlk diplomatik ilişkiler 1992’de kuruldu. 1998’de ise en büyük ve en karmaşık ticaretleri gelişti. Çin, Sovyet döneminden kalma uçak gemisi Varyag’ı Ukrayna’dan satın almak için uzun süre uğraştı. Rusya ve Ukrayna’nın tek şartı, geminin asla savaş gemisi olarak kullanılmamasıydı. Çin bu konuda iki ülkeye teminat verdi. Gemiyi turistik ve ticari amaçlarla kullanacağını resmen taahhüt ederek satın aldı. Fakat gemiyi Çine ulaştırmak için boğazlardan geçirmesi gerekiyordu. Türkiye, güvenlik gerekçeleriyle bu geçişe önce izin vermedi. Çin, 1 milyar dolar teminat ve yılda en az 1 milyon Çinli turist taahhüdüyle boğazlardan da geçiş hakkı aldı ve Ukrayna gemisini ülkesine götürdü.
Hiçbir sözünü tutmuyor
2001 yılındaki bu alışveriş, Çin’in bundan sonraki ticaretinde ve diplomatik ilişkilerinde nasıl bir yol izleyeceğinin de delili oldu. Çin, Rusya ve Ukrayna’ya verdiği sözleri hiçe sayarak Varyag’ı savaş gemisine dönüştürdü. Türkiye’ye taahhüt ettiği 1 milyon turist ise hiç gelmedi.
Buna rağmen Çin ve Ukrayna arasındaki ilişkiler devam etti. Çin, Ukrayna’nın en büyük altyapı yatırımcısı konumunda. Ülkedeki büyük otoyollar ve köprüler Çinli şirketler tarafından yapılıyor. Çin ayrıca Kırım’da 10 milyar dolarlık bir liman projesi yürütüyor. Kırım’daki anlaşmalarını Ukrayna ile yapan Çin, Kırım 2014’te Rusya tarafından işgal edildiğinde bir anda taraf değiştirdi. Ukrayna’yı karşısına alan Çin, eski düşmanı Rusya’dan taraf oldu.
Kırım el değiştirince Çin de taraf değiştirdi
Çin’in kaypak ve güvenilmez huyu, Rusya’nın tüm çatışmalarında ortaya çıktı. Her zaman güçlüden yana olan ve gücünün yettiği her muhatabına üstünlük sağlamaya çalışan Çin, 2008 Gürcistan savaşında Rusya’ya örtülü destek verdi. Gürcistan’la arasındaki iyi ilişkilere rağmen, BMGK’da Rusya’dan taraf oldu. 2014 Kırım işgalinde de aynı tavrı takınan Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde işgalin kınanmasına karşı çekimser kalarak Rusya’yı destekledi.
Hatta geçtiğimiz ay bir açıklama yapan Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijian, Ukrayna’ya bir ültimatom vererek Kırım konusunda ticari zorluk çıkarmamasını, Çin ile olan ilişkilerini de pazar kurallarına göre sürdürerek siyasileştirmemeye çağırdığını söyledi. Böylece Çin, bir ülkeden istediğini elde ettiği sürece o ülkedeki yönetimin kimin elinde olduğuyla ilgilenmediğini de dünyaya ilan etti.
Çin’in 3. Dünya savaşına bakışı
Bugüne kadar hiçbir ülke ile dostluk bağı kurmayan, gizli ajandalar ve ticari oyunlarla dünyaya yayılan Çin’in muhtemel bir dünya savaşında kimden yana olacağının cevabı en belirsiz sorulardan biri.
- Uzmanlara göre Çin’in en büyük korkusu,
- • Rusya’nın yeniden Orta Asya’da güçlenerek buradaki kazanımlarını elinden alması.
- • Bu yüzden Rusya’nın Ukrayna’da daha fazla hâkimiyet kurmasını da istemiyor.
- • Fakat geçmiş tecrübeleri, Rusya’ya kafa tutacak cesareti de Çin’e vermiyor.
ABD Başkanı Biden’ın oğlunu yıllık 10 milyon dolar maaşa bağladığı da bilinen Çin, şimdilik ‘herkesi idare etme’ politikası izliyor. Bugünkü Çin’in kurucusu Mao’nun 1957 yılında ‘üçüncü dünya savaşı çıkarsa ne olur?’ sorusuna verdiği cevap ise, Çin’in eline fırsat geçmesi durumunda bu savaşın önceki hiçbir savaşa benzemeyeceğini gösteriyor:
“Bir savaş çıkarsa kaç kişinin öleceğini düşünelim. Bugün dünyada 2,7 milyar insan var, bunun üçte biri yok olabilir. Eğer bu sayı yarıdan fazla olursa, 1,5 milyar civarı insan ölebilir ve yine 1,5 milyar civarı insan hayatta kalabilir. Ancak sonuçta emperyalizm yerle bir edilecek ve bütün dünya sosyalist olacaktır. Ardından birkaç yıl içerisinde dünya nüfusu tekrar 2,7 milyar olur.”