Diskotek adam
Gündelik kullanımdan kalkan bir tabir diskotek. Makara teybin akabinde gelen kasetçalar, ardından walkman ve nihayetinde CD ve günümüzde sanal imkânlar. Evet, avam nezdinde plâk tesmiye edilen bakalit diskin akıbetini hazırlayan da başka bir nevi disk aslında.
40-50 sene evvel böyle miydi hâlbuki? Yerli-yersiz çıkardı karşımıza diskotek tabiri; aslî mânâsının yanında (bazen de dışında) nice yan mânâ ve kıymet hükmü taşırdı içerisinde. Şimdilerin ‘okumak’ tabiri nevinden: Yerine göre tevil, yerine göre tefsir, yerine göre tahlil, yerine göre mânâlandırma, yerine göre kıymetlendirme... Bazen de düpedüz anlama... Ve daha niceleri. Gelgelelim bütün bu birbirinden farklı mânâlardan herhangi birinin yerine, birini öbürlerine tercih edercesine kullanılmıyor okumak tâbiri; hepsi muhtevî bir tarzda söyleniyor; üstelik entelektüel bir marifet edasıyla.
İlk mânâsı, bir şahsın veya eğlence yeri tarzındaki bir müessesenin plâklarının mecmuu. Meselâ “Falancanın diskoteği tam bana göre” ifadesi, orada çalınan veya bulundurulan plâkların, bu cümleyi kuran kişinin zevk ve tercihine muvafıklığını dillendirir. Dolayısıyla şahsi veya müessesevî bir diskoteğe sahiplik, birçok plâğa sahiplik değil, bir tarzda yekûn teşkil edecek miktarda plâk biriktirmek (veya bulundurmak) demek. Ve oradan bir zevk bütünlüğüne ulaşmak meyli.
İlk küresel fenomen: Disko
Dansı da beraberinde getiren bu nevi eğlence yerlerinin 80’lerdeki remz mekânı diskotekler...
Daha çok tercih edilen kısaltmasıyla diskolar. Disko aslen bir gece kulübü ama onu benzerlerinden ayıran hususiyeti, kendi namıyla tesmiye edilen bir dans eşlikçisi müzik nevi mânâsına da gelmesi. Funk, soul, salsa ve bolca pop tınılarını hâvi melez bir müzik tarzı; dans tahrikçisi bir tarz.
Bir diskoyu disko yapan şey, diskoteği... Saman alevinden de hızlı harlanıp yanmaya mahkûm bu tarzın en esaslı hususiyeti, insanı hangi hızla dansa sürüklüyorsa aynı hızla kendinden bezdirmesi. O yüzden de hiçbir zekâ ve yaratıcılık nümûnesi barındırması beklenmeyen bir disko parçasının yerini hızla bir başkasına bırakması zaruri. Dolayısıyla müzik tarzı mânâsında disko dediğimizde vals gibi bir dans müziğinden bahsetmediğimiz açık. Gene de fazla tahfif etmeyelim çünkü 70’lerde doğan, ama en fazla 10 sene yaşayabilen bu tür, günümüzde bir yandan trans veya techno, öbür yandan house türüne bürünerek yaşamaya devam etmekte. Kendi gitti ama tarzı kaldı yadigâr.
Demek ki tam burada şöyle bir tefrike gidebiliriz: Ferdî diskotekler şahsî zevklere yaslandığı için envâî çeşit olabilecekken; disko, bar, pub, bistro ve cafe nevi müesseselerdeki diskotekler avâmî dolayısıyla pop olmak mecburiyetinde. O yüzden de bu ve benzeri mekânların diskotekleri sık sık yenilenir, maddeten eskimese bile gözden düşmüş plâklar elden çıkarılırdı.
50 kuruşa bir şarkı
Bir de jukebox denilen, şimdilerin yiyecek-içecek otomatı benzeri bir makinesi vardı diskoteğin. Popüler şarkıcıların en pop parçalarını muhtevî 45’liklerden müteşekkil, yarı otomatik bir koca pikap aslında bahsettiğim. Filmlerden aşinasınızdır. Siz çayınızı, kahvenizi, meşrubatınızı veya içkinizi (Türkçede oturmuş ‘meşrubat’ ve ‘içki’ nüans farkı ayrımına dikkatinizi çekmek isterim.) yudumlarken, tıpkı evinizdeymiş gibi istediğiniz parçayı dinleyebiliyordunuz bu aletle. Ücreti mukabilinde elbette.
Bir nevi dolap şekilli bu aletin ön yüzündeki numaralı listeden istediğiniz parçayı seçiyor, ardından kumbarasına bozukluğunuzu atıyor ve seçtiğiniz şarkının numarasını tuşluyordunuz; makine de otomatik bir şekilde arşivindeki 45’liği pikaptaki gibi bir mekanizma vasıtasıyla buluyor, plâtforma yerleştiriyor ve kolun ucundaki iğne vasıtasıyla okuyor; akabinde de aletin yanlarındaki hoparlörlerinden seçtiğiniz şarkı çalmaya başlıyordu. Siz de hem bedeninizi hem de ruhunuzu besliyordunuz birkaç dakikalığına. Kumbaraya bozuklukları sıraladığınız müddetçe aynı parçayı veya başkalarını dilediğiniz kadar dinleyebilirdiniz. Veya ortam fizîken müsaitse yanınızdakiyle dans da edebilirdiniz.
Bu diskotek makinelerinin içerisindeki 45’likler sık sık değiştirilmek mecburiyetindeydi. Öyle ya, insan bu; cennetten bile bıkan mahlûk. O yüzden de meşhur şarkıcıların gözde parçalarının yerini bir yenisi aldığında, meselâ bir şarkıcının üç ay önceki bir parçasının artık o diskotekte yerinde yeller eserken yenisiyle karşılaşabiliyordunuz; teselli makamına. Zâten piyasayı belirleyen asıl müteharrik kudret radyoydu. Her nevi zevke (Burada pekâlâ zevksizliğe de diyebiliriz.) seslenen yüzlerce istasyonuyla radyo, televizyondan çok daha fazla piyasanın kondüktörüydü. Siz eğlenmek için dışarı çıktığınızda o günlerin en beğenilen parçalarını elinizin altında bulabiliyordunuz ya; gerisi ne gam.
Muhatabını dinlemek veya duymak
Bazı insanların jukebox makineleri gibi bir haslet taşıdıklarını, hatta böylesi bir hâletle ‘çalıştıklarını’ fark ettim. Hem de pek yeni. Onları ‘diskotek-adam’ diye tesmiye ettim. Acımasız bir ad gelebilir size ama isabetsiz değil galiba.
İzah edeyim:
Bazılarımız, tıpkı bu makineler gibi etrafımızdaki eşhasa dair âdeta bir nevi 45’likler biriktirir. Nereli, ne sever, ne sevmez, neyle meşgul, mesleği ne, medeni durumu ne, kaç çocuğu var, hangi hastalıklarla mustarip, neler onu sevindirir, neler mutsuz kılar, son vakitlerde onu neler rahatsız karşılıkları... A ve B yüzlerinden müteşekkil, o kişiye özel malûmatı havi bu 45’likler, o kişiyle karşılaşıldığında veya bazen o kişinin bahsi geçtiğinde, tıpkı o diskotek makinesi gibi istiflendiği yerden çıkarılır ve bir pikabın o plâğın bir yüzünü ‘okuması’ gibi varolan bilgilere ulaşılır; akabinde de icap eden sözler söylenir, sorulması gereken suâller sorulur. Ardından da o kişinin 45’liği adeta canlı canlı yeniden ‘kazınır’.
Diskotek-adamlar gayet medenî bir şekilde etrafındaki insanların hâlleriyle hâlleşir, dertleriyle dertleşirler. Zahiren ama. Aslında tıpkı o diskotek makineleri gibi, kendi çaldıkları parçaları dinlemez, isteseler de dinleyemezler hatta. Öte yandan bütün bu hassas mekanizma, etrafındaki insanları ‘duymamak’ maksadıyla inşâ edilmiştir.
Her dem taze 45’lik
Bir tanıdığa rastgelindiğinde ona ait 45’lik itinayla hafıza dolabından çıkarılır, evvelâ kayıtlı malûmat gözden geçirilir, icap eden sorular sorulur ve tıpkı biten bir 45’lik gibi görüşmenin akabinde lüzumlu değişikliklerden sonra ona ayrılmış yere itinayla geri yerleştirilir; bir daha ki karşılaşmada tekrar ‘kullanmak’ maksadıyla.
Burada dikkatimi çeken husus şu: Diskotek-adamın nezdinde karşısındaki bir dost veya ahbap değil, adeta bir müşteri. Ona lâyığınca muâmele için de hakkındaki malûmatı hafızasına kaydetmeli ve yeri geldiğinde de çıkarıp kullanabilmeli. Böylece muhatabında beklediği tesir hâsıl olsun: “Müşteri velinimetimizdir.” memnuniyeti... Doğru, asrımızda Müşteri İlişkileri Yönetimi denilen ve CRM şeklinde kısaltılan anlayış.
Öte yandan diskotekadamlar bütün zâhirî alâkalarına rağmen muhataplarını asla hiç dinlemez. Sadece icap eden kayıt değişiklikleri için dinler; bu kadar. Gerisi, yani o dinlenilen şeylerin içerdiği hisler asla içselleştirilmez; muhatapla hakiki mânâsıyla bir hemhâllik kurulmaz. Zaten diskotek-adamlıktan maksat, o ruhî/hissî alış-verişten ihtiraz değil mi?
Tespit edeceği zaaflarını yeri geldiğinde suiistimal maksadıyla muhatabını dinleyenlere nispetle diskotekadamlar evlâ elbet; orası ayrı.
Diskotek makineleri piyasadan kalktı, ama yerlerini mebzul miktarda distotek-adamlara bırakmadı mı sizce de? Peki, bu tespiti yaptım ve size ifade etmekten geri durmadım diye ben diskotek-adamlıktan azat mı sayılmalıyım?
Peki siz?