Darbe... Hile... İşte CHP!...
Ali Şükrü Bey hadisesiyle oluşan karambolde meclisin kapatılması nedense okul kitaplarını yazanların ilgisini çekmiyor. Üstelik fesih kararı salt çoğunluğa dayalı, üçte iki kuralı çiğnenmiş. İslam Ansiklopedisi de bu konuda susmayı tercih ediyor. Peki, bu millet geçmişte yaşananları nasıl öğrenecek? Evet, Birinci Meclis’in Birinci grubu yani CHP, İkinci Grubun tasfiyesi sonrası hayat buluyor. Tablo şu: Rakip partinin sözcüsü öldürülmüş, diğer mensuplarıysa meclis kapatılmak suretiyle bertaraf edilmiş.
CHP’nin Türkiye siyasetinde kırılması mümkün olmayan nice rekora imza attığını biliyor muydunuz? 70 senelik iktidar görmemişlik sadece ülke değil aynı zamanda bir dünya rekoru. Ufak tefek partiler hiçbir coğrafyada iktidar yüzü göremez. Ama ülkenin kurucusu olmakla övünen bir parti söz konusu olduğunda işin rengi değişir.
Bu rekora en uzun süre Ana Muhalefet Partisi olmayı da ekleyelim ki CHP’nin ülke ve dünya rekorlarına bir yenisi daha eklenmiş olsun.
Türkiye’de bugüne dek iktidara gelmiş nice parti tarihin karanlık dehlizlerinde yitip gitmişken en eski parti olduğu bilinen CHP’nin hala ayakta oluşu başka bir rekor. 9 Eylül 1923 tarihinde kurulan partinin hangi enkazın üzerinde yükseldiğini bilmeden anlamaya çalışmak beyhude bir çaba olur. Bir insan hakkında doğru düzgün kanaate sahip olmak isteyen nasıl ki geçmişini araştırma, kimi zaman çocukluğuna ve aile şeceresine inme ihtiyacı duyarsa CHP’yi anlamak için de işin evveliyatına kadar inmek gerekiyor. Ancak işin evveliyatına inildiği takdirde bugünkü yaşananlar geniş açıdan izlenebiliyor ve hadiseler yerli yerine oturuyor.
1 Nisan 1923 tarihini duydunuz mu?
Ülkemizde hemen herkes tarafından bilinen belli başlı tarihler mevcut. Mesela TBMM’nin açılış tarihini bilmeyen yok gibidir: 23 Nisan 1920. 23 Nisan günü, meclisin açılması yanında sonradan çocuk bayramı olarak kutlanacaktır. Mustafa Kemal tarafından 1929 yılında çocuk bayramı olarak kutlanması talimatı verildiği söylense de 27 Mayıs 1935 tarihinde çıkarılan kanunun bize sadece ‘Ulusal Egemenlik Bayramı’ndan bahsediyor oluşu elbette ilginçtir.
Çocuk bayramı’nın resmiyet kazanması çok sonra, 1983 yılında gerçekleşir.
Neyse, mevzuya gelelim. Birinci Meclis olarak da bilinen ilk TBMM’nin açılış tarihini kalın kafalarımıza mıh gibi çakmakta pek mahir okul kitapları niçin 1 Nisan 1923 söz konusu olduğunda dut yemiş bülbüle döner. Sahi, ilk meclis ne zamana dek açık kalmıştır? Bakın, bu konuda en güvenilir kaynaklarımızdan birinde, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde aynen şu ifadeler yer alır:
“Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar vererek 16 Nisan 1923’te çalışmalarını sona erdirdi. Böylece oluşum biçimi, amaçları ve bu amaçlarını gerçekleştirmekte gösterdiği kararlılık, yurt ve millet sevgisi, devlet ciddiyeti, özveri, millî saygınlık bakımından alınması gerekli derslerle dolu bir meclis olarak tarihteki yerini aldı.”
Olan biteni objektif bir üslupta aktaracak kadar ‘ilim haysiyetine’ sahip miyiz? Önce bunu tartışmaya açmak lazım. Söyleyin efendiler! TBMM niçin durduk yere 1 Nisan 1923’de seçimlerin yenilenmesine karar versin ve 16 Nisan’da çalışmalarını sona erdirsin?
Dökülen kan, tasfiye edilen İkinci Grup
Birinci Meclis iki gruptan oluşuyor. Birinci grup, sonradan CHP kadrosunu oluşturacak kimselerden müteşekkil. Lideri belli, Mustafa Kemal. İkinci grup ise daha mütedeyyin isimlerden oluşan kadro. Herkesin “Beli sultanım” diyerek boyun eğmek zorunda olduğu bir lideri yok. Fakat ateşli mi ateşli bir sözcüsü var: Ali Şükrü Bey.
Ali Şükrü Bey Lozan’daki İsmet Paşa heyetinin performansından memnun değil. Fazla taviz verildiği görüşünde. Bir milletvekili olarak eleştiri hakkını kullanıyor. Fakat bu eleştiri Mustafa Kemal’in sabrını taşırıyor. 6 Mart 1923’de ikili, mecliste fena halde kapışıyor. 27 Mart günü Ali Şükrü Bey aniden ortadan kayboluyor. Cesedi Ankara’nın civar köylerinden birinde gömülü olarak bulunuyor.
İnfazı gerçekleştiren Topal Osman’ın üzerine Çankaya muhafız taburu gönderiliyor. Ölü olarak ele geçirilen katilin tuhaftır, başı da kesik.
Ali Şükrü Bey hadisesiyle oluşan karambolde meclisin kapatılması nedense okul kitaplarını yazanların ilgisini çekmiyor. Üstelik fesih kararı salt çoğunluğa dayalı, üçte iki kuralı çiğnenmiş. İslam Ansiklopedisi de bu konuda susmayı tercih ediyor. Peki, bu millet geçmişte yaşananları nasıl öğrenecek?
Evet, Birinci Meclis’in Birinci grubu yani CHP, İkinci Grubun tasfiyesi sonrası hayat buluyor. Tablo şu: Rakip partinin sözcüsü öldürülmüş, diğer mensuplarıysa meclis kapatılmak suretiyle bertaraf edilmiş.
Terakkiperver Fırka nasıl tepelendi?
Birinci Meclis’in İkinci Grubu’nu kan döküp darbe yaparak tepeleyen CHP, tam iktidar nimetlerini muhalefetsiz bir ortamda gövdesine indirecekken karşısında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı buldu. 17 Kasım 1924 günü kurulan fırka kısa zamanda muhalif yüzünü göstermeye başladı. Terakkiperver Fırka’nın kuruluşunda danışıklı döğüş bulunmadığı için CHP için gerçek manada bir tehdit arzediyordu. Mustafa Kemal’in bir zamanlar yanında bulunan isimlerden oluşan bu yeni parti, ‘Tek adamlığa karşı kadro hareketini’ savunuyordu.
Rakip CHP’yi çok iyi bildiği için açık vermemeye azami dikkat gösteriyor, dindar kimliklerinden dolayı CHP’nin saf dışı bıraktığı isimlere kapısını zinhar açmıyordu.
Fakat bu yeterli olmayacaktı. İsmet İnönü anılarında rakibi Terakkiperver Fırka hakkında aynen şunları yazacaktı:
“Terakkiperverin kuruluşu zamanında, memlekette bize karşı körüklenmiş olan dini hissiyattan bilerek istifade etmek maksadı vardı.”
Nitekim Şeyh Sait isyanı bahane edilerek 5 Haziran 1925 tarihinde parti kapatılırken ilgili Bakanlar Kurulu gerekçesi şöyle diyordu:
“Diyarbakır İstiklal Mahkemesinin takibat ve muhakematı esnasında dahi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın resmi mümesillerinin fırka programında mevcut ‘efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkâr olmak’ esasını memleketi dinsizlikten kurtarmak iddiay-ı irticakeranamesine vasıta-i telkinat ittihaz ettikleri ve bu yüzden son irtica ve isyanın tezahüratı esasında bir çok vahim hadisat vukua geldigi sabit olmuştur.”
Günümüz Türkçesine özetlersek; parti programında “Fikirlere ve dini inançlara saygılı olmak” diye bir ifade varmış, Terakkiperver Fırka memleketi CHP dinsizliğinden kurtarmak için bu ifadeyi her yere yaymaya başlamış. İşte bu yüzden irtica azmış ve Şeyh Sait isyanı çıkmış.
Kazım Karabekir’e kurulan tuzak
Meseleyi kendi hatıratında anlatan partinin önde gelen isimlerinden Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’in Fethi Okyar’ı kendisine gönderip partinin şubelerini lağvetmesini rica ettiğini söyler. Maksat bellidir: Parti şubeleri lağvedilince Şeyh Sait isyanında rol oynadıkları kendileri tarafından kabul edilmiş olacaktır.
Hileyi sezen Karabekir’in Fethi Okyar’a verdiği cevap şöyledir:
“Bizim Kürtlük mıntıkasında teşkilatmız bile yoktur. Diğer teşkilatı lağvettiğimiz takdirde dahi hadiseyi fırkamıza yüklemek kolay olmaz mı? Bunun ne burada ne de fırkamızda münakaşasına dahi tahammülümüz yoktur. Biz bu teklifi reddediyoruz. İsterse kuvvetiyle fırkamızı dağıtsın. Ben fırka reisi olmak sıfatıyla en evvel göğsümü istibdat süngüsüne karşı gererim.”
Halk danışıklı döğüşü bile CHP’ye tercih etti
CHP’nin halk nezdindeki yerini en iyi anlatan hikaye ise Serbest Fırka tecrübesidir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tepelenmiş olsa da halkın CHP’ye diş bilediği Anadolu’nun dört bir yanından gelen haberlerle doğrulanmakta, biriken öfke parti yönetimini kara kara düşündürmektedir. Bir gün Mustafa Kemal, İsmet İnönü ile Fethi Okyar’ı aynı ortamda bir araya getirir ve şöyle der:
“Ben şimdi bir babayım, ikiniz de benim çocuklarımsınız. İkinizin arasında bana göre hiçbir ayrılık yoktur. Benim istediğim, sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisi’nde açıkça tartışılmasıdır. Büyük Millet Meclisi’nde, Türk milletinin gözü önünde konuşulamayacak hiçbir iş yoktur.”
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın temeli işte bu şekilde atılır. Fethi Okyar, kendisine verilen görevin yani CHP’nin karşısında partileşmenin ne denli tehlikeli olduğunu iyi bilmektedir, dolayısıyla tereddütler içindedir. Mustafa Kemal en yakınlarını hatta kız kardeşi Makbule Hanım’ı bile partiye yazdıracağını söyleyince, dahası iki parti arasında tarafsız kalacağını taahhüt edince çar naçar teklifi kabul etmek zorunda kalır.
Vaziyet gerçekten naziktir. Şeyh Sait isyanıyla gelen Takrir-i Sükun Kanunu 4 Mart 1929 tarihine kadar devam etmiş, memleket olağanüstü bir dönemden geçmiştir. CHP’nin yerel yöneticileri bu dönemi fırsat bilip iyice azmış, halk neredeyse canından bezmiştir. Üstüne üstlük bütün dünyayı kasıp kavuran ekonomik buhran, yokluklar içerisindeki ülkeyi inim inim inletmektedir.
Kim kimi kandırıyor?
12 Ağustos 1930’da yola çıkan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu da, kapanışı da apayrı hadisedir. Kuruluşunda İsmet İnönü’nün çelişkili ifadeleri göze çarpar. Mesela kendi hatıratında şöyle der:
“Nihayet bir gün kendimizi ansızın Yalova’da Serbest Fırka kurulması için giriştiği teşebbüsün karşısında bulduk. Fakat biz, aramızda fırka teşkilini konuşmuş değiliz. Böyle bir siyasi fırka teşkil etmek lazım geldiğini bana Yalova’da söyledi.”
Oysa düzenli olarak tuttuğu defterlere bakıldığında 20 Nisan 1930 Pazar günü şu notu düştüğü görülür:
“Akşam Gazi ile Marmara’da. Yeni intihap. Muhalif fırka intihabı. Fethi Bey’in muhalefet riyasetini görüştük.”
Fethi Okyar’ın hatıralarında ise daha ilginç bir durum göze çarpar. Mustafa Kemal aynı gece misafirleri dağıldıktan sonra yakın ekibinden Kütahya milletvekili Nuri Conker ve Yozgat milletvekili Salih Bozok ile başbaşa kalmış, bizzat kendi eliyle Serbest Fırka’ya yazdırdığı Conker’e şöyle demiştir:
“Siz aklınızca İsmet Paşa’ya muhalefet mi yapmak istiyorsunuz? İsmet Paşa’ya karşı muhalefet etmek haddiniz mi? İsmet Paşa yakında Sivas’ta söyleyeceği nutukta sizi paçavraya çevirecektir. Lozan’da Lord Curzon’u ve Avrupa murahhaslarını iskat etmiş (susturmuş) olan İsmet Paşa’ya karşı çıkanların aklına şaşarım.”
Conker vaziyeti ertesi gün Fethi Okyar’a bildirmiş, o da soluğu anında Mustafa Kemal’in karşısında almıştır. Aldığı cevap ise “Nuri’ye latife ettik”ten ibaret olmuştur.
CHP’yi ürküten gezi
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın 100 günlük kısa hikayesi CHP’yi korktuğuna uğratmıştır. 3 Eylül 1930 tarihinde başlayan ve on gün süren Batı Anadolu gezisinde halkın yeni partiye teveccühü her türlü yorumun üstündedir. CHP kurmaylarından İzmir milletvekili Mahmut Esat Bozkurt’un Mustafa Kemal’e söylediği “İzmir’de Fethi Bey’e karşı güçlü bir muhalefet mevcuttur. Fethi Bey’in İzmir’e gelmesi doğru değildir” sözünü yalanlarcasına İzmir halkı yeni partinin liderini görmek için rıhtıma koşar. 40 bin kişi CHP’ye gözdağı verircesine Fethi Okyar’ı bağrına basar. Bu teveccüh aslında Okyar’ın şahsına değildir.
CHP’nin karşısına kim dikilse halk onun tarafına geçmeye dünden hazır haldedir.
Serbest Fırka heyetinin şehre adım atmasıyla halkın öfkesi tavan yapar ve CHP binası taşlanır. Peşinden CHP destekçisi Anadolu gazetesinin matbaası, İzmir halkının hedefi olur. Bunun üzerine emniyet güçleri halkın üzerine ateş açar ve henüz 14 yaşındaki Necati isimli delikanlı can verir. 7 Eylül’de Alsancak Stadı’nda yapılan mitinge ise tam 50 bin kişi katılır. Stad bu büyük kalabalığa ev sahipliği yapacak durumda değildir. Kapılar yetersiz kalır, halk duvarları yıkarak içeri girer.
“Seçimleri jandarma kazandı”
Batı Anadolu gezisinin ardından 14 Ekim 1930’daki yerel seçimlere katılan Serbest Fırka, 37 vilayette aday çıkarır ve henüz çok yeni bir parti olmasına rağmen 502 seçim bölgesinden 31’ini önde tamamlar. Üstelik CHP’nin her türlü kumpasına rağmen. CHP’li valiler seçmenleri kendi partilerine oy vermeye zorlamakta, Serbest Fırka hakkında olmadık iftiralar atılmaktadır. Nitekim Serbest Fırka Bursa teşkilatı yapılan haksızlıklara dayanamaz ve seçimden çekilme kararı alır. Anadolu kaynamaktadır. Hadiseler İstanbul’a da sıçrar. Seçime ilişkin Mustafa Kemal, özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak’a aynen şöyle der:
“Seçimleri kazanan CHP değil, idare fırkasıdır.”
Yani jandarma, emniyet, kaymakam ve vali...
Serbest Fırka’nın intihar mektubu
Mustafa Kemal’in talimatıyla Serbest Fırka’nın başına geçen Fethi Okyar tehlikenin farkına varmıştır. CHP’nin karşısına dikilmek, Anadolu halkının sevgisine mazhar olmaktır amma aynı zamanda rejimin gözünde yaftalanıp tepelenmektir. Ve kendisi hiç de o işlerin adamı değildir. Hemen oturur ve partisinin intihar mektubunu yazmaya koyulur. Der ki:
“Büyük Gazimiz Mustafa Kemal Hazretleri’nin teşvik ve tasvibiyle Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı tesis etmiştim. Kanaatimce bu teşvik ve tasvip, tabiatiyle teşkil edeceğim fırkanın Gazi Hazretleri’ne karşı siyasi mücadeleye girmek ihtimalini bertaraf ediyordu. Esasen bu karar haricinde siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almayı hatırıma getirmemiştim. Halbuki tahakkuk eden şekle göre fırkamızın atiyen Gazi Hazretleri ile siyasi sahada karşı karşıya gelmek vaziyetinde kalabileceği anlaşılmıştır. Bu vaziyette kalacak siyasi bir teşekkülün mevcudiyetini fırka müessisi sıfatiyle muhafaza ve idameyi muhal buluyorum. Bu sebeble Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın feshine karar verdim. Bu kararın teşkilâtımıza tebliğini rica ederken bana itimat eden ve benimle teşriki mesai eden cumhuriyetçi arkadaşlarıma derin minnettarlığımı arz ederim.”
İşte CHP bu!...