Cumhuriyet’in milletle yüz yıllık mücadelesi
Cumhuriyet’in 100. yılında diktacı tek parti cumhuriyetinden demokratik cumhuriyete geçiş en temel meselemizdir. Kültleştirilmiş tek particilik, ideolojisiyle, bütün sistemi sarmış ikonografisiyle halkın seçimine meydan okumaya devam ediyor.
Cumhuriyet tek partili rejimini ne kadar sürdürebilirdi?
Şunu baştan söyleyelim: Türkiye çok partili hayata kendiliğinden geçmedi. 2. Dünya Harbi’nden sonra dış baskılar böyle bir geçişi mecburiyet hâline getirdi. Halkı küstürmekten öte, derinden yaralamış bir siyasetin sürdürücüsü olan CHP, bazı rötuşlarla halkı kandırabileceği zehâbına kapıldı. Asıl mesele “din”di. CHP, Fransız siyaset bilimci Maurace Duvarger’in ifadesiyle, Ortadoğu’da İslâm’ı geriletmek işini üstlenmişti. Bunu her şeyi göze alarak yapmaktan da geri kalmamıştı.
Halka sorulmadan, hatta halkın hissiyatı hiçbir şekilde dikkate alınmadan “inkılâplar” yapılmıştı. Fakat devran dönmüştü, artık seçimi bunca zamandır hiçe sayılan halk yapacaktı. Bu büyük hesaplaşmadan zaferle çıkmak umulabilir miydi? Seçime doğru bazı göstermelik değişiklikler yapıldı, imam hatip kursları filan açıldı. Millet inanmadı!
Siyaseten iktidar!
CHP kaybetti, fakat iktidar siyaseten değişti! Seçimi kazanan Demokrat Parti, gerçek iktidar değişikliğinin altyapısını oluşturamadı.
Siyasî iktidar değişmişti, fakat bürokrasi CHP’nin ideolojik iddialarını sürdürüyordu.
Devletten beslenen sermaye aynı yolda idi. Basın aynı şekilde ideolojik merkezin sesi olmaya devam ediyordu.
Bu şu sonucu doğurdu: Seçimle gelenleri iktidar işgalcisi olarak görmek ve göstermek!
“Cahil halk” din istismar edilerek kandırılmıştı! Halka rağmen halkı düşünen “halkçı” partiyi bu yüzden seçmiyordu! Bu yüzden seçim sonuçları meşru sayılmazdı.
Halk neden cahildi?
1950’ye geldiğimizde Türkiye’de okur yazarlık oranı bütün şişirmelere rağmen yüzde 30 civarındaydı. Bazı vilayet merkezlerinde (Isparta, Burdur, Amasya, Bolu, Çorum, Muş, Ağrı, Siirt gibi) lise yoktu. Memlekette üç üniversite vardı, yüksek öğretim gören öğrencilerin toplamı 10 bini bulmuyordu.
Cumhuriyeti temsil etmek iddiasında olan parti, ideolojik bir ilköğretimden ötesini programına almamıştı. Benimsedikleri pozitivizme göre dinin devri geçmişti; kısa süre içinde dindarlık bitecekti. Devrin meşhur Maarif Vekili Hasan Ali’ye göre, köy enstitüleri sayesinde beş-on yıl içinde memlekette dindar kalmayacaktı…
1950 seçimi bu iddiaları bıçak gibi kesti!
Seçimi kazanan Demokrat Parti, Türkiye’nin yakın dönem baskıcı geçmişini tarihe havale ederek yeni bir sayfa açabilirdi. 1932’de başlatılan Türkçe ezan dayatmasını iptal etmek sembolik olarak mühim bir işti. Fakat asıl büyük iş; tek parti CHP’sinin anayasasını değiştirmek, öğretim sistemini devrim tarihi düzmecelerinden temizlemek ve zihinleri bulandıran tek parti sloganlarını ortadan kaldırmaktı.
Gerçek inkılâp fırsatı kaçırıldı
Eğer bu başarılabilse idi, Türkiye’nin yakın tarihinin en büyük inkılâbı gerçekleştirilmiş olacak ve millet zihin yarılmasına uğramadan objektif ölçülerle yoluna, rasyonel bir yönetim tesis edilerek devam edecekti.
1950’den sonra CHP anayasası olduğu gibi duruyor, sadece 1940’lardaki “arılaştırılmış” metin eski hâline getiriliyor. Bürokrasi, sistemdeki ağırlığını koruyor. Eğitim sistemi, temel yapı içinde iğreti duran ufak tefek değişikliklerle devam ediyor. Basın, tek parti ideolojisinin propaganda cihazı olmayı sürdürüyor…
Demokrat Parti büyük bir fırsatı kaçırdı ve bu inkılâbı yapamadı. Hatta daha ötesi, CHP ideolojisini tahkim edecek işlere girişti. Dünyada benzeri olmayan 5816 sayılı “koruma kanunu”nu çıkardı. Türkiye’nin gerçek millet zeminine oturan Milliyetçiler Cemiyeti gibi sivil toplum kuruluşlarını kapattı, yayın organlarını engelledi.
Sonuç ne oldu?
İnkılâp yapamayan Demokrat Parti, inkılâpçı olduğunu iddia eden vesayet merkezleri tarafından darbe ile yönetimden uzaklaştırıldı. Anayasa onlara bu hakkı veriyordu! “Atatürk Cumhuriyeti” işgalden kurtarılmıştı!
Daha sonra Demokrat Parti’nin seçim başarısını Adalet Partisi de tekrarladı, o da 12 Mart Müdahalesi ile iktidarı bıraktı. Anavatan Partisi elde ettiği büyük çoğunluğa rağmen 1980 darbesinden sonra Anayasa’dan pekiştirilmiş CHP ilkelerini temizleyemedi. Bu yapılamadığı için ideolojik vesayet merkezleri siyasete sürekli müdahale etti. Bu müdahaleler sonunda 28 Şubat’a kadar vardı.
İrticâî bir müdahale: 28 Şubat
28 Şubat müdahalesi 21. yüzyılın eşiğinde en koyu tek parti dönemine dönüş için yapılmış gerçek manasıyla “irticâî” bir müdahale idi. Seçilmiş bir iktidar, yine “Anayasa’ya rağmen cumhuriyet yönetimini ele geçirmiş işgalci” muamelesi yapılarak yıkıldı.
Devleti, 1930’ların ideolojisi ile ve vesayet merkezlerinin gölgesinde sağlıklı şekilde yönetmek mümkün değildi. 28 Şubatçı iktidar acze düştü, bütün göstergeler tersine döndü. 2001 yılı 19 Şubatında devletin tepesinde “Anayasa kitapçığı krizi” patlak verdi. Millî Güvenlik Kurulu toplantısında eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlattı. Piyasalar allak bullak oldu. Bu göstermelik kriz ekonomik krizi körükledi.
Bu şartlarda seçim mecburiyet hâline geldi. MHP lideri Devlet Bahçeli, muhtemelen sonuçlarının partisi aleyhine olabileceği ihtimalini de göz ününde bulundurarak erken seçimin yolunu açtı. 2002 seçimlerinde koalisyon partileri tamamen tasfiye edildi. CHP geleneğinin iktidardaki temsilcisi Ecevit’in DSP’si, MHP ve ANAP bu tasfiyeye maruz kalan partilerdi. DP-AP geleneğinin devamı olarak görülen DYP de barajı geçemedi.
Böylece tek parti zihniyetine bulaşan, 28 Şubat vesayetçiliğini benimseyen veya ona yeterince karşı çıkamayan partiler siyaset sahnesinden silindi. Bu partilerden ancak MHP tekrar barajı aşıp, bir sonraki seçimde Meclis’e girebildi.
Tek parti anayasasını değiştirmek için yeni bir fırsat
2002 seçimleri seksen yıllık tek parti anayasasını değiştirmek için bir fırsat olabilir miydi?
Seçimi %33.43’lük oranla kazanan AK Parti’nin lideri cezaevinden çıkmıştı, ama siyasî yasaklıydı. Ancak bir yıl sonra siyasî yasağı kaldırıldı, Meclis’e girdi ve hükümet başkanlığını üstlendi.
AK Parti de bütün sağ iktidarlar gibi ekonomiyi, memleketin kalkınmasını esas aldı. Bir süre sonra ayağına dolaşacak kanunları, Anayasa’yı mühimsemedi. Öğretim sisteminde köklü değişiklik yapmadı, resmî kültürel alanı neredeyse olduğu gibi bıraktı. Bürokratik elit bütün değişmelere rağmen tek parti ideolojisini sürdürdü.
Cumhuriyet’in 100. yılında diktacı tek parti cumhuriyetinden demokratik cumhuriyete geçiş en temel meselemizdir. Kültleştirilmiş tek particilik, ideolojisiyle, bütün sistemi sarmış ikonografisiyle halkın seçimine meydan okumaya devam ediyor.