Cumhuriyetin 100. yılında ideolojik ikonlardan kurtulmak!
Yakın zamanda adliyeye işimiz düşmedi, yani bir mahkeme salonuna yolumuz uğramadı. Fakat geçenlerde bir ağır ceza mahkemesi dekoru dikkatimi çekti. Hâkimlerin fonunda en yukarıda ve ortada somurtkan ve hayli iri bir Atatürk maskı ve altında kocaman “Adâlet mülkün temelidir” ibaresi…
Bu dekor hangi zamanın işi?
Sanki “son 20 yılın” diyeceğim geliyor! Fakat çocukluğumdan Yassıada darbe Mahkemesi resimleri zihnime üşüşüyor. Mahkeme salonunda yüksek(!) hâkimlerin arkasında ve bir hayli yukarıda kocaman Atatürk başı ve altında “Adâlet mülkün temelidir” yazısı…
Buradan şunu çıkarabiliriz: İlk defa bu ikonografik dekor, adaletin dibe vurduğu Yassıada Mahkemesi’nde kullanıldı, ondan sonra da yaygınlaştırıldı.
Türkiye darbeleri reddetti, darbecileri geç de olsa yargıladı ve hatta mahkûm etti. Fakat ne Anayasa’dan darbecilerin koyduğu hükümleri çıkarabildi ve ne de mahkemelerinden bu ikonografik unsurları kaldırabildi.
Bizdeki onlarda yok
Adâlet dağıtılan yerlerde herhangi bir çağrışım yapacak, resim, yazı vs. unsura yer verilmemesi esastır. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya… mahkemelerini araştırdım. Dünyanın büyük devletleri, bizimkilerin literatüründe “ileri” ülkelerinin hiçbirinde, mahkeme salonlarında adâleti çağrıştıran terazi dışında bir şey yok. En fazla ülkenin bayrağı görülebiliyor.
Ama İran’da var
Böyle şeyler hangi ülkelerde olabilir? Nedense ilk İran aklıma geldi. Bir mahkeme salonu resmi buldum. Tahmin ettiğim gibi fonun sağ üstünde Humeyni tasviri! Çin ile ilgili resimde Mao’yu boşuna aradım. Hâkimlerin arkasında Çin devlet armasından başka bir şey yoktu! Demek ki sistem, komünist Çin’in kurucusu Mao’yu aşmış.
Kuzey Kore’nin gerisindeyiz
Vietnam’da mahkeme salonu resmi bulamadımsa da ABD ve Çin heyetleri ile ilgili bir toplantının yapıldığı salonun merkezi yerinde Hoşiminh’in büyük bir büstünü görüp, tahminde bulundum. Dünyanın heykel işlerinde en popüler ülkesi haline gelen Kuzey Kore mahkemesinin resmi ise beni şaşırttı. Fonda bayrak ve devlet armasından başka bir şey yoktu!
Şunu söylemek zorundayım: Bu hususta Kuzey Kore’nin gerisindeyiz!
İstiklâl Mahkemelerinde dahi yokken nasıl bütün mahkemelerin fonu oldu?
Darbecilerin icadı ile adalet dağıtmak
Şu soruları sorarak konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışalım: Siyasî mahiyetteki İstiklâl Mahkemelerinde ikonografik bir unsur var mıydı? Yoktu!
Bu soruyu, diğer mahkeme salonlarında zaten olmadığını bilerek soruyoruz. 1960 darbesine kadar ikonografik unsurlar mahkeme salonlarına sokulmamıştı.
İşe mahkemeden başladık, bu unsurların en son orada bulunması gerektiği gerçeğini dikkate alarak. Adâlet, kanun kitapları dışında (hâkimin vicdanı hariç) başka hiçbir şeye bakmaz. Mahkemeye düşmüş bir kimseye ideolojik bir hatırlatma yapamazsınız, hele de siyasî davaların çok olduğu bir ülkede. Türkiye’de mahkeme salonlarında Atatürk maskının bulunması başlıbaşına bir ideolojik hatırlatma hatta dayatma olarak yorumlanabilir.
Totaliter tek parti hukuku
Bir mahkeme salonuna ikonografik bir unsur yerleştirmek, yürürlükteki hukuk dışında bir hukuk dayatması olarak okunmalıdır. Atatürk ve döneminin hukuku -ki totaliter tek parti hukukudur, din, düşünce, ilim hürriyetini tanımayan bir hukuktur- mevcut Anayasa’da dokunulmazlaştırılmıştır. İnkılâp kanunlarının Anayasa’ya aykırılığı hakkında bir iddiada bulunamazsınız. Bu dahi esasta “inkılâp kanunları Anayasa’ya (bunu tabiî hukuk olarak da anlayabiliriz) aykırıdır” demektir.
Bu aykırılık bilindiği halde bir kısmı yüzüncü yılını, bazıları doksanıncı yılını doldurmak üzere olan “inkılâp kanunları” na kanunlar üstü meşruiyet tanımak, ideolojik devletin devam ettiği anlamına gelir. Türkiye, ideolojik devleti 1950 seçimlerinde reddetmiştir. Halk, ideolojik devletin sahibi CHP’yi seçmeyerek kararını ortaya koymuş, bugüne kadar da bu kararlılık devam etmiştir.
DP iktidardı ama muktedir değil
Buna rağmen seçimi kazanan Demokrat Parti, altı oklu ideolojinin Anayasa’daki, kanunlardaki yansımalarını reddetmek kudretini gösterememiştir. Maalesef! Siyaseten DP iktidardadır, ama bürokratik kurumlar, adalet mekanizması CHP ideolojisine göre işlerini yürütmektedir. Siyasî iktidarı bu kurumlar tahdit ettiği gibi CHP “rejimin ve inkılâpların sahibi” olarak hâkim bir mevkide tehdit etmektedir. Bu hususta cumhuriyet devrinde oluşturulmuş yarı sivil kurumlar ve basın organları da CHP’nin yanında saf tutmaktadır.
Seçim kazanmış başbakanın çaresizliği!
Menderes, seçimden hemen sonra
- Türkçe ezan okuma mecburiyetini kaldırmış,
- Din öğretimi ile ilgili adımlar atmış,
- İmam hatiplerin açılmasını sağlamış ve
- İktidarının son yıllarında da imam hatip mezunlarının devam edebileceği bir yükseköğretim kurumu, İslâm Enstitüsü’nün kurulmasının yolunu açmıştır.
Fakat ne pahasına?
‘Burnumun dibine bir masonu koydular’
Konuyla ilgili ziyaret talebinde bulunanları Başbakan Menderes gece yarısı gizlice ve arka kapıdan kabul etmiş, misafirleri kabul ettiği odanın kapısını içeriden kilitleyerek konuşmuştur. Başbakan'ın kabul sırasında ağlayarak şu sözleri söylediği aktarılmaktadır:
"Maarif sahasında din konusuna ehemmiyet veremiyoruz. Bunu lâikliğe aykırı sayıyorlar. Arkadaşlarım beni yalnız bırakıyorlar. Yalnızım, müsteşarım bile maşrıkı âzam (yüksek dereceli mason). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular."
Bakanı değiştirmeden çözemez
Menderes, Yüksek İslâm Enstitüsü açma teşebbüsünü o yıl sonuca ulaştıramaz. En başta bakanları karşı çıkar, ertesi yıl Maarif vekilini azleder, yerine vekaleten Tevfik İleri'yi görevlendirerek İslâm Enstitüsü’nün kurulmasını sağlar.
Bu müdahale bir üst hukuk, dokunulamaz ve değiştirilemez kanunlar hâkimiyeti anlamı taşımaktadır. Sonuç olarak bu zihniyet 1960’dan itibaren darbe ve müdahalelere yol açan bir zemin meydana getirmiştir. 15 Temmuz dâhil bütün darbe ve müdahaleler, Atatürk ilke ve inkılapları öne sürülerek yapılmıştır. Bu hukuk üstülük, darbecileri dokunulmaz kılmaktadır. Bu açıkça ortada olduğu halde darbe sonrası yargılamalarda ideolojinin yeri ve rolü hiçbir zaman gündeme getirilmemiş / getirilememiştir. Darbeler ideolojik arka planlarıyla yargı konusu yapılmamıştır. Darbecilerin kendilerince meşruiyet kaynağı saydıkları antidemokratik ideoloji mahkûm edilememiştir.
Atatürk maskı bize ne söyler?
Mahkeme salonlarındaki Atatürk maskı ile bize şu söylenmektedir: Bu ülkede hukukun üstünde tek parti ilke ve inkılapları ve o devrin kanunları, hatta ideolojisi vardır. Nasıl inkılâp kanunlarının anayasaya aykırılığı öne sürülemezse, Koruma Kanunu da bu inkılâpların tamamlayıcısı olarak değiştirilemez! Bu ülkede 5816 sayılı Koruma Kanunu, hâlâ din, düşünce ve ilim hürriyetinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.
Değiştiremeyen değişir ve değiştirilir!
Eğer Türkiye gerçekten hukukun üstünlüğü yolunda yürüyecekse en başta hukuk kurumlarında ideolojik unsurları, ikonları temizlemelidir. Hukuk kurumları arındırıldıktan sonra devletin diğer kesimlerindeki ikonografik malzemenin de ortadan kaldırılması gerekir.
Türkiye’nin modern devlet iddiasının önündeki en büyük meselelerden biri budur!
Ülkelerin rejimleri değiştikçe heykeller de değişti; Lenin, Stalin, Hitler, Franco, Pinochet, Churchill, Gandi gibi liderlerin heykelleri saldırıya uğradı, balyozlarla parçalandı, vinçlerle kaldırıldı ve depolara atıldı...
Eski Türklerde kahramanların değil yendiklerinin heykelleri yapılırdı
Orta Asya’da asırlarca hâkim olan eski Türklerde ise heykel konusunda ilginç bir yaklaşım vardı. Bu coğrafyalarda, antik devletler veya Batı’daki daha yakın dönemlerde görülen klasik manada heykeller yapılmazken, “heykele benzer” çalışmalar ise farklı bir şekilde ortaya çıkıyordu.
Göktürkler ve Uygurlarda ulusal kahramanların mezarlarına önem verilir, anıtsal olması istenirdi. Ancak bu anıt mezarlarda kahramanların değil, o kahramanların yendikleri düşmanlarının heykelleri dikilirdi. Bu tür heykellere “balbal” deniyordu.
Mustafa Kemal Atatürk, 22 Ocak 1923’te Bursa’daki bir toplantıda heykelle ilgili bir soruya şu cevabı vermişti: “Abidattan bahseden arkadaşımızın maksadı heykel olsa gerekir. Dünyada ilerlemiş olmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir. Abidatın dine aykırı olduğunu iddia edenler, Ahkâm-ı Şeriye’yi bilmeyenlerdir. Cenâb-ı Peygamberin din-i İslâm tesisinden bu ana kadar bin üç yüz bu kadar sene geçmiştir. Hazret-i Peygamber’in tebliği esnasında muhataplarının kalp ve vicdanında putlar vardı. Bu insanları tarîk-ı Hakk’a davet için evvelâ o taş parçalarını atmak ve bunları ceplerinden ve kalblerinden çıkarmak mecburiyetinde idi. Hakayık-ı İslâmiye tamamiyle anlaşıldıktan sonra birtakım münevver insanların böyle taş parçalarına ibadet ettiğini zannetmek âlem-i İslâm’ı tahkir etmek demektir. Münevver ve dindar olan milletimiz, terakkinin esbabından biri olan heykeltıraşlığı azamî derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlâtlarımızın hâtıralarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir.”
Milliyet gazetesince 27 Mayıs 1960 kanlı darbesinin ardından heykeli bulunmayan illere heykel diktirmek için bir kampanya başlatılmıştı. Gazete yeni heykellerin dikimi için yayın yapmış, vatandaşların kampanyaya maddi destek sağlaması çağrısında bulunmuştu.
Kampanya sonucunda 1964 yılı rakamlarıyla 429 bin 855 lira toplanmıştı. Halktan toplanan paralarla Bingöl, Tunceli, Van, Bitlis, Mardin, Muş, Uşak ve Giresun kent meydanlarına Atatürk heykelleri dikilmişti.
Yine askerî muhtıranın verildiği 1971 ve askerî darbenin yapıldığı 1980’i takip eden dönemlerde de (Atatürk’ün 100’üncü Doğum Yıldönümü 1981) çok sayıda yeni Atatürk heykel, rölyef, anıt ve büst ile farklı heykeller yapılmıştı.
Yapılacak tüm etkinlikleri denetlemek üzere Cumhuriyet’in 50’nci yılında olduğu gibi il ve ilçelerde kutlama komiteleri kuruldu. Bunları koordine etmek üzere de proje ve maketleri, Devlet Başkanı’nın da bulunduğu Koordinasyon Kurulu’nda yer alan bir jüri tarafından değerlendirildi ve uygulamaları bu jürinin onayına bağlandı. Bunun yanında, ticari amaçla Atatürk kabartmaları, resimleri ve küçük heykelleri yaptırıp, çoğaltarak yaymak isteyenler de modellerini göstererek bu jüriden onay almakla yükümlü kılındı.
Bu örgütler 1982 yılı ortalarına kadar görev yaptı. Bu denetleme hizmeti yadsınamaz. Ancak küçük heykeller için bağışlansa bile yapılan heykel ve anıtların değerlendirilmesi ve denetlenmesinde yetersiz kalındığı da bir gerçek. Böylece geçmişte denetimsizlik nedeniyle oluşmuş bulunan çirkinliklere, olumsuzluklara, maalesef yenileri katılmış oluyordu. Modeller isabetle değerlendirilemiyor, projelerin anıt-çevre ilişkisini çözümleme ise bir sorun olarak görülmüyordu bile. Bugün birçok kentimizin meydanlarında karşımıza, mesleğin kendine özgü en basit ilkelerinin yabancısı, sadece biraz şekillendirme becerisine sahip olan ellerden çıkmış, ‘Anıt’ların çıkmasının nedenleri anlaşılır. Heykel, kentlerde birbirine benzeyen sanatsal açıdan özgünlüğü olmayan, adına heykel bile diyemeyeceğimiz uygulamalarla karşımıza çıkmıştır.
Hitler ise tam heykelini yaptırmamış, büstle iktifa etmiştir.