Coğrafyanın tamamına yayılan millîlik ve kozmopolitlik çatışması
Millîlik ve kozmopolitlik arasındaki çatışmanın çok geniş bir sahada yaşanıyor olması, İslam coğrafyasının zannedildiği gibi birbirinden uzaklaşmadığına da işarettir. Başa dönmüş değiliz. Libya’daki gelişmeleri coğrafyamızın kendini yeniden üretmesi şeklinde düşünebiliriz.
Kolonyalist ve sömürgeci Avrupa yayılmacılığının etkilerini bütün yönleriyle ele almak gerekir. Fiilî olarak 1950’lere kadar devam eden kolonyalist dönem, geride bıraktığı sorunlar itibarıyla aydınlatılmadıkça Doğu-Batı ilişkileri bağlamında bugün ortaya çıkan sorunları tanımlamak da mümkün olmayacaktır. Sık sık Birinci Dünya Savaşı’na atıfta bulunmamızın en önemli sebeplerinden biri de budur. Zira kolonyalist yayılmacılığın hedefinde Osmanlı toprakları vardı.
Osmanlı yıkıldıktan sonra Türk ve İslam dünyasının merkezi de çöktü. Halifenin bulunduğu şehir İstanbul’du ve bu şehirde alınan kararların uzak coğrafyalardaki yansıması merkeze göre biraz farklı olurdu. İstanbul’un tesiri Doğu Türkistan ve Java adalarında, Afrika’nın derinliklerinde görülürdü.
Kolonyalist yayılmacılık karşısında direnç üretmesine rağmen nihaî aşamada Osmanlı tarihe karıştı. Bundan sonra İstanbul merkez olma özelliğini yitirse de sömürge toplumlarında kolonyalizme ve sömürgeciliğe direniş devam etti.
Bugün geriye doğru baktığımızda Birinci Dünya Savaşı’nda bir düşünce olarak mağlup olanın İslamcı düşünce olduğunu görürüz. Gerekçesini tam olarak bilmesek de Türkiye’de İslamcılık kavramına karşı çok yaygın bir tepkiden söz edebiliriz. Hâlbuki İslamcılık, bir olgu olarak varlığı inkâr edilemez bir gerçekliktir. Bu düşünme biçimine şiddetle karşı çıkmanın herhangi bir mahzuru yok ama kavramı yok saymanın anlaşılır bir tarafı olamaz. Düşünmenin en temel araçları kavramlardır ama ne yazık ki en basit araçlara düşmanlık gösterilen bir zeminde karmaşık meseleleri açıklığa kavuşturmak daha da zorlaşıyor. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olan İslamcılıktı, cümlesinin iddiasını açıklığa kavuşturmaya takat kalmıyor çünkü kavramla ilgili amaçsız polemikleri aşmak mümkün olmuyor. İslamcı düşünceyi de zaman ve mekânı, kişi ve olayları göz önünde bulundurarak ele almak gerekir.
Kolonyalist dönemin mirası üzerine yapılan çalışmaları da önemsemek gerekiyor. Meselelere dışarıdan bakmamak ve oryantalist kavramlara teslim olmamak için coğrafyanın dinamiklerini göz önünde bulundurmak gelişmeleri anlamak bakımından önemlidir. Mesela Sultan Galiyev’i anlamadan İslam ve sosyalizm arasında kurulan ilişkiler herhangi bir mânâ ifade etmez. 1920 Bakû Kongresi’ne katılan Uzak Doğu Asya temsilcileri Avrupa kolanyalizmine karşı yeni bir ideoloji olarak İslam ve sosyalizmi birbirine yaklaştırmaya çalışmışlardı. Endonezyalı Tan Malaka’nın 1920 Bakû Kongresi’nden sonra İslam sosyalizminden bahsetmesini ancak Sultan Galiyev etkisiyle açıklayabiliriz. Neredeyse bütün dünya, Batı karşısında suskunluğa gömüldüğü için yeni fikirlere yönelmek elbette kaçınılmaz bir durumdu. Mustafa Sıbaî gibi bir âlimin yıllar sonra sosyalizme ağırlık veren çalışmalarını ancak ona kaynaklık eden tarihi bilerek anlamak mümkündür. 1950’lilerin Arap coğrafyasını etkileyen sosyalist hareketlerin dolaylı da olsa Rusya Türklerine dayanması fikir tartışmalarında daha dikkatli olunmasını zorunlu hâle getirir.
Sultan Galiyev, ulusal kurtuluştan ve Doğu halklarının zaferinden bahsettiği için enternasyonalizme inançsızlıkla suçlandı. Stalin, Galiyev’i suçlarken aslında Batı karşısında Doğu’yu mahkûm etmiş oluyordu. Galiyev, komünizm adına hareket ederek kendi toplumunda büyük yarılmaları derinleştirse de esasen Doğu milletlerinin ayağa kalkması gibi büyük bir hedefe sahipti. Başarsaydı muhakkak yeni bir ideolojiden bahsetmiş olacaktık. Enternasyonalizmi farklı yorumladığı için millîlikle suçlanması bugünkü küreselleşme-kozmopolitizm ve millîlik-yerlilik tartışmalarının ışığında daha da anlamlı hâle geliyor. Komünizme inanmış fakat anavatan fikrinden kopmamış bütün aydınların benzer bir şekilde İkinci Dünya Savaşı başlamadan tasfiye edilmesi kozmopolitizm ile millîlik zıtlığının derinliğini gösterir. Mehmet Emin Resulzade milliyetçi, Galiyev ise sosyalist olduğu için memleketini terk etmiş veya öldürülmüş değildi.
- Salgından sonra yeni bir dünyanın ortaya çıkacağı yönündeki ifadeler önemsenmeli. Zaten sorunlu olan Çin ve Amerika ilişkileri, salgının Avrupa ve Amerika’yı vurmasıyla daha da sorunlu hâle geldi. Karşıtlığın küreselleşme ve millîlik kavramları üzerinden devam etmesi oldukça önemlidir. Amerika tarafı Çin’i küreselleşmenin patronluğunu yapmakla suçluyor. Küresel sermayenin Çin’e yerleşmesiyle Batı merkezli dünya büyük sarsıntı yaşadı. Meşhur dergi ve gazetelerde “elveda küreselleşme” başlıklarının atılması sıradan bir gelişme olarak görülmemeli.
Türkiye’yi de derinden etkileyecek yeni bir dönemden bahsediyoruz. 15 Temmuz’un önemli kavramlarından biri yerlilik ve millîliktir.
Türkiye’de küresel sermayenin uzantıları olduğu gibi Amerika ve Avrupa’nın nüfuzundan ayrılmayan yapılar da çok güçlü bir etkiye sahiptir. Kozmopolit bir karaktere sahip bu unsurlara bağımlı yapılar diyoruz. Bu yapıların, temsil ettikleri merkezlere göre hareket ediyor olmaları sürecin zorluklarını gösterir. Türkiye, 2013’ten sonra bu yapıların doğrudan saldırılarına göğüs gerdi. Bu yapıların içeride güç kaybına uğradıkları fakat İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde yeniden Türkiye’nin karşısına çıkarak mücadeleyi geniş bir alana yaydıkları açıktır.
Millîlik ve kozmopolitlik arasındaki çatışmanın çok geniş bir sahada yaşanıyor olması, İslam coğrafyasının zannedildiği gibi birbirinden uzaklaşmadığına da işarettir. Başa dönmüş değiliz. Libya’daki gelişmeleri coğrafyamızın kendini yeniden üretmesi şeklinde düşünebiliriz.