Coğrafyamız yeniden doğuyor
Akademik kariyerini İngiliz edebiyatı sahasındaki çalışmalarıyla elde eden Edward Said, 1970’lerin sonundan itibaren “Oryantalizm” adlı kitabıyla bütün dünyada çok haklı bir şöhrete kavuşmuştu. Said’in bu kitabı ve diğer kitapları kısa bir zamanda Türkçeye kazandırıldı. Bunlardan “Haberlerin Ağında İslam” ve “Filistin Sorunu” adlı kitaplarını Alev Alatlı tercüme etmişti. “Oryantalizm” bütün dünyada çok özel bir etkiye sahip oldu ve çok tartışıldı. Said, daha sonra “Kültür ve Emperyalizm” adlı kitabını yayımladı ve bu da kısa bir zamanda Türkçeye çevrildi.
Çok erken bir dönemden itibaren Türkçe baskıları yapılsa da Said’in kitaplarında gündeme getirilen meseleler, Türkiye’ye özgü bir bağlama yerleştirilmiştir. Aynı kitapların özellikle Latin Amerika, Afrika ve Asya’nın eski koloni ülkelerindeki etkisi Türkiye’dekinden farklıdır.
Batı’nın Doğu ve Türk-İslam dünyasıyla ilgili önyargılarına aşina olan ve bu sebeple ciddiye alınması gerekli eleştirel yaklaşıma sahip olan Türk entelektüeli, Said’in eserlerini hazır kalıplara yerleştirdi. Bizde Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Batılı önyargılarla mücadeleye hasredilmiş birçok metin ortaya çıkmıştı. Fakat bu durum üç kıtanın kolonileri için geçerli değildi. Avrupalılar, Avrupa dışında kalan kıtaları temellük etmek için yola çıkmıştı ve 19. yüzyılda nihaî zafere doğru yürüyorlardı.
Müstemleke bizim kitabımızda yoktu
- Mülk, istimlak, temellük ve müstemleke kelimeleri aynı kökten türemiş kelimelerdir. Müstemleke siyasî bir kavram olarak bizim âşîna olmadığımız yeni bir sisteme karşılık gelmekteydi. Cezayir ve Tunus, 19. yüzyılda Fransa tarafından müstemlekeye dönüştürülmesine rağmen Osmanlı topraklarının büyük çoğunluğu hâlâ Batılılar tarafından temellük edilmemişti.
Osmanlı aydını bu yüzyılda Batı’nın kolonyalist ideolojileri ile tanıştı ve onlarla kavgaya tutuştu. Bizde Batı’nın Doğu hakkındaki algısının tartışılmasının en önemli sebebi budur. Bunun çok önemli sonuçları oldu.
Türkiye’de modern bilim anlayışının çok hızlı bir şekilde kabul görmesinin sınırlı bir bakış açısıyla değerlendirildiğini kendi tecrübelerimizden biliyoruz. Bu, hem modern bilim anlayışını savunanlar hem de eleştirenler için geçerlidir. İlk dönem arayışlarında usul-i cedid kavramının öne çıkması çok önemli bir göstergedir.
Eski ve yeni arasındaki farklar cehalet, aydınlık, karanlık, ilericilik, gericilik, irtica, mürteci, yobazlık kavramlarının işaret ettiği gibi oldukça sığ bağlamlarda tartışılmıştır. Fakat ortaya çıkan ilk kavramların işaret ettiği gibi, devlet ricali, esas olarak yöntemden kaynaklanan sorunları aşmaya çalışmıştır. Batı, Doğu’yu fikren de temellük etmek istiyordu ve bunu aşmanın yolunun onların araçlarını temellük etmekten geçtiği düşünülmüştür.
Artık kendi içine çekilen bir Türkiye vardı
Osmanlı coğrafyasında fikrî mücadelenin diğer coğrafyalara göre ileri düzeye ulaşmasını farklı gerekçelerle açıklayabiliriz. Fakat ilk önce aynı yüzyılda Batı’nın kolonyalist ideolojilerinin en üst düzeye çıktığını tespit etmemiz gerekir. Bu, Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkan ve zamanla toplum katmanlarına yayılan ideolojilerin niçin anti-kolonyalist bir öze sahip olduğunu anlamamız açısından oldukça önemlidir. Fikirler, ortaya çıktığı dönemin koşullarından soyutlanarak ele alınamaz. Antikolonyalist ideolojiler Avrupa’nın kolonyalist ideolojilerine bir karşıtlık oluşturacak şekilde gelişmişti. Birinci Dünya Savaşı her alanda olduğu gibi fikir tarihimizde de çok sarsıcı kopuşlara neden olmuştur.
Büyük savaşın ortaya çıkardığı yeni gerçekliğe sırt çevirmenin anlamı yoktu. Nitekim edebiyatımızda yeni durumun dikkate alındığını gösteren örnekler epeyce bir yer tutmaktaydı. Fakat artık kendi içine çekilen bir Türkiye vardı. Bu sebeple coğrafyamızı kemiren müstemleke sistemine karşıtlık oluşturmaya gerek duyulmadı. Aydınlarımız da kendi kabuğuna çekildi. Coğrafyamızdan kopuş süreci her alanı kuşatıyor ve dönüştürüyordu. Said, Kültür ve Emperyalizm’de “Napolyon ve ekibi, karşılarında antik boyutları perdelenmiş bir Mısır, her yerde işgalci Fransız ordularıyla eski Mısır’ın arasına dikilen Müslüman, Arap, hatta Osmanlı varlığını buldular. Perdenin arkasındaki o diğer, eski ve daha saygın tarafa nasıl geçilecekti” demiştir. Onlar, eski Mısır’a veya Filistin’e ulaşmışlardı. Kudüs ile aralarındaki engeli kaldırmak için Filistinlilerin topraktan uzaklaştırılması gerekiyordu.
Coğrafyanın yeniden mülke dönüştürülme süreci
Türk aydını uzun bir süre coğrafyamıza kayıtsız kaldı. Bu, bütün ideolojiler için geçerlidir. Hatta çoğu zaman kendi coğrafyamıza düşmanlık gösterdiğimizi bile söyleyebiliriz. Dolayısıyla Batı’nın Doğu algısının yanlışlığını tartışmaya devam etmekte bir sakınca görülmedi. Fikirler zamandan ve mekândan yani coğrafyadan bağımsız bir şekilde değerlendirildi ve yargılandı. Avrupa’nın kolonyalist ideolojileri de zaman ve mekân özellikleri göz önünde bulundurulmadan değerlendirildi. Bu sebeple Edward Said’in çığır açıcı kitapları eski bağlamlara yerleştirildi.
Son on yılı kapsayan, Türkiye merkezli bir inceleme yapılsa coğrafya kavramının öne çıktığı görülür. Bunun bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Libya’dan Kafkaslara uzanan bir hatta Türkiye’nin mücadelesinin coğrafya merkezli olduğu çok açıktır. Coğrafyanın yeniden mülke dönüştürülme sürecini yaşıyoruz. Bu mücadelenin İslam coğrafyasının en uzak köşelerinde dahi heyecan uyandırdığına şahit oluyoruz. Fakat aynı duruma Avrupa’nın kolonyalist ideolojilerinin temsilcileri olmakta bir sakınca görmeyen çevrelerin karşıtlık oluşturmaları dikkat çekicidir. Bu durumu da zaman ve mekândan soyutlayarak değerlendiremeyiz.