Çocuğunuz sosyal medyada aslında kim?
Çocuklarımızı, sokaktaki kötü arkadaştan daha tehlikeli bir dünyaya terk ettiğimizi anlamamız gerekiyor. Evde, sokakta, okulda makul insan olan evladımızın dijital ayak izlerini takip etme mesuliyetimiz de var oysa. Çünkü asla telafisi olmayan sonuçlar ile karşılaşmamız kaçınılmaz. Çocuklar, sosyal medyada aslında kendi geleceklerini inşa ettiklerinin farkında değiller elbette
Genç adam, milyonların izlediği yayında gözyaşları akıtarak kendini ifade etmeye çalışıyordu. Karşısında görece bir mahkeme kurulmuş ve üç kişilik heyete âdeta hesap veriyordu.
“2012’de sosyal medyaya başladığımda hiç aklımda böyle bir şey yoktu ve o zaman âilevî problemler yaşamıştım. Saldırgan oldum bir anda. Çok fazla ağzımdan küfür çıktı. Tüm insanlardan çok özür diliyorum. Ne desem bilmiyorum. O insanların tanıdığı Uğur kesinlikle ben değilim.”
Yukarıdaki sızlanma, feryat figan Uğur Yılmaz Deniz’in ağzından döküldü. 26 yaşında. Yani 1994 doğumlu. Uğur doğduğunda dünya medyası internet teknolojisinin bilinmeyenlerini ve merak edilenleri haberleştiriyor, gelecekte insanlığı ve teknolojiyi neler beklediğini, hayatın nasıl kolaylaşacağını öngören haberler yayınlıyordu. Uğur ile internet aynı yaşlarda.
Konumuz ne Uğur’un ergenliği ne de internetin hızla gelişmesi. Uğur sadece çok önemli bir örnek. Denek, nasihat-musibet denkleminin ibretlik sonucu.
Katıldığı bir yemek yarışmasından diskalifiye edildi ve geçtiğimiz hafta tüm Türkiye Uğur’u konuştu. Gözyaşlarını, pişmanlığını, acziyetini, toplumun önünde deşifre edilmesini ve en önemlisi de kendisi ile yüzleşmesini izledi. Tüm bunlar milyonların gözleri önünde yaşandığı için de bir kişinin özel hayatı olmaktan çıktı. Zaten sosyal medya özel hayatın tüm özelliklerini yani mahremiyeti yok etmemiş miydi?
- Uğur ne yapmıştı peki? Sekiz yıl önce, yani henüz 18 yaşındayken Twitter’dan yaptığı paylaşımlarla gündeme gelen bir genç, finaline yaklaştığı bir yarışmadan kovulacak ve toplumun önünde küçük düşürülecek kadar neler yapmış olabilir ki diyerek baktım. Burada tek tek yazmayacağım fakat yazdıklarına herkes gibi ben de hayret ettim. Irkçılık, belli bir inanç grubuna karşı nefret, etnik düşmanlık, devlet büyüklerine hakaret, küfür... Hukuken onlarca yıl ceza aldıracak ne kadar cürüm varsa 18 yaşında işlemişti.
Geçtiğimiz haftanın yazısında, iletişim ve sosyal medya yazılarında nelere temas edeceğimi vurgularken şu soruyu not düşmüştüm: “Ben aslında kimim ve sosyal medyadaki ‘ben’ kim?”
Günün birinde kafamızı telefondan kaldırdık ve etrafımızdaki herkesin elinde telefon olduğunu gördük. Herkes kafasını bir ekrana gömmüş durumda. İnsan beyni efendi ile kölelik arasında mahkûmiyet yaşıyor.
Özellikle de gençler...
Hemen hepsi en az bir sosyal medya hesabını aktif olarak kullanıyor. Yani dijital ayak izlerini olur olmaz her yere bırakıyorlar. Yetişkinler de çok bilinçli olarak adımlamıyorlar sosyal medyada. Fakat gençler ve özellikle de kendini ifade etme çağındakiler sonsuz kontrolsüzlük yaşıyor. Dijital ayak izi bırakmak için sosyal medyada olmak bile gerekmiyor, Google hesabı açmak yeterli. Her tıkınız sizin adınıza kayıt altına alınıyor. Bu, başka bir yazının konusu.
Uğur Yılmaz Deniz örneği ile genç kullanıcıların sosyal medya paylaşımlarına dönelim. Kafamızı kaldırıp çocuklarımızın internette neler yaptığına anne-baba sorumluluğunda bakarsak ekranda üzülerek izlediğimiz Uğur’un aslında kendi çocuğumuzun kopyası olduğu gerçeğiyle yüzleşmek mümkün.
- Çok ağır ve acı bir durum değil mi? Kendi çocuğumuza kondurmayız asla. Çünkü onu biz yetiştirdik. Hayatı önce bizden öğrendi değil mi? Hayır. Tam olarak burada yanılıyoruz. Çocukları artık biyolojik anne-babaları değil üç yaşında ellerine verilen telefona yüklü olarak gelen YouTube büyütüyor.
Eğitim ve öğretim farklı aşamalardır. Çocuk eğitimi ebeveynlerinden alır, okulda da öğrenir. YouTube hayatımıza girene kadar böyleydi. Sınırsız çizgi film, bitmeyen kedi videoları, yemek yesin diye açılan komik görüntüler hiç masum değil oysa. Çünkü sonrası bizim elimizde değil ve büyük oranda çocuğun hangi şiddet görüntüsünü, hatta hangi gayri ahlaki içeriği izlediğinden haberimiz bile olmuyor.
Uğur Yılmaz Deniz’in anne babasını düşünün. Emin olun onlar da asla evlatlarının o paylaşımları yaptıklarına inanamadılar. Bizim çocuğumuz bunları yazmış olamaz dediler. Birbirlerinin yüzüne ‘nasıl olur’ bakışı attılar…
‘Bir çocuğun özel hayatı ve sosyal medya mahremiyeti olamaz’ kararlılığı ve şuurlu internet kullanıcısı anne-babalar olarak, evladınızın sosyal medyada yazdıklarına göz gezdirin dilerseniz. Kendi adıyla ya da diğer kullanıcı isimleriyle açtığı hesaplara, yazdıklarına, yorumlarına bir göz gezdirin. Bunu yaparken de çocuğunuzla ve kendinizle yüzleşmeye hazır olun tabii. Eğer bu yüzleşmeyi bugün yapamazsanız, yarın çocuğunuzu nasıl bir pişmanlığın beklediğini bilemeyeceksiniz, dolasıyla buna engel de olamayacaksınız.
Çocuklarımızı, sokaktaki kötü arkadaştan daha tehlikeli bir dünyaya terk ettiğimizi anlamamız gerekiyor. Evde, sokakta, okulda makul insan olan evladımızın dijital ayak izlerini takip etme mesuliyetimiz de var oysa. Çünkü asla telafisi olmayan sonuçlar ile karşılaşmamız kaçınılmaz. Çocuklar, sosyal medyada aslında kendi geleceklerini inşa ettiklerinin farkında değiller elbette. Fakat büyüyüp Uğur Yılmaz Deniz gibi toplum önüne çıktıklarında veya hayata atılıp iş başvurusu yaptıklarında internette bıraktıkları izlerin de kendilerini takip ettiğini anladıklarında çoktan geç kalmış olacaklar.
Haftaya devam edeceğiz, fakat biz bu sürede kafamızı telefonumuzdan kaldırıp çevremizde ne olup bittiğine bakmayı ihmal etmeyelim...