Çivisi çıkmış bir dünyada kaypak ilişkiler çağını idrak etmek
Türkiye, kaderine tesir edecek son derece mühim bir seçim atmosferinde kendi gündemine kilitlenmişken, dünyada bizi yakından alâkadar eden gelişmeler oluyor. Mayıs ayı peş peşe zirvelerle geçti. Çin-Orta Asya Zirvesi, Arap Birliği Zirvesi ve G7 Zirvesi neredeyse eş zamanlı gerçekleşti. Bu zirveler gerek alınan kararlar gerekse yaşanan ilkler sebebiyle gündeme damgasını vurdu.
Soğuk savaş yıllarının bloklara bölünerek benzer refleksleri tekrarlayan dünyasından, çivisi çıkmış bir ortamda bütün yapıların el yordamıyla ayakta kalmaya çalıştığı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, herkesin kendi menfaatine göre hemen her denklemde yer alabildiği ‘kaypak ilişkiler çağı’na girmiş bulunuyoruz.
Yine bloklaşmalar mevcut ama bir demir perde yok ortada. Bu yeni çağın bloklaşma biçimi daha esnek ve geçirgen olduğu için bir mevzuda aynı blokta yer alan ülkeleri başka bir mevzuda pekâlâ karşı blokta görebiliyoruz. Dahası, aynı blok içinde birbirine tamamen zıt ülkelerin bile yer bulabildiğine şahit oluyoruz.
Cidde’de bir simülasyon izledik
19 Mayıs’ta Suudi Arabistan’ın ev sahipliğiyle Cidde şehrinde gerçekleşen 32. Arap Birliği Zirvesi ‘kaypak ilişkiler çağı’nın âdeta bir simülasyonu gibiydi. Büyük umutlarla başlayıp, bitmek bilmeyen bir kışa dönüşmek suretiyle defnedilen Arap Baharı’nın üzerine belki de son toprağı bu zirve atmış oldu. 12 yıl önce üyeliği dondurulan Esed rejiminin Suriye’si, Katar’ın itirazlarına rağmen Cidde’deki zirvede yerini aldı.
Aslında geçen yılın Kasım ayında Cezayir’in ev sahipliği yaptığı zirvede, Suriye’nin geri dönüşü bizzat Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecit Tebbun tarafından defalarca dillendirilmiş, ancak Mısır ve Suudi Arabistan’ın buna karşı net bir tavır koymasıyla dönüş engellenmişti. Aradan sadece altı ay geçip Suudi Arabistan bu işi bizzat kendi eliyle gerçekleştirince akıllara ister istemez “Ne oldu da denklem değişti” diye sormak geliyor.
Bahaneler bahaneler...
Tamam, kaypak ilişkiler çağındayız ama diplomasi sanatının böyle âni savrulmalara pek de yatkın olmadığını bilecek yaştayız. Mısır’ın bahanesi nispeten mâkul, Etiyopya ile Rönesans Barajı dolayısıyla ciddi bir gerginlik var ve Cezayir bu meselede Mısır’a göre Etiyopya’nın tarafında duruyor.
Peki, Suudi Arabistan’a ne demeli? Suudi basınının altı ay önce yazdıklarını evirip çevirince dişe dokunur bir bahane bulmak mümkün değil. Kimine göre Esed rejimini zirveye çağıracağını duyurmakla Cezayir baştan yanlış yaptı. Zira ‘Suriye kartını kullanmak’ Cezayir’e bir fayda sağlamaktan uzaktı. Kimine göreyse Suriye’yi zirveye çağırmak için henüz çok erkendi. Neticede Suriye meselesi çözüme kavuşmamış ‘bir güvenlik sorunu’ olarak bütün bölgeyi olumsuz bir şekilde etkilemeye devam ediyordu.
Esed değil Cezayir veto edildi
Aradan altı ay geçince gördük ki, ne Mısır için Etiyopya ile yaşanan Rönesans Barajı krizi ne de Suudi Arabistan için bölge güvenliği endişesi sahici olmaktan uzakmış, hepsi bir anda siliniverdi. Çin arabulucuğu ile Suud-İran normalleşme sürecinin Esed’in zirveye çağrılması kararına tesirinden bahsedilebilir, ama o vakit böyle ciddi süreçlerin kamuoyuna yansıdığından çok daha uzun bir mazisi bulunduğunu, dolayısıyla Esed’i Cidde’ye çağırma kararının Cezayir’deki vetodan daha önce planlandığını gözardı edemeyiz.
Suud basınında çıkan ‘Cezayir, Suriye kartını kullanarak bir şey kazanamaz’ ifadesi, vaziyeti aylar öncesinden açık etmiş, öyle görünüyor. Suudi Arabistan gibi bir devlet varken Arap Birliği’ni tam takım toplamak Cezayir’in ne haddine! Bin Selman bu şerefi Cezayir’e kaptırmamak için kendisine bölge güvenliği, dostu Sisi’ye de Rönesans Barajı bahanesini ayarlayıp basmış vetoyu. Esed’in Arap Birliği Zirvesi’ne katılmasına değil, boyundan büyük işlere soyunan Cezayir’e verilen bir vetoymuş bu.
‘Yayılmacı osmanlı zihniyeti’ mi?
Esed’in zirvede yaptığı konuşma ise şaşırtmadı. Ne demişti?
“Konuşulacak başlıklarımız çok. Bu başlıklar, İsrail'in direnişçi Filistin halkında işlediği suçlarla sınırlı olmadığı gibi yayılmacı Osmanlı zihniyeti tehlikesiyle de bitmiyor.”
Rusya ve İran, Suriye’nin âdeta içinden geçmişken, üstelik İran demografiyi değiştirecek derecede vahim hamleler yapıyorken ‘yayılmacı Osmanlı zihniyeti’ diyebilmek, hele o koca salonda kimsenin buna cevap ver(e)meyişi gerçekten mânîdâr. Arap sokağının sosyal medyadan veya diğer cihetlerden Esed’i kınayan yorumları ise o bildiğimiz hakikati bir kez daha perçinliyor: Arap yönetimleri başka, Arap sokağı ise bambaşka telden çalıyor.
Zelenski de katıldı
32. Arap Birliği Zirvesi’ne damga vuran başka bir hâdise de Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin enteresan bir şekilde zirveye davet edilmesi oldu. Bir masa düşünün ki, bir ucuna Rusya’nın Ortadoğu eyaleti kıvamındaki Suriye’nin devlet başkanı davet edilmiş, diğer ucuna ise Rusya’nın can düşmanı Ukrayna cumhurbaşkanı.
“Benimle birlikte, Ukrayna'daki Müslüman kültürünün merkezi ve anavatanı Kırım'dan, Ukrayna'nın yerli halklarından biri olan Kırım Tatar halkının lideri, Saygıdeğer Mustafa Abdülcemil bulunuyor. Yüzyıllar boyunca Kırım Tatarları, dünyadaki Müslüman toplumunun ayrılmaz ve güçlü bir parçası olmuştur ve öyle kalmalıdır. Ancak Kırım, Rus işgalinden ilk zarar gören oldu ve şimdiye kadar işgal altındaki Kırım'da baskılara maruz kalanların çoğu Müslümanlardır.”
Arap Birliği’ne bir ilk olarak davet edilen Zelenski bunları söylüyordu. Fakat aynı Arap Birliği, 12 yıldır kendi ülkesini Rusya’nın Ukrayna'ya yaptığından bin beter hale getiren, milyonlarca Müslüman Arabı katleden, sakat bırakan ve sürgün eden Esed’e kucak açmaktan gocunmuyordu. ‘Kaypak ilişkiler çağı’nın belki de en ikonik manzarası işte buydu.
Çin kaypaklığı bir başka
Zirveler ve ilkler demiştik ya, Çin-Orta Asya Zirvesi de kendi türünün ilki olarak Mayıs ayında arzı endam etti. Kaypak ilişkiler çağı’nın Çin’i yeniden formatlaması gibi bir husus söz konusu bile olmadı. Çağlar üstü Çin kaypaklığı diye bir şey var neticede. Soğuk Savaş yılları amansız bir zemheri fırtınası gibi bütün dünyayı tir tir titretiyorken Kissinger’in yörüngesine giren Çin, kapitalist Batı ile tatlı bir bahar iklimine girmişti bile. Devasa nüfusuyla fakirlikten kırılan komünist Çin’i ucuz işgücü yapma vaadiyle BM’ye alıp veto yetkisi bahşeden Batı, bunun karşılığını 1989 yılında Berlin duvarının yıkılışıyla aldı. Proleterya iktidarı hayaliyle tutuşup yanan kalabalıklar, kapitalizme karşı Çin-Sovyetler ittifakını hiçbir vakit göremedi. Çünkü Çin’i tanımıyorlar, Çin’i Çin yapan dinamikleri bilmiyorlardı.
Ülkeyi bin yıl kim yönetti?
Ülkeyi 1644 yılından 1911’e değin yöneten son hanedan dâhil Çin tarihindeki çoğu hanedanın aslında Çin kökenli olmadığını kaç kişi biliyor? Son hanedan mesela Mançu kökenden geliyor. Eli silah tutan 1 buçuk milyon nüfuslu Mançu toplumu, Aisin Gioro klanı liderliğinde Pekin’i işgal edip kendilerinden yüzlerce kat daha fazla nüfusa sahip Çin devletini ele geçiriyor. Yıktığı Ming hanedanı ise Çin tarihindeki nadir yerli hanedanlardan biri.
- - Onun evvelinde kim var? Moğollar.
- - Moğolların öncesinde yine Mançu asıllı Curçenler.
- - Evvelinde yerli Song hanedanı.
- - Daha evvelinde ise bizzat Çinli tarihçilerin Türk kökenli saydığı Tang hanedanı.
Neticede 1500 yılda sadece iki yerli hanedan mevcut ve toplamda 500 küsür yıl ancak hükmediyorlar.
Çin’in tatlı sözü ölüm getirir
Bunca girizgâha ne gerek var diyebilirsiniz. Gerek var, çünkü Çin’i tanımadan Çinli kafası nasıl işler, anlayamazsınız. Çin kaypaklığı dediğimiz şeyin arka planında işte bu tarihi gerçekler yatıyor. Son 1500 yılın 1000 yılını başkaları tarafından yönetilerek geçiren, yabancı hanedanlara bir yandan sahte bir güleryüz ile kusursuz hizmet ederken diğer yandan onları ezici nüfusuyla Çinlileştiren sınırsız kaypaklığı tanımak gerekiyor.
Orhun yazıtlarında Göktürk hükümdarı Bilge Kağan ne diyordu:
“Çin milletinin sözü tatlı, ipeği yumuşaktır. Tatlı sözüyle, yumuşak ipeğiyle aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırır. Kötü şeyleri o zaman düşünür. Bilgili insanı, cesur insanı rahat bırakmaz. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz. Onların tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanırsan ey Türk milleti öldün! Ey Türk milleti, öleceksin!”
Tang usulü karşılama neyin ifadesi?
İlk kez yapılan Çin-Orta Asya Zirvesi’nde Tacikistan lideri hariç diğerleri (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan) Türk devletlerinin devlet başkanları. O vakit Bilge Kağan’ın 1500 yıl öteden verdiği mesajı birileri onlara hatırlatmalı. Çünkü bu mesaj boşuna değil. Arkasında tarihten gelen bir tecrübe, bir yaşanmışlık var.
Nitekim Çin lideri Şi Cinping güya dost elini uzatarak Türk devletlerinin başkanlarına şöyle seslendi:
“Halklarımız bin yıllar boyunca malları ve fikirleri değiş tokuş etti, birbirlerinden öğrenerek insanlık tarihinde medeniyetler arası etkileşimin en parlak sayfası olan kadim İpek Yolu'nun ihtişamını birlikte meydana getirdiler.”
Fakat ilk defa yapılan bu tarihi zirve için tercih edilen şehirden tutun, karşılama usulüne ve kullanılan sembollere değin her şey bilhassa Türkler için itinayla seçilmişti. 18 Mayıs’taki zirvenin açılış merasiminde Şi Cinping ile eşi Pıng Liyüen misafirlerini Tang hanedanının başkenti olan Şian şehrindeki Mor Bulut Sarayı'nda karşıladı. Tang hanedanı devrine ait kostümleri giyen dansçılar burada bir gösteri sundular.
Türkistan’ı ilk fetheden kimdi?
Çin’de o kadar şehir varken bir Tang şehrinde, Tang usulü karşılama neyin ifadesiydi?
Çinlilere göre ülke, altın çağını Tang hanedanı devrinde yaşamıştı. Tang imparatoru Li Shimin, Çin tarihinin en büyük imparatoru olarak bilinir, veliaht prensler gelecekte iyi birer imparator olmaları için Li Shimin devrini özel olarak çalışırlardı. Çin’de başarılı bir imparator olmanın ölçüsü, Li Shimin idaresini örnek almaktan geçerdi.
Kimdi bu Li Shimin, en büyük başarısı neydi?
Çin’in efsane hükümdarı oluşunu, 630 yılında Doğu Göktürk devletini, 657 yılında ise Batı Göktürk devletini yıkmasına borçluydu. Çin tarihinde, Türkistan coğrafyasını işgal eden ilk imparator olmuştu. Milattan önce 300’lerden bu yana Türkleri bir türlü durduramadığı için dünyaca ünlü Çin seddini yapmak zorunda kalan bir milletin yüzü ilk kez onun zamanında bu denli gülmüştü.
Türk’ün en büyük düşmanı bizzat kendisi!
Çinlilerin bugün kendisiyle iftihar ettiği, Türk’ün bileğini ilk kez büken Tang hanedanının aslen Türk olduğunu söylemiştik, hatırladınız mı? Çin tarihinin en büyük imparatoru sayılan Li Shimin hakkında Çin asıllı tarihçi Sanping Chen ‘Erken Ortaçağlarda Çok-kültürlü Çin’ isimli kitabında şöyle diyor:
“Li Shimin, bir imparator olarak eski alışkanlıklarının bir kısmını sürdürdü. Çin kimliğinden ziyâde Türk’e ait şeyleri benimsemeye gelince... İmparator, kendisinin köklü bir Türklük veya kabile kimliğine sahip olduğunun farkındaydı, Türkçeyi de biliyordu. Henüz bir prens iken, önde gelen bazı Türk prenslerin ‘kan kardeşi’ olmuştu. Doğu Türklerinin kağanı olarak kendisine sadâkatle hizmet eden Ashina Simo - ki Tang hanedanına mahsus Li adıyla anılacaktır - ve Batı Türklerinin başına geçen Duolu Kağan’ı bu meyanda sayabiliriz. Oğlu Prens Chengqian, babasının resmi tarihte pek yer almayan kabile hayatına daha yakın olmakla suçlanabilirdi. Nitekim Li Shimin'in (aslen Türkçe olan) çocukluk adının hiçbir resmi kayıtta yer almayışı iyi bir örnektir.”
Türkçe adı Çinli tarihçiler tarafından hiç anılmayan Li Shimin, yendiği Doğu ve Batı Göktürk kağanlarıyla daha çocukken kan kardeşi olmuş, onlarla Türkçe konuşan bir prensti. Türk geleneklerinden tamamen kopmuş da değildi. Ama imparator olunca Türkistan’ı fethedip Çinlileştirme politikası izledi. Doğu Göktürk halkı daha onun devrinde Çinlileşmeye başladı.
Türk’ün en büyük düşmanı bizzat kendisidir. Şu hakikat, Türk tarihine bakılırsa maalesef görülür. Nitekim Moskof’u dünya impartorluğu yapan ve Osmanlı’ya kan kusturan Ukrayna Kazaklarının çekirdeğini Hristiyanlaşarak Slavlaşan Kıpçak Türkleri oluşturur. Bizde pek bilinmeyen bu gerçeği, Rus ve Ukrayna tarihçilerinden duyabilirsiniz.
Çin lideri Şi Cinping’in Türkistan coğrafyasının liderlerini Tang sarayında Li Shimin bayraklarıyla karşılamasının sebebi şimdi anlaşıldı mı?
- G7 bildiğiniz gibi
- - Araplar 21.yüzyılın en büyük kasabı Esed’i bağrına basarken,
- - Çin devlet başkanı Türkistan coğrafyasına dostça gülümser gibi yapıp basbayağı hırlarken,
- Japonya’nın ev sahipliğinde G7 toplantısı yapıldı.
- Rusya ve Çin’e sert mesajlar verilen toplantı için Hiroşima şehrini tercih eden Japon başbakanı Kişida’nın, G7 toplantısının hemen öncesinde Afrika ziyareti yaptığını ayrıca not edelim.
- Bu arada niçin Hiroşima derseniz, G7 nükleer silahsızlanma için ilk kez kendi deklarasyonunu yayınlamış, bunun için de tepesine atom bombası atılan bir şehri seçme basiretini göstermiş diyelim.
- Ayrıca Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlarda boşluk varmış, bunu kapama niyetiyle Rusya'nın milyar dolarlık ham elmas ticaretini gözlerine kestirmişler. Rusya’nın elmas satışından geçen yıl elde ettiği gelir ise 4 milyar dolarmış.
- Ticarette Çin’e bağımlılık gitgide artıyormuş, G7 ülkeleri bu bağımlılığı azaltma noktasında anlaşmaya varmışlar. Çin’den temin edilen malların nereden, hangi maliyetle tedarik edileceğine dair yol haritası var mı peki? Buna dair bir bahse rastlayamadık.
- Bir de küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılması amacıyla yeni araç kayıtlarında elektrikli araçların payının 2035 yılına kadar yüzde 100'e çıkarılmasını hedeflemişler. Ayrıca en geç 2050 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşmayı istiyorlarmış.
- Gelelim sadede...
- - Amerika’da bankalar peş peşe batıyorken,
- - Enflasyon azıyorken,
- - Satın alma gücü azalıyorken,
- - Dünyanın ipini çekecek büyük bir resesyona doğru adım adım yaklaşılıyorken,
- Cidde’den Hiroşima’ya Zelenski şovu izlemeye mahkûm ediliyorsak...
- “Batı cephesinde yeni bir şey yok” demeye hakkımız olsa gerek.