CHP'nin bitmeyen Yunan sevgisi: Türk kâtili Venizelos’u bağrına basan parti
CHP’nin günah galerisini müze yapmaya kalksak ziyaretçilere büyük bir eziyet olacağına şüphe yok. Gezmekle bitecek gibi değil çünkü. Fakat bunların içinde bir Yunan sevgisi var ki dillere destan. Bütün ömrü Türk düşmanlığıyla geçmiş Venizelos’u koluna takıp karşılıklı kadeh kaldıran bir zihniyetten bahsediyoruz.
- Sıla derdine düşünce anlarsın
- Yunanlıyla kardeş olduğunu
- Bir Rum şarkısı duyunca gör
- Gurbet elde İstanbul çocuğunu
- Bir soyun kanı olmasın varsın
- Damarlarımızda akan
- İçimizde şu deli rüzgâr
- Bir havadan
- O Boğaz’dan söz eder
- Sen rakıyı hatırlarsın
- Yunanlıyla kardeş olduğunu
- Sıla derdine düşünce anlarsın.
- CHP’li eski başbakan Bülent Ecevit’in 1947 yılında Londra’da yazdığı şiir
CHP’nin günah galerisini müze yapmaya kalksak ziyaretçilere büyük bir eziyet olacağına şüphe yok. Gezmekle bitecek gibi değil çünkü. Fakat bunların içinde bir Yunan sevgisi var ki dillere destan. Bütün ömrü Türk düşmanlığıyla geçmiş Venizelos’u koluna takıp karşılıklı kadeh kaldıran bir zihniyetten bahsediyoruz.
Başbakanlık makamına üç kez gelip toplamda 17 yıl makamda kalan İsmet İnönü, ilk yurtdışı ziyaretinde rotayı nereye kırmıştı, bilin bakalım? Yanına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı yanına alan İnönü, 1 Ekim’de İstanbul’dan bindiği vapurdan 3 Ekim’de inerek Yunan topraklarına ayak basar. Yunanlı mevkidaşı Venizelos tarafından şerefine verilen yemekte ise şöyle konuşur:
“Gözlerimizin önünde yükselen ve gittikçe büyümekte olan bina, en sağlam ve dayanıklı yapılardan biri olacak ve her türlü tecrübelere karşı durabilecek kuvvete hâiz bulunabilecektir. Çünkü biz bu yapı için çok iyi malzeme kullandık. Bu yapının kuruluşunda kullanılan harç, dünyanın en iyi ve en sağlam çimentosu olan menfaat birliğidir.”
640 bin Türk'ün katillerine bağış yapıldı
Atina’daki Balkan Oyunları bahaneydi. İnönü, Yunanistan Başbakanı Venizelos ile Dışişleri Bakanı Mihalokopalos’un 26 Ekim- 1 Kasım 1930 tarihleri arasındaki Türkiye ziyaretine karşı bir iâde-i ziyaret yapmıştı. Bununla yetinmeyecek, 1933 yılında Yunan Harp Malulleri Sandığı’na 300 TL yardımda bulunmayı ihmal etmeyecekti.
6 Mart 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesinin haberine bakılırsa, Atina büyükelçisi Enis Tulça eliyle Yunan Dışişleri Bakanı Mihalokopalos’a yapılan ziyarette takdim edilen para yardımına, Yunanlı bakan hararetle teşekkür etmiş. O yıllardaki milletvekili maaşına yakın bir rakam bu. Bugünün 50 bin lirası diyelim. Miktarı boş verin, asıl mühim olanı bu paranın Yunan askerine veriliyor oluşu. Çok değil, 10-11 yıl öncesinde İzmir’den İstanbul’un Şile ve Beykoz’una değin Anadolu’nun batısını yağmalayan, Amerikalı tarihçi McCarthy’nin verdiği rakama göre 640 bin Türk’ü şeytanın aklına gelmeyecek yöntemlerle katleden Yunan askerine bağışlanıyor bu para.
Yunan askerinin neler yaptığını, Devlet Arşivleri Genel Kurumu tarafından 1996 yılında neşredilen “Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi” isimli 3 ciltlik kitaptan okuyabilirsiniz. Bu konuda Justin McCarthy’nin ‘Ölüm ve Sürgün’ü ile Kadir Mısıroğlu’nun ‘Yunan Mezalimi’ de önemli kaynaklar arasındadır.
Yunanistan’da Megali İdea olarak bilinen ‘Büyük Yunanistan’ fikrinin öncü ismi Giritli Venizelos ile 1930 yılından sonra CHP yönetimi arasında su sızmadığını görüyoruz. Hatta öyle ki, Venizelos 1934 yılında Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteriyor. Nobel Ödül Komitesine Fransızca olarak yazılmış bir mektup bu. Dikkatlice okumakta fayda var.
- Venizelos’un Nobel mektubu
- 12 Ocak 1934, Atina Nobel ödülü komitesi başkanlığına, Oslo-Norveç
- Sayın Başkan,
- Yaklaşık yedi asır boyunca Yakın Doğu’nun tamamı ve Orta Avrupa’nın büyük kısmı kanlı savaşlara sahne oldu. Bunun temel sebebi Osmanlı İmparatorluğu ve onun sultanlarının mutlakiyetçi yönetim sistemiydi.
- Hıristiyan halklara boyun eğdirilmesini kaçınılmaz olarak takip eden Haç’ın Hilâl’e karşı dini savaşları ve ardından da özgürlüklerine düşkün bütün halkların başarılı diriliş hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu sultanların etkisinde kaldığı sürece daima devam eden bir tehlike ortamıydı.
- Mustafa Kemal Paşa’nın millî hareketinin rakiplerine galip gelmesiyle 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu belirsizlik ve hoşgörüsüzlük devletine kesin bir son verdi.
- Hakikaten, bir milletin hayatında bu kadar kısa zamanda bu kadar köklü bir değişiklik nadiren gerçekleştirilebilmiştir.
- Hukuk ve dinin birbirine karıştığı dini bir rejim altında yaşayan, çöküş halindeki bir imparatorluk tamamen hayat ve canlılık dolu modern bir ulus devlete dönüştürüldü.
- Büyük reformcu Mustafa Kemal Paşa’nın sağladığı hızla, sultanların mutlakiyetçi rejimi sona erdirildi ve devlet tamamen laik oldu. Haklı olarak medeni milletlerin en ön saflarında yer almaya büyük istek duyan bütün millet gelişmeleri benimsedi.
- Fakat, barışın sağlamlaştırılması etnik Türk kimliğinin baskın olduğu devletin şu günlerdeki haline dönüşmesine yol açan inkılaplarla birlikte yürütüldü. Hakikaten, Türkiye diğer milletlerin meskûn olduğu illerini hukuka uygun bir şekilde kaybetmiş olmayı kabullenmede tereddüt etmedi ve anlaşmalarla belirlenen siyâsî ve etnik sınırlardan razı olup Yakın Doğu için gerçek bir barış dayanağı hâline geldi.
- Türkiye’yle sürekli devam eden anlaşmazlıkların neticesinde asırlarca kanlı savaşlara sürüklenmiş olan biz Yunanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olan bu ülkede gerçekleşen derin değişikliğin etkilerini ilk hissedenler olduk.
- Küçük Asya Felâketinden hemen sonra, savaştan bir ulus devlet olarak çıkmış olan yeniden doğan Türkiye’yi anlama fırsatını fark ederek ona, elimizi uzattık ve o da samimiyetle karşılık verdi.
- Samimi barış arzusuyla dolu olduklarında en derin farklılıklara sahip halkların bile tekrar yakınlaşabileceklerini gösteren bu yeniden birbirimize yakınlaşma faaliyeti hem iki ülke için hem de Yakın Doğu’daki barışı sürdürmek için faydalı oldu.
- Barışı tesis etmek için yapılan bu paha biçilmez katkıyı gerçekleştiren kişi elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dır.
- Bu yüzden, 1930 Yunanistan Hükümeti’nin lideri olarak, Yunan-Türk anlaşmasının imzalanmasının Yakın Doğu’nun barışa doğru yürüyüşünde yeni bir dönemi başlattığı şu zamanda, Mustafa Kemal Paşa’nın Nobel Barış Ödülü’ne sahip olmanın ayırt edici itibarıyla ödüllendirilmesini teklif etmekten onur duyarım.
- Saygılarımla, Eleftherios Kyriakou Venizelos
Altı çizilesi satırlar
“Yaklaşık yedi asır boyunca Yakın Doğu’nun tamamı ve Orta Avrupa’nın büyük kısmı kanlı savaşlara sahne oldu. Bunun temel sebebi Osmanlı İmparatorluğu ve onun sultanlarının mutlakiyetçi yönetim sistemiydi.
Hıristiyan halklara boyun eğdirilmesini kaçınılmaz olarak takip eden Haç’ın Hilâl’e karşı dini savaşları ve ardından da özgürlüklerine düşkün bütün halkların başarılı diriliş hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu sultanların etkisinde kaldığı sürece daima devam eden bir tehlike ortamıydı.
Mustafa Kemal Paşa’nın millî hareketinin rakiplerine galip gelmesiyle 1922’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu belirsizlik ve hoşgörüsüzlük devletine kesin bir son verdi.”
Özetlersek ne diyor Venizelos? Yedi asır boyunca Ortadoğu ve Avrupa’da kanlı savaşların müsebbibi Osmanlı imiş. Hristiyan halklara boyun eğdirmiş, onların özgürlük ve diriliş hareketlerini bastırmış. Derken Mustafa Kemal 1922 yılında bu belirsizlik ve hoşgörüsüzlük devletine son vermiş. İşte bu yüzden Nobel Barış Ödülü Mustafa Kemal’e verilmeliymiş.
Fakat Venizelos’un bu mektubu karşılıksız kaldı. 1934’te Nobel Barış Ödülü Mustafa Kemal’e değil, Milletler Cemiyeti önderliğinde organize edilen Dünya Silahsızlanma Konferansı’na katkıları nedeniyle, 1929-1931 yılları arasında İngiltere Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Arthur Handerson’a verildi.
Kim bu Venizelos?
CHP zihniyetinin karşılıklı kadeh tokuşturduğu Venizelos’un aslında kim olduğunu biliyor musunuz? Türkleri önce Girit’ten, sonra Selanik’ten, daha sonra da İzmir’den İstanbul’a değin bütün Batı Anadolu topraklarından çıkarmaya yemin etmiş, ömrü boyunca Türk kanı içmeye doyamamış, Megali İdea denildiği zaman Yunanistan’da akla gelen ilk isimdir. İngiliz tarihçi Richard Clogg’un Türkçeye de çevrilen “Modern Yunanistan Tarihi” isimli eserindeki şu satırlara dikkatinizi çekelim.
“1913 yazında Yunanistan Akdeniz’de önemli bir güç olarak kendini gösterdi. O güne dek kaypak bir kavram olan ‘Megali İdea’ Venizelos’un etkili önderliği altında romantik milliyetçilerin safsataları olmaktan çıkıp olabilirlik sınıfına girmiş görünüyordu.”
1912 yılında başlayan Balkan Savaşı, Türk tarihinin en kara dönemlerinden birini remzeder. Kastamonu, Sinop, Sivas, Konya ve Erzurum’dan çok daha önce Osmanlı yurdu olan Selanik başta olmak üzere Edirne ötesindeki topraklarımız ile Ege denizindeki adalar bu savaşta elimizden çıkar. Hatta Edirne bile işgal edilmiş, ganimet sarhoşu düşmanlar birbirine girdiği için zor bela alınabilmiştir. Bizim kan ağladığımız, anavatan Balkanları ve yüz binlerce Müslüman Türk evladını kaybettiğimiz Balkan Savaşı, Yunanistan Başbakanı Venizelos’un zafer naralarıyla sarhoş olduğu günleri ifade eder. Hayal ettiği gibi İstanbul’u ele geçirip, Ayasofya’ya çan takamasa da bu savaşta bizden elde ettiği topraklar ile Yunanistan neredeyse iki misli büyümüştür.
Birinci Dünya Savaşı başlayınca İngiltere’nin safında yer alıp Megali İdea’yı gerçekleştirmek, Ayasofya’ya çan takıp Anadolu topraklarını işgal etmek için teşebbüste bulununca, Alman asıllı Kral Konstantin tarafından istifa ettirilir. Birkaç ay sonra yapılan seçimleri kazanıp yeniden iktidara gelince yine Megali İdea hırsı depreşir ve savaşa katılmak ister. Kral, Venizelos’u bir kez daha görevden alır. 1917 yılında İngiltere’nin ağır baskısı ve tehditleriyle Konstantin tahttan indirilip yerine oğlu Aleksandros geçince Venizelos yeniden başbakan olur ve İngilizlerin desteğiyle Anadolu işgali için hazırlıklara başlar.
İşgal kararı Paris'te alındı
Venizelos, işgal planını Paris Konferansı’nda İngiltere, Fransa ve ABD’nin onayına sundu. 6 Mayıs 1919’da yapılan toplantıda onay çıktı: Yunan askerinin İzmir’e çıkmasına karar verildi. Toplantıda bulunan ABD Başkanı Wilson, Fransa Başbakanı Clemanceau ve İngiltere Başbakanı Lloyd George’un endişelerini giderme adına işgalin nasıl yapılacağını Venizelos şöyle ifade ediyordu:
“Önemli olan bu işi iyi idare etmektir. Böylece Türkler son dakikaya kadar olacaklardan habersiz kalacaklar. Ben bu Türk Subaylarını iyi bilirim. Eğer direniş emri almazlarsa direnmeyeceklerdir. İzmir halkına gelince, onların tavırları dostça olacaktır.”
İşgal kararından sonra Venizelos 9 Mayıs’ta Lloyd George ile bir akşam yemeğinde bir araya geldi. Lloyd George, Venizelos’a yemekte şunları söyledi:
“Yunanistan, Yakındoğu’da büyük imkânlara sahiptir ve bunlardan faydalanabilmek için askerlik yönünden olabildiğince güçlenmek gerekir. Biz, ABD’nin İstanbul’da bir süre için yönetim kurmasını sağlamaya çalışıyoruz. ABD’nin İstanbul’a yerleşmesi, zamanı gelince şehrin bize geçmesine hiçbir şekilde engel olmaz. Başkan Wilson, bu düşünceye karşı değildir ama Amerikan kamuoyunun ve senatonun kabul edip etmeyeceğinden kuşku duyuyor. Kabul etmeleri halinde İngiltere’nin benimseyeceği tek çözüm yolu, İstanbul’un Yunanistan’a verilmesi olacaktır.”
“Zito Venizelos” demeyen katledildi
Venizelos’un itinayla planladığı 15 Mayıs 1919 İzmir işgalini, Maliye müfettişi Muvaffak Bey’in raporundan okuyalım.
“15 Mayıs günü zevalden sonra saat sekiz buçuktan itibaren rıhtıma çıkan Yunan askerleri, fevkalâde coşkun bir tezahüratta bulunan yerli Rumlarla birlikte Hükûmet Konağı önünden Kışlaya doğru hareket ettiler... Yarım saat süren bombardımanın hafiflediğini gören Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, Teğmen Celal Bey’i eline beyaz bayrak alarak ateş kesilmesini talep etmeğe memur etti. Ama ateş kesmeyerek onu yaraladılar. Ancak bir müddet sonra Yunan kumandanı ‘hayatlarını muhafaza kaydı’ ile Kışladaki subay ve erlerin teslimini istediğinden Kışladan çıkmaya başladılar. Fakat Kumandan Paşa kapıdan çıkar çıkmaz bir Yunan subayı tarafından yakasına sarılarak yere düşürüldü ve ayaklar altında çiğnendi. Mâiyetindeki subaylar da aynı hareket ve kötü muameleye dûçar oldukları gibi birçok defa Zito Venizelos (Yaşasın Venizelos) diye bağırmaya zorlandılar. Erkân-ı Harb miralayı (albay) Fethi Bey, zito sözünü kat’i surette söylemekten imtina ettiği için süngü ve dipçik darbeleri ile vahşiyâne bir surette imha edildi. Hükûmet Konağında memurlar, valinin yanına sığınmışlardı. Vali ateşi kestirmek için beyaz bayrak çıkarmıştı. Bunun üzerine Yunan askerleri içeri girerek memurların üzerine atıldılar. Süngü ve dipçik darbeleri arasında hepsi zahire borsasına sevk olundu. Giderken her adım başında bir Yunan subayı kafileyi durduruyor ve “Zito Venizelos” diye bağırmaya mecbur ediyordu.”
İzmirli Rumlara işgal mesajı
Yunan Averof savaş gemisi komutanı Albay Mavrudis, İzmir Metropoliti Hrisostomos’tan şehrin ileri gelen Rumlarını, Aya Fotini Kilisesi’nde yapılacak toplantıya çağırmasını istemiş ve buradaki kalabalığa Venizelos’un şu mesajını okumuştu:
“Beklenen an geldi. Yunanistan, barış konferansı tarafından İzmir’in işgali ve güvenliğini sağlamakla görevlendirildi. Müzakere başkanları, İzmir’in Yunanistan’la birleşmesi konusunda karara varmışlardır. Balkan Savaşı’na kadar size boyunduruk vuranların kölesi durumunda idiniz. Artık müsterihim, kalbim ferahtır. Bugünden itibaren Anadolu Rumlarının ruhları ferahlasın.”
Lozan’da Helenizmin savunucusu
Kabine üyeleri ve bilhassa dışişleri bakanlarının iştirak ettiği Lozan’da o sıralar hiçbir resmî görevi bulunmayan Venizelos, Megali İdea’nın sembol ismi ve Yunan çıkarlarını en iyi koruyan kişi sıfatıyla devletini temsil etmişti. Nitekim Lozan’a varır varmaz şu sözü söylemişti:
“Balkan Yarımadası’nda müteaddit devletler olduğu halde Anadolu’da neden üç devlet kurulmasın? Ermeni Devleti, Rum Devleti ve Türk Devleti…”
Lozan’da Venizelos’un taktiği, Yunanların İzmir’e asker çıkarmasını tümüyle haklı kılmaya çalışmak olmuştu. İngiliz tarihçi Gibbons’un deyimiyle Venizelos, bir zamanlar üzerinde Bizans İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü bir ülkede Helenizmin son kalıntılarını korumak için adeta bir aslan gibi mücadele etmişti. (Herbert Adams Gibbons, Venizelos, Boston Houghton Mifflin Co, 1923)
“Yunanistan’daki Müslümanları öldürürüz” tehdidi
Venizelos Lozan’da Türkiye’nin tazminat talebine inatla direnmiş gerekirse yeniden savaşırız şeklinde âdeta meydan okumuştu. Bunun üzerine İtalyan temsilci Montagna, Venizelos’a muhtemel bir savaşın doğuracağı sonuçları hatırlatmış ve savaşın çıkması halinde Anadolu’da 400 bin Rum’un tehlikeye düşeceğini söylemişti. Venizelos’un cevabı İtalyan temsilciyi dehşete düşürmüştü: “Öyle bir şey olursa biz de Yunanistan’daki Müslümanları öldürürüz.”
Montagna, bunun bir kasaplık olduğunu ve bunu nasıl göze alabildiğini Venizelos’a hayretle sormak durumunda kalmıştı. Venizelos’un inadını kıramayan diğer devlet temsilcileri, tazminatın para olarak ödenmesi yerine Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesi formülünü ortaya atmıştı.
İnönü-Veni̇zelos ilk muhabbet Lozan'da
Tazminat konusuna nihai kararı verecek oturumda bir gerginlik oluşmasın diye İnönü ile Venizelos’un arasına Romen temsilci Diamondy oturmuştu. Gergin bir ortamda başlayan müzakere, İnönü’nün tazminat olarak Karaağaç teklifini kabulüyle yumuşamış, bunun üzerine Diamondy aradan çekilerek koltuğunu Venizelos’a terk etmişti. İstediğini alan Venizelos konferans boyunca sergilediği tavrı bırakıp, kolunu İnönü’nün omuzuna atarak sohbet etmişti. O anlara şahit olan ABD diplomatı Joseph C. Grew, manzarayı “Gülüşerek konuşuyorlardı, neredeyse sarılacaklardı” şeklinde not edecekti.
Zafer kimin?
Venizelos Lozan’da öyle manevralar çekmişti ki, imzalanan anlaşmaya CHP milletvekilleri bile tahammül edemeyecekti. TBMM’deki Lozan oylamasında 14 CHP milletvekili ret oyu vermişti.
Şükrü Kaya, Lozan anlaşmasının memleket için tehlike içerdiğini; Midilli, Sakız ve Sisam adalarının yabancı ellerde bulundukça bizim sahillerde güvenle yaşamak imkânımızın kalmadığını söylemişti. Bugün “Lozan cumhuriyetimizin tapu senedidir” diye yeri göğü inleten CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın dedesi, aynı ismi taşıyan Faik Öztrak da o günlerde CHP milletvekiliydi. Meclis konuşmasında “Lozan, Batı Trakya Türklüğünü imha ettiriyor” diyecek ve ret oyunu basacaktı.
Bir diğer CHP’li Vasıf Çınar da “Bu anlaşmayla iktisadi hürriyetimiz yok edilmiştir” sözüyle meclis kürsüsünü inletecekti.