Bütün Âlem Şahit: Yahya Sinvar Şehit

Yahya Sinvar Şehit.
Yahya Sinvar Şehit.

Bize unutturulan hakikat: İslâm’ın izharı ibadettir ama imanın izharı şehadettir; şehadeti, yazın kavuruculuğunda hasret kalınan bir kar şerbeti gibi hasretle beklemek. Yaşadığımız hayat, içine garkolduğumuz rahatlık bizi şehadet arzusuyla cihat emrinin en uzağına fırlatıp atıverdi. Bizim için varsa-yoksa keyif. Yahya Sinvar, işte bu keyfimizi kaçırdı. Sormak hakkımız; ne hakkı, vazifemiz: Yahya Sinvar müslümansa biz neyiz; biz müslümansak Yahya Sinvar ne? Biz niye böyle olduk, o nasıl öyle oldu?

Ömrünün baharını da, yazını da düşmanın zindanlarında işkence altında geçiren biri ya şevkini tamamen kaybeder veya intikam ve kin hissi bilendikçe bilenir. Yahya Sinvar’da bunların hangisinin tecelli ettiği aşikâr: cesurca şehadet hasreti.

Hem komutan, hem de adeta bir nefer. Yahut mazlumların şahı Filistinli kardeşlerimizin yegâne müdafii İzzettin Kassam Tugayları, kemmiyet bakımından sayıca azalmış vaziyette; bilmiyoruz. Düşman tanklarıyla göğüs göğüse harbederken tank atışıyla sakatlandığı hâlde cihattan geri durmuyor. Bir eli yaralı, öbür kolu daha çok yaralı. Kendi kendine alelacele ilkyardım tatbik ettikten sonra cihada devam... Nihayet dermanı kalmıyor, son takatiyle onu gözetleyen şeytanın gözü alete elindeki sopayı fırlatıyor ve bize de hayatın manâsını haykırıyor: Son nefese kadar cihat farzdır. İşte drona fırlatılan o sopa, aslında bizim suratımıza da çarptı; hissetmişsinizdir: Ey ümmet! Daha ne bekliyorsunuz?

Dostun takdirini kazanmak kolay; zorların zoru, düşmanın hayranlığını kesbetmek. Alenen dile dökmeseler de dost-düşman herkes Yahya Sinvar’a hayran. Bizimki gibi memleketlerde dostun takdiri ücrete tabi. Ama ya düşmanınki? Onun örtük takdirini ve aleni hayranlığını kazanmak için ödenmesi lâzım gelen ücret, ne parayla ölçülebilir, ne de pulla.

Sonuna kadar cihat

Bu son âna kadar devam eden cihat şuurunu dünyaya takdim eden de yahudi şaklabanlar. Düşmanın ta kendisi yani.

Ne yüce bir yaratılış, ne kavi bir iman ve ne ulvi bir amel. Rabbim her hakiki müslümana böyle bir hayat ve böyle bir vefat nasip etsin.

Bize unutturulan hakikat: İslâm’ın izharı ibadettir ama imanın izharı şehadettir; şehadeti, yazın kavuruculuğunda hasret kalınan bir kar şerbeti gibi beklemek. Yaşadığımız hayat, içine garkolduğumuz rahatlık bizi şehadet arzusuyla cihat emrinin en uzağına fırlatıp atıverdi. Bizim için varsa-yoksa keyif. Yahya Sinvar, işte bu keyfimizi kaçırdı. Sormak hakkımız; ne hakkı, vazifemiz: Yahya Sinvar müslümansa biz neyiz; biz müslümansak Yahya Sinvar ne? Biz niye böyle olduk, o nasıl öyle oldu?

İşte yeni nesle talim ettirmemiz lâzım gelen düstur: şehadet şuuru. Yani Efendimiz’e komşuluk iştiyakı, hevesi ve arzusu.

Mekân küçük, ruh büyük

Gazze dediğimiz yer, kasaba misali bir şehir zaten. Üstelik bir seneyi aşkın bir vakittir yakılmış, yıkılmış ve yerle bir edilmiş. Her yer harabe; her yer enkaz. Bütün dünyanın gözünü kapadığı bir avuç mümin mücahidin bu elim şartlar altında cihadı sürdürmesi neredeyse kabil değil. Belli ki mücahidan, ilâhi emri ifa sadedinde küffara direnmede. Ama nereye kadar? Mevzilenecek nokta mı kaldı?

Küçücük bir sahaya sıkışan Filistin mücahitleri, tahayyülüstü bir çaresizliğe itilmiş vaziyette. İten yahudi, görmezden gelense ümmet. Ne hazin. Belli ki Filistinli mazlumlar tükenmiş vaziyette. Karşılarında düşmanın en kavisi var ama onlar her türlü yardımdan ve destekten uzak bırakılmış hâlde direnmedeler. Bir yandan göğsümüz kabarıyor ama öbür yandan yüreğimiz kahroluyor. Biz onları bu hâldeyken yahudinin merhametine havale ettik, onlar yarın ahirette bizi kime ve nereye havale ederler acaba?

Muhtemelen Aksa Tufanı’nı tasavvur eden zihin, bu emsalsiz huruc hareketinin akabinde bütün İslâm âleminin imdada koşacağını düşünmüştü. Ama biz güvendikleri dağlara kar yağdırdık; hem de bir seneyi aşkın bir vakittir.

Sadece israil’e değil, (Küçük i ile israil.) dünyanın en büyük orduları Amerika ile İngiltere’ye karşı da harbeden bir avuç mazlum müslümanın Rabb’lerinden başka bir yardımcıları ve destekçileri yok. Ayan-beyan ortaya çıktı, ‘İslâm dünyası’ diye bir dünya yokmuş ve ‘ümmet’in hakikati kalmamış. Ümmet, tesisi her müslümanın üzerine farz bir mecburiyet olarak ictimai mes’uliyetlerimizin en başında gelmekte. Bir vakitler dünyanın en kavi, en sarsılmaz ve en kudretli hakikati ümmetti ama dünyanın en habis yılanları ümmetin başını ezdi; bizim onların başlarını ezmemiz lâzımken. Ümmetin hem hakimi, hem de askeri bizler, bir asırlık öyle bir uykuya yatırıldık ki nebati hayattan beter. Bir çimen bile bizden daha şahsiyetli; bir ısırgan otu bile bizden haysiyetli. Ninni niyetine kulağımıza üflenen palavraları işite işite her birine inanır hâle geldik. Neye inanıyorsak hepsinin yerine yahudi masallarını koymaktan çekinmedik. Neticede israil korkusu, kâlplerimizi katran karasına boyadı.

Lânetin mıknatısı

Ne biz, ne de dünyanın öbür lâfta müslümanları o farz adımı atmıyor, atamıyor. Lânet mıknatısı israil ise böcek avlar gibi bebek katline devam ediyor. Hayasızlıkta domuzu utandıran kavmin mensupları, Afrika’da safari avına çıkar gibi Gazze’de bebek avına çıkabilirken, Katolikler’den başka dünyanın bütün gözleri, ustalıkla kör taklidi yaparken bir yiğit çıkıyor ve hayasız müslümanlara müslüman nedir, mümin kimdir ve cihat nedir gösteriyor. Gözlerinin içine içine sokarcasına. Mümin cesaretinin timsali hüviyetiyle.

Yahya Sinvar, hepimizin başını yere eğercesine şahsiyet nedir, haysiyet nedir, cihat nedir, yiğitlik nedir, kahramanlık nedir, vatanperverlik nedir, amirlik nedir ve müminlik nedir suallerinin hepsine teker teker cevap veriyor: Mümin odur ki son ânına kadar düşmana hücum ede. Müslüman odur ki yılmaya, bezmeye, usanmaya ve bıkmaya. Cihat son nefese kadar farz.

İşte iki buçuk milyar müslümanı sersemlik uykusundan uyandıracak teshirin formülü: Sen münafık değilsen, müşrik değilsen, sen muvahhidsen Rabbinin vaadini ihmâl edemezsin.

Yahya Sinvar’ın manen son sözü bu.

Ne dehası bunlar ahmak

Dudak uçuklatan bir başka husus da İsmail Heniye’nin şehadetinde, sanki bir pop konserinde bilet kuyruğundaymışçasına birbirini ezerek taziye yarışına girenler, Yahya Sinvar’ın şehadetini ellerinden gelse görmeyecekler. Hayrola? İsmail Heniye de, Yahya Sinvar da bizim şehidimiz değil mi? Tamam, biri seçilmiş başbakan, amenna ama onu seçilmiş başbakan kabûl ediyorsunuz da Yahva Sinvar’ı da meselâ atanmış Genelkurmay Başkanı niye saymıyorsunuz? Hani güya cebiniz israil’e açıkken bile kâlbiniz bu tarafa açıktı?

Aksa Tufanı dünyanın bütün münafıklarını faşetti ama Yahya Sinvar da bütün müşrikleri. Kâlbinde hem hakka, hem de batıla aynı miktarda yer verenler, bu yiğitlik karşısında donakaldılar; tıpkı kâfirler gibi. Yoksa hangi akıl, böylesi bir kahramanlığı, gizlemeye çalışacağına bütün dünyaya takdim eder ki? Merhumun aziz şehadeti, kaç asırdır uyutulduğumuz ‘yahudi dehası’nın palavrasının da aleni bir ispatı. Ahmaklar, o şehadet görüntülerinin neticesini dahi hesap edemediler. Pöh, nasıl bir dehaymış bu?

Yahudi dehası masum katliamı seferberliğine erer ancak. Müslüman dehası mı? O da alık alık bakmaya.

Yahya Sinvar, idarecilerimiz gibi ve hatta bizim gibi bakmadı etrafa; bir dehlizden ‘ordusunu’ yani bir avuç yetim, öksüz ve mazlum yiğidi idare etmektense kendisi bizzat cenk meydanına indi ve şehitlik mertebesine erdi. Bizim resmi şehitlerimiz gibi değil, bile-isteye ve şeytanı çatlatırcasına bir cesaretle. İşte hakiki müslüman ve derin mümin farkı. Kapitale, kapitalizme ve kapitaliste değil, A...h’a teslim olan müminin hâli.

Bir insanın şehit olması, onun A...h’ın varlığına ve birliğine şahitlik etmesini icap ettirir. Ne yüce bir makam. Ama biz şu son asırda ruhumuzu öylesine kararttık ki bırakalım muvahhidliği, A...h’a teslimiyetten dahi pek uzak düştük.

Rabbim, beni ve evlâdı ıyalimi Sana yakınlaştır. Ümmetini bu derin ve hain gafletten uyandır. Bizi eskisi gibi cihadı özleyen nesiller yetiştirme lûtfuna mazhar eyle Ya Rabbi!