Bu kanun uygulansa, yalancılar nefes alamaz
Sosyal medya, muhalif basın ve yabancı fonlar tarafından beslenen internet sitelerinin her yalan ve algı operasyonunda, bu operasyona mâruz kalan yurdum insanının ‘bu yalanların bir cezası yok mu’ isyanı ayyuka çıkıyor. Gerçekten de o kadar pervasız ve fütursuzca yalanlar söyleniyor ki, sanki her yalan ve algı operasyonu yalancıların yanına kâr kalacak gibi duruyor. Ve işin kötü tarafı öyle de oluyor. Atılan çamurlar kısa sürede temizlense de izleri bir daha silinmeyecek şekilde kalıyor. Siz o çamuru temizlemeye çalışırken, çamuru atanlar çoktan yeni hedeflerini çamur bombardımanına tutmaya başlamış oluyor. Oysa tüm bu yalanlara ‘dur’ diyecek ve yalancıları her yaptıklarına pişman edecek sihirli bir sayı, tozlanmış raflardaki unutulmuş bir kitabının içinde duruyor: 5651
Yalan ve algı operasyonları, yeni karşılaştığımız bir durum değil. 2000’li yılların başında internet kullanımı Türkiye’de iyice yaygınlaştığında, kanun koyucu bu yenidünyayı düzene sokmak için harekete geçti ve uzun çalışmalar sonunda 5651 sayılı“internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun” 2007 yılında yürürlüğe girdi.
İnternet dünyası sürekli bir değişim içinde olduğu için, kanun da aradan geçen 14 yılda tam 17 kez değişti. Yeni maddeler eklendi, bazı maddeler çıkarıldı, eksik görülen kısımlar tamamlandı. Son değişiklik ise, geçtiğimiz yıl temmuz ayında kabul edilip 1 Ekim 2020’de yürürlüğe giren ve kamuoyunda ‘sosyal medya yasası’ olarak bilinen değişikliklerdi.
Yalan operasyonları daha da arttı
Kanuna eklenen bu yeni düzenlemeyle, Türkiye’de günlük 1 milyondan fazla erişimi olan sosyal medya şirketlerine Türkiye’de temsilcilik açma zorunluluğu getirilmişti. Sosyal medya devlerinin sözleşmiş gibi uzun süre karşı çıktığı ve uymamak için direndiği düzenleme, temelde sosyal medyadaki yalan ve algı operasyonlarının önünü kesmeyi ve bu operasyonlara izin vermemesi için sosyal medya devlerini sorumlu tutmayı amaçlıyordu.
Ama maalesef öyle olmadı.
Düzenlemenin amacı iyi olsa da, istenen sonucu vermedi. Hatta sosyal medyadaki yalan fırtınaları, nasıl olduysa bu düzenleme yürürlüğe girdikten sonra arttı. Türkiye, Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe girişimleri ve 15 Temmuz işgal girişimi öncesi mâruz kaldığı yalan operasyonlarını aratmayacak bir saldırının göbeğine düştü.
Daha en baştan kanunu arkadan dolandılar
2020’de yapılan bu düzenleme çıkar çıkmaz “Türkiye’ye temsilci atamayacağız” açıklaması yapan sosyal medya devleri, reklam gelirlerini kaybedeceğini alamayınca inadından vazgeçti. Ve süreç içinde hepsi teker teker açıklama yaparak, temsilcilik açtıklarını duyurdu. Yalancı ordusuna karşı kazanılmış bir zafer gibi duran bu açıklamaların ardında nasıl bir aldatmaca olduğu ise kısa sürede ortaya çıktı.
Özellikle ‘yalancı ordusu’nun ana karargâhı olan Twitter’ın yaptığı oyun, savaşı masada kazanmaya yönelik oldu. Kanunun EK-4. maddesi şöyle diyordu: “Sosyal ağ sağlayıcı; en az bir kişiyi Türkiye’de temsilci olarak belirler ve bu kişinin iletişim bilgilerine kolayca görülebilecek ve doğrudan erişilebilecek şekilde internet sitesinde yer verir. Temsilcinin gerçek kişi olması hâlinde Türk vatandaşı olması zorunludur.”
Bu maddedeki “Temsilcinin gerçek kişi olması hâlinde” kısmından ‘temsilcinin gerçek kişi olmayabileceği’ sonucunu çıkaran Twitter, hemen kanunu arkadan dolanmanın bir yolunu buldu. “Twitter'ın Türkiye'de açık kalmasını sağlamak için bir tüzel kişilik oluşturmaya karar verdik” açıklaması yaptı. Önce 10 bin TL (evet sadece bir telefon parası) sermaye ile Türkiye’de bir şirket kurdu. Hatta ‘Büyükdere Caddesi Kanyon Blok No: 1852 adresinde bir ofis bile tuttu.
Fakat Türkiye'deki şirketin kurucusu olarak ABD merkezli T.I. Redwing LLC adlı şirketini gösterdi. Şirketin müdürü ve dolayısıyla Twitter’ın Türkiye temsilcisi olarak da Kevin Cope adlı birini atadı. Ama işin ‘komik’ tarafı, Kevin Cope isimli şahsın Türkiye ile hiç alakası yok ve hakkında internette zar zor bulunan kısa bilgiye göre Türkiye’de de hiç bulunmamış. Hatta ‘twitter Türkiye’ hesabının bile bu kişiyle hiçbir etkileşimi bulunmuyor.
Türkiye’ye kafa tutuyorlar
Twitter’ın kanunla dalga geçer gibi yaptığı bu uygulama bir istisna değil. Temsilci atama konusunda uzun süre direndikten sonra ‘reklam yasağını’ kırmak için geri adım atan Facebook, açtığı göstermelik temsilciliğin bir geri adım olmadığını şu tehditkâr sözlerle açıklamıştı: “Aldığımız karar, Facebook Topluluk Standartları’nı ya da devlet kurumları tarafından yapılan içerik kaldırma taleplerinin incelenme süreçlerini değiştirmiyor. Dolayısıyla, bu ilkelere uygun olmayacak bir şekilde hareket etmemiz için ısrar edilmesi halinde temsilcimizi geri çekeceğimizi belirtmek isteriz.”
- Yani devlete kafa tutan Facebook, açıkça “kanun bizi bağlamaz, hiçbir dediğinizi yapmayacağız, sizin kurallarınıza da uymayacağız” diyordu.
Arama motoru Google da farklı bir yol izlemedi. Youtube gibi sosyal medya şirketleri için Twitter’ın izinden giderek göstermelik bir temsilcilik açtı. Hatta Google yeni bir ofis açma zahmetine bile girmeyip adres olarak Twitter’ın daha önce devlete sunduğu adresin aynısını verdi. Fakat elbette o adreste de kimse yoktu. Çünkü Google’ın ‘Türkiye temsilcisi’, Kenneth Hohee Yi isimli bir ABD vatandaşı. Türkiye ile hiçbir ilgisi olmayan Hohee Yi, aslında bir avukat ve ‘Türkiye temsilciliği’nin yanı sıra 80 kadar başka şirketin de ‘temsilciliğini’ yapıyor. Yani aslında bir ‘gölge temsilci.’ Yani aslında bir ‘aldatmaca’.
Oda tv’ye bile laf geçirilemiyor
Kanunu arkadan dolanarak kanunsuzluk yapmak, sadece büyük sosyal medya devlerine has değil. Türkiye’deki her karanlık operasyonda parmağı olan ve yalan haber konusunda uzmanlaşan Oda Tv isimli site bile, yayın yaptığı ülkenin kanunlarına açıkça kafa tutabiliyor.
Oda Tv, son büyük operasyonunu haziran ayının son günlerinde çekmişti. KADEM’e ait bir yurtta TRT tarafından çekilen ve terör örgütü FETÖ'yü anlatan bir belgesel için kullanılan plastik silahların fotoğraflarını yayınlayan Oda Tv, ‘hükümete bağlı derin örgütler silahlı çatışma planlıyor’ diyerek büyük bir provokasyona imza attı. Aslında yapılan haber anında yalanlandı. Çekim ekibi, silahların oyuncak olduğunu ve neden orada bulunduğunu dakikalar içinde sosyal medyadan duyurdu ve Oda TV’yi de uyardı. Fakat yalanında ısrar eden Oda Tv ve yöneticileri, ne haberi geri çekti ne de özür diledi.
Çünkü daha önceki cezasız kalan küstahlıkları, Oda TV’nin kanunlara istediği gibi kafa tutmasına imkân veriyordu.
BTK yıldı ama Oda TV yılmadı
2020 Mart ayında Libya’da şehit olan bir MİT mensubunun ve ailesinin kimliğini ifşa eden Oda Tv, 5 Mart’ta MİT’in başvurusu ile BTK tarafından erişime kapatıldı. Operasyoncu 8 personeli hakkında da dava açıldı. Fakat kapatılan site önce ‘odatv.com.tr’, sonra ‘odatv1.com’, daha sonra ‘odatv2.com’, o da kapatılınca ‘odatv3.com’ ve ‘odatv.net’ isimleriyle yeniden açıldı. Yani BTK kanunların kendisine verdiği yetkiyle erişimi engelledikçe, Oda Tv ‘yılmadı’. Ve en son ‘odatv4.com’ ismiyle yeni bir site açıp yayınlarına devam etti. Oda Tv ‘yılmadı’ ama kanunu uygulama yetkisi olan BTK ‘yıldı’ ve ‘odatv4.com’ sitesini kapatmadı. Böylece yalanda ısrar edenler bir kez daha kazandı. Zaten oyuncak silahlarla ilgili provokasyon haberi yapan site de, 1 yıldan uzun süredir yayında olan bu korsan siteydi.
Hiçbir işe yaramayan ‘Süper Güç’
Peki, kanun bu kadar aciz mi? Her ne kadar sosyal medya devleri ve Türkiye’deki operasyon medyası tarafından ciddiye alınmasa da, 5651 sayılı kanun aslında milleti yalan ve algı operasyonlarından koruma konusunda tam bir ‘süper güç’ özelliği taşıyor.
Ek ve geçici olanlarla birlikte toplam 23 madde ve 100’ü aşkın fıkradan oluşan kanunu uygulama yetkisi tamamen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) ait. Ve kanunun kuruma verdiği olağanüstü yetkiler, eğer gerçekten uygulanabilirse, yalan ve algı operasyonu yapmak isteyenleri daha harekete geçmeden pişman edecek nitelikte.
Bu konun BTK’ya, ‘içerik sağlayıcılar’ (haber siteleri gibi içeriklerini kendileri belirleyenler), ‘yer sağlayıcılar’ (ekşisözlük, twitter, facebook gibi başkaları tarafından yazılan içerikleri yayınlayanlar) ve ‘erişim sağlayıcılar’ (internete girmemizi sağlayan bağlantı şirketleri) üzerinde tam bir denetim yetkisi veriyor. BTK, kanunla belirlenen sınırları aşan site ya da sosyal medya uygulamalarına kısmen ya da tamamen erişim engeli getirebiliyor. Üstelik kanun, bunu yapmak için mahkeme kararı beklemesini de şart koşmuyor.
Hangi şartlarda erişim engellenebilir?
5651 sayılı kanunun 8. maddesi, BTK’nın hangi şartlarda erişimi engelleyebileceğini belirliyor. Buna göre bir yayında “İntihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama, yasa dışı bahis suçları işleniyorsa ya da Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ihlal ediliyorsa, kanun ilgili mahkeme tarafından alınacak bir kararla ilgili sayfanın ya da sitenin engellenebileceğini söylüyor.
Görüldüğü gibi sayılan maddeler arasında ‘yalancılık ve algı operasyonculuğu’ gibi bir madde bulunmuyor. İşte burada, kanuna 2015 yılında eklenen düzenleme devreye giriyor.
Gezi: ‘Operasyon çocukları’nın miladı
Gezi olaylarıyla başlayıp 17-25 Aralık darbe girişimleriyle devam eden süreçte FETÖ ve işbirlikçisi muhalif kesim, sosyal medyada yalan ve algı operasyonları yaparak gündemi belirleyebileceğini fark etti. Bu operasyonlardan önce 3 milyon civarında olan Türkiye’deki Twitter kullanıcı sayısı, 1 yıl içinde 10 milyonu geçti. Bunların çoğu da, operasyon için FETÖ ve muhaliflerin talimatıyla sosyal medyaya giren troll ekipleriydi.
Bu troll ekiplerinin yalanlarla büyük provokasyonlara imza attıkları anlaşılınca, dördü 2014 yılında, ikisi 2015 yılında olmak üzere kanun tam 6 kez değiştirildi. Özellikle 17-25 Aralık operasyoncusu FETÖ’cülere ‘daha hızlı’ müdahale edebilmek için, 5651 sayılı kanunun 8. maddesine 8A maddesi eklendi.
Bu maddenin başlığı ise “Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi”ydi.
Ek kanun maddesi şöyle diyor: Yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir veya birkaçına bağlı olarak hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, Cumhurbaşkanlığı veya bakanlıkların talebi üzerine BTK Başkanı erişimin engellenmesi kararı verilebilir.
Karar, Başkan tarafından derhâl erişim sağlayıcılara ve ilgili içerik ve yer sağlayıcılara bildirilir. İçeriğin engellemesi kararı dört saat içinde yerine getirilmek zorundadır.
Kanun tam da bu günler için getirilmişti
Kanuna eklenen 8A maddesi, ‘gecikmesinde sakınca bulunan haller’ için getirilmişti. Fakat bugüne kadar neredeyse hiç kullanılmadı. 26 Haziran’da yapılan üniversite giriş sınavları (YKS) öncesi piyasaya sürülen bir yalan ise, tam olarak ‘gecikmesinde sakınca bulunan’ bir haldi. Operasyon medyası, YKS’den 24 saat önce bir haber yayınlayarak ‘Katarlı gençler Türkiye’deki üniversitelere sınavsız girecek’ yalanını piyasaya sürdü. Yalan haber kısa sürede Sözcü, T24, Birgün, Odatv gibi operasyon mecralarında ve sosyal medyada yayıldı. Hatta muhalefet partilerinin liderleri bile bu yalanı yaymak için büyük çaba harcadı.
Haber özellikle YKS öncesi piyasaya sürülmüş ve sınava girecek 2.6 milyon adayın provoke edilmesi amaçlanmıştı. Haberin tamamen yalan olduğu aynı gün yetkili merciler tarafından açıklandı fakat muhalefet için maksat hâsıl olmuştu. Yalanı ortaya çıkanlar hiçbir şekilde geri adım atmadı. Yalan haberi, yayınlandıktan 4 saat sonra tüm internet mecrasından silme ve daha yayılmadan 2.6 milyon gencin sınav öncesi provoke edilmesini önleme yetkisi bulunan BTK ise, kanundan gelen gücünü kullanmamayı tercih etti.
Yok öyle gizli kimlikle yalan söylemek
Yalan operasyonlarını yapan medyanın en büyük haber kaynakları ise, anonim yani kimliği gizli şekilde açılmış hesaplardan ortaya atılan ‘iddialar’. Önce kimliği belirsiz bir hesap bir yalan atar, muhalif parti yetkilileri bu yalanı alıntılar ve yalan medyası bu yetkililerin sözlerine dayanarak yalanı büyük kitlelere yarar. ‘Katarlı gençlere sınavsız üniversite’ yalanı aynen bu şekilde yayılmıştı. Fakat kanun, BTK’ye bu zinciri kırmanın da yetkisini veriyor. BTK Başkanı, suç oluşturan içerikleri ortaya atan ve yayanlar hakkında suç duyurusunda bulunma yetkisine sahip. Sosyal medya devleri, yalancı hesapların kimliğini BTK’ya vermek zorunda. Vermedikleri takdirde on bin güne kadar adli para cezası kesilebiliyor. BTK Başkanı içeriğin hemen silinmesini istediğinde sosyal medya devleri bu karara uymazsa, BTK başkanı herhangi bir mahkeme kararına ihtiyaç duymadan şirketlere beş yüz bin Türk lirasına kadar idari para cezası verebiliyor. Ve bunu, her yalan paylaşım için ayrı ayrı uygulama yetkisi bulunuyor.
Yalanla savaşımızı neden kaybediyoruz?
Yani eksiklerine rağmen, bu yalancı ordusuyla mücadele için yetkili kurumların elinde yeterince güçlü bir mekanizma bulunuyor. 5651 sayılı kanun, hem yalancıları yaptığına pişman edecek, hem de onlara özenecek kişileri bu heveslerinden vazgeçirecek bir güce sahip. Buna rağmen, hepsi de cezasız kalan çok ağır yalanlar, her gün piyasaya sürülüyor. Çoğu için ‘insan bu yalanı niye söyler’ dediğimiz olaylar artık vak’a-i âdiyeden sayılıyor.
Her seferinde cezasız kalan bu yalan operasyonları, millet olarak moralleri bozduğu gibi toplumsal olarak da bir ‘yozlaşmaya’ neden oluyor. Cezasız kalan her suç, bu suça meyilli olan başkalarını da yalan ordusuna katılmak için cesaretlendiriyor. İçinden geçtiğimiz günler ise, çok yakın geçmişte yaşadığımız başka bir dönemi hafızalarda canlandırıyor. Bu millet, bu kadar çok yalan ve algı operasyonuyla en son Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri döneminde mâruz kalmıştı. O günler, bugün elimizdeki 5651 sayılı kanunu bugünkü hâle getirmek için vesile olmuştu. Bugünler ise, elimizde bu kadar güçlü bir kanun ve mekanizma olmasına rağmen yaşanıyor.