Bu ‘kafayla’ devam ederlerse Almanya batar, AB dağılır
Dünyada bir şeyler ters gidiyor ama kimse neyin ters gittiğini tam bilmiyor. Daha doğrusu her güç odağının ters gitmesini istediği bir şeyler olduğu için kimsenin işi düzgün gitmiyor. Bu tablo nedeniyle dünya son iki yıldır büyük bir enerji krizinin içinde. Ama elimizdeki veriler, aslında ortada ‘şimdilik’ gerçek bir kriz bile olmadığını gösteriyor. Tüm bu karmaşanın ‘Global Kuzey’ ve ‘Global Güney’ arasındaki adı konmamış savaştan kaynaklandığını söyleyen enerji uzmanı Doç. Dr. Sohbet Karbuz, bu savaşta çok yanlış taktikler izleyen Almanya’nın birkaç yıl içinde büyük bir krize gireceğini, AB’nin ise bu krizden ‘sağ çıkamayacağı’nı söylüyor.
2020 yılının 5 Mart’ında OPEC+ ülkeleri, merkezleri olan Viyana’da bir toplantı yaptı. Petrol ihraç eden 23 ülke, Global petrol üretimini Ağustos 2022'den itibaren günde iki milyon varil azaltarak 42 milyon varilin altına düşürme kararı aldı.
OPEC+ ülkeleri bu kararı alırken bir hafta sonra dünyada dengelerin altüst olacağını biliyor muydu emin değiliz. Ama o toplantıdan 6 gün sonra DSÖ tarafından korona virüs bahanesi ile Global çapta bir pandemi ilân edildi.
Bu gelişme, petrol zengini ülkelerin kararını etkilemedi. Bir geri adım gelmedi ama beklenen etki de oluşmadı. Hatta o yıl pandemi kapanmaları nedeniyle dünyada tahmin edilen petrol tüketimi %10 kadar düştü.
Daha pandemi kısıtlamalarından tam olarak çıkmamışken başlayan Rus-Ukrayna savaşı ise enerji piyasasını altüst etti. Dünya petrolünün yüzde 10’unu üreten Rusya’dan petrol sevkiyatları yavaşladı, buradan AB’ye giden gaz kesildi. Kesintiye kış ortasında yakalanan Avrupa’da battaniye ve hırkalar sandıklardan çıkarıldı. İnsanlara, evini fazla ısıtan komşularını ihbar etmeleri için para teşviki bile verildi.
Petrol çelik varilde üretilir, kâğıt varilde satılır
Çalışmalarına Fransa’da devam eden enerji uzmanı Dr. Sohbet Karbuz, ne son iki yıldır devam eden süreçte ne de hâlihazırda bir enerji krizi olmadığı görüşünde. Gerçek Hayat’a konuşan Karbuz’a göre bir kriz var ama bunun arzla, taleple, doğalgaz ya da petrolle alâkası yok.
Piyasada bir süredir devam eden şeyin kriz değil belirsizlik olduğunu vurgulayan Karbuz, bütün kesintilere rağmen doğal gazda fiyatların son bir senenin en düşük seviyesinde olmasının nedeninin ‘talep düşüklüğü’ olduğunu söylüyor. Yani Rusya’nın kesinti hamlesinin işe yaramamasının bir nedeni bu.
Petrol piyasasında ise durumun daha farklı olduğunu söyleyen Karbuz, o piyasaya petrol üreten ülkelerin değil, ‘kâğıt varil piyasası’nı yönetenlerin hâkim olduğuna dikkat çekiyor. Zâten kesintiler öncesinde ‘petrol fiyatının düşeceği yönünde bahse girenler kaybedecek’ diyen Suudi Enerji Bakanı’nın tüm bahisleri kaybetmesine de bu ‘kâğıt varil’ oyuncularının neden olduğunu belirtiyor. Çünkü petrol fiyatları bugün, kesintilerin ilân edildiği günden bile düşük.
‘Kâğıt Varil Piyasası’nı yönetenler ise uluslararası yatırımcı dediğimiz piyasa oyuncuları. Bir kişi ya da grubun yönettiği bir şey değil. Ve Karbuz’a göre ABD’deki banka krizi nedeniyle o piyasadan da çıkışlar başladı. Likiditasyona giden yani çok tedirgin oldukları için yatırımdaki paralarını nakite çeviren bu oyuncular, petrol fiyatlarındaki düşüşte büyük rol oynadı.
- ‘Petrol fiyatında tahmin olmaz, temenni olur’
- OPEC+ ülkelerinin 2022 kesintilerini ilân etmesinden sonra piyasa tahmincileri de hemen düzeltmelere gitti. Goldman Sachs, 2022 sonu için petrol fiyat tahminini 100 dolardan 110 dolara yükseltti. Bunu söylediklerinde varil fiyatı 83 dolardı. Sonrasında 100 doları bile görmeyen petrol, 72 dolara kadar düştü. Dr. Sohbet Karbuz bu tür tahminlerin aslında o kurumların temennisi olduğunu belirtiyor:
- “Bu tür kuruluşlar piyasada ‘boğa’ dediğimiz türden. Fiyatların sürekli çıkmasını istediği için tahminleri de yüksektir. Onlara takılmamak lâzım. Petrol piyasasındaki bu belirsizliğin devam etmesinin nedeni, bu senenin ikinci yarısından itibaren arz-talep dengelerinde bir sıkışma beklenmesiydi. Fakat bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmiyor. Petrol fiyatı tahmini yapanlar genelde ‘arz’ kısmına takılıyorlar. Ama piyasanın değerini bilmek için arzdan ziyade talebe yoğunlaşmak gerekir. Talepte ise gözle görülür bir çıkış yok. Arz tarafına yoğunlaşmalarının nedeni ise bu rakamların net olması. Üretilen miktarı biliyoruz ama şu anda dünyada ne kadar petrol tüketildiğini bilmiyoruz.”
Almanya büyük bir krize doğru koşuyor
Enerji uzmanı Karbuz, dünyada yaşanan asıl enerji krizinin kaynağının ise ‘yenilenebilir enerji’ olduğunu savunuyor. Yenilenebilir enerjiyi din hâline getirenler ve fosil yakıt-nükleer ikilisini şeytanlaştıranlara karşı görüşlerini her platformda anlatan Karbuz’a göre ‘bu anlayış’ çok yakında büyük bir krize neden olacak. Ve bunun ilk kurbanı da Almanya olacak.
“Almanya Ekonomi Bakanı Habeck’in ‘2024 sonunda Ukrayna’dan Rus gazı transferinin kontratı bitiyor. Bunun uzatılması lâzım yoksa mahvoluruz’ açıklaması önemli. Almanya enerji konusunda AB’nin en zayıf ülkelerinden biri. Almanya bu sene değilse önümüzdeki sene ciddi bir krizin içine doğru gidiyor. Çünkü nükleer santralleri kapattı, konuya da ideolojik baktıkları için “yenilenebilir enerji, rüzgâr ve güneş bizi kurtaracak” gibi anlamsız bir hikâyenin peşindeler.
Kurtaramaz mı peki?
Hayır kurtaramaz, çünkü siz baz yükü ortadan kaldırıyorsunuz. Yani rüzgâr ve güneş olmadığı zaman ne yapacaksınız? Tabii ki krize doğru gideceksiniz. Ve Almanya sadece enerji değil ekonomik krizin içine de düşmüş durumda. Almanya’daki büyük sanayi tesislerine bakın. Mesela BASF (Alman kimya ve petrol ürünleri devi) ‘Önümüzdeki iki yıl içinde Almanya ve Avrupa’daki tesislerimizi başka yerlere taşımak istiyoruz’ dedi. Çünkü enerji maliyetleri ve kriz, rekabet maliyetlerini azalttı.
Avrupa’daki yoğun enerji sanayinin gidebileceği 3 yer var. Birincisi ABD, ikincisi Çin, diğeri ise Ortadoğu. Ortadoğu’da politik dengeler karışık. Çin mâkul ama Rusya’dan sonra hedefin Çin olacağını da görüyorlar. Bu yüzden önümüzdeki 2 yıl içinde Avrupa’daki büyük sanayinin ABD’ye kayması bekleniyor. Bu ne demektir? Bu sanayi kaydığı zaman endüstriyel gaz talebi Avrupa’da kalıcı olarak düşecek demektir. Ayrıca Avrupa’nın ekonomik rekabet gücü de otomatik olarak zayıflayacaktır. Yani yaşananları sadece enerji krizi olarak değil, bir bütün olarak görmek lâzım. Almanya şu anda Avrupa’nın açık ara en büyük hızla krize doğru giden ülkesi.
Türkiye’nin eli çok güçlenecek
Almanya, Türkiye’nin en büyük ticaret ortaklarından biri. Bu bahsettiğiniz kriz bizi nasıl etkiler?
Türkiye şu anda izlediği enerji politikasını devam ettirir, gaz ve petrol aramaları devam eder, nükleer santrali devreye alırsa, yakın zamanda Avrupa’ya enerji sağlayabilecek tek ülke konumuna gelecek.
Diğer taraftan sanayisini başka ülkelere taşıyan Avrupa’ya, Türkiye’nin sanayi ürünleri ihracatı da artacak. Çünkü bir üretimi başka bir ülkeye taşırsanız bir boşluk oluşur. Bu boşluğu da ancak Türkiye doldurur gibi görünüyor. Yani Türkiye’nin eli önümüzdeki birkaç yıl içinde Avrupa’ya karşı çok güçlenecek.
Avrupa’nın bu kış enerji krizi yaşamamasının tek nedeni şanslı olmalarıydı. Birincisi, havalar bu kış sıcak gitti ve enerji ihtiyacı beklenenin altında kaldı. İkincisi ise Çin, Kovid sonrası açılması beklendiği gibi hızlı olmadı. Açılamayınca da kendi elindeki LNG’yi Avrupa’ya sattı. Bu da LNG piyasasında bolluk getirdi ve Avrupa rahatça enerjiye ulaşabildi. Yani arz fazlası, enerji fiyatını düşürdü, sanayi harcamaları yüzde 20 kadar düştü. Çin tam istediğiniz gibi davrandı ve havalar da sıcak gidince bu tablo ortaya çıktı. Ama bu şans bir iki sene daha devam edecek mi? Ben tahmin etmiyorum.
- Petrolün ‘sözde’ sahipleri: OPEC+ ülkeleri
- OPEC, 1960 yılında Venezuela, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından kuruldu. İlk toplantısını Bağdat’ta yapan örgüt, ismini de ‘Petrol İhraç Eden Ülkeler’ (OPEC) olarak belirledi. Bağdat’taki o toplantı, ‘petrol denizinde yüzen ülkelerin’ petrolü olan bir toprakta ilk ve son toplantısı oldu. Merkezini İsviçre’nin Cenevre kenti olarak belirleyen örgüt, 1965’te bu merkezi Avusturya’nın Viyana şehrine taşıdı. Yani ‘petrolü biz çıkarıyorsak piyasasını da biz yönetiriz’ iddiasıyla yola çıkan örgüt, petrolü sadece pompa istasyonlarında gören ülkelerin güdümüne girdi.
- Ama OPEC’in 1973’teki hamlesi, örgütün istediğinde neler yapabileceğini gösterdi. Arap- İsrail savaşında İsrail’e destek veren Batılı devletleri cezalandırmak için petrol fiyatı iki kattan fazla artırıldı. Dünya genelinde yapay bir petrol krizi oluşturuldu. Krizin, İsrail ya da Batılı devletlere fazla zararı olmadı ama OPEC ülkelerinin gelirlerinde akıl almaz bir artış yaşandı. Sonra ne olduğu ise mâlum. OPEC ülkeleri, ülkelerine akan milyarlarca doları ne yapacaklarını bilemediler ve tüm serveti kısa süre önce cezalandırmak istedikleri ABD ve Avrupa ülkelerine ‘yatırım’ olarak akıttılar. Yani hikâyenin sonunda petrol yoluyl dünyadan para toplayan OPEC ülkeleri, bu parayı Batı’ya aktararak büyük bir servet nakli yaptılar.
- 2016’da Rusya dâhil 10 ülkeyi daha arasına alıp üye sayısını 23 yapan örgüt, dünyada üretilen günlük 100 milyon varil petrolün yüzde 40’ını sağlıyor.
AB 5-10 yıl içinde dağılabilir
Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkesi olan Almanya’nın büyük bir resesyonda (ekonomik durgunluk) olduğunu hatırlatan Karbuz, sübvansiyonlarla ayakta tutulmaya çalışılan ekonominin eninde sonunda çökeceği görüşünde:
“600 milyon Euro’dan fazla sübvansiyon verdiler. Şimdi bunu kaldıracaklarını söylüyorlar ama kriz tekrar vurunca bu sübvansiyonlar tekrar devreye girecek. Bunun da ekonomik bir maliyeti var. Diğer taraftan AB içinde bazı ülkeler bu uzayan krize karşı seslerini çıkarmaya başladılar. Her ülkenin dinamikleri farklı. “Ben, AB’nin Rusya yaptırımlarına destek vererek vatandaşlarımı daha fazla mağdur edemem” diyen ülkeler var. Bu durum popülist politikaları daha da yükseltecek.
2024 yılında Avrupa Parlamentosunda seçimler var. Avrupa Komisyonu da değişecek. Şu anda enerji piyasasında en çok merak edilen konu; Avrupa Parlamentosu ve komisyonundaki ‘yenilenebilir enerjiyi din olarak kabul eden’ karar vericiler gidecek mi, yoksa yerlerini koruyacak mı? AB zâten enerji konusunda son yıllarda çok yanlış kararlar verdi ve bu kararların da cezasını çekiyor.”
Ve bu şekilde devam ederlerse 5-10 yıl içinde AB’nin dağılabileceğini söylüyorsunuz?
Eğer bu şekilde devam ederse tabi ki. ‘Yeşil Mutabakat’ olarak kapsamını çizdikleri planın başarılı olamayacağını görecekler bu insanlar. Ben, Avrupa’nın bu krizden sağlam çıkabileceğini de düşünmüyorum. Avrupa Birliği, bu durumda birliğini koruyamaz. Önümüzdeki 5 yıl içinde bu kriz, Avrupa Birliği ülkelerinin çeşitli gruplar halinde bölünmesine de neden olabilir. Aslına bakarsanız bu da komplo teorisi gibi görünüyor ama bunlar ihtimaller.
‘AB Polyannacılık oynuyor’
Dağılmayı geciktirmek için elle tutulur hiçbir planı olmayan AB’nin ‘yenilenebilir’ saplantısından kurtulması gerektiğini söyleyen Karbuz’a göre, AB ülkeleri tam aksine imkânsız bir hayalin peşinde koşuyor:
“AB’nin şu andaki hedefi 2030 yılına gelindiğinde 10 milyon tonu yerli üretim, 10 milyon tonu da ithal olmak üzere 20 milyon ton hidrojen kullanmak. Bu vadeye sadece 7 yıl var. 7 yılda 20 milyon ton hidrojen kullanma planı polyannacılıktan öte bir şey değil. Çünkü bunun için yeterli proje yok. Bu kadar üretim de mümkün görünmüyor.”
İklim değişikliği paradoksu
“Ben yenilenebilir enerjiye karşı değilim” diyen Karbuz’un ‘Ama’ ile devam eden cümlesi, iklim değişikliği konusunda farklı bir bakış sunuyor:
“Ama biraz da gerçekçi olmak lâzım. Eğer iklim değişikliği diye bir şeyin varlığına inanıyorsanız, yeni şimdilerde ‘olağanüstü hava koşulları’ denilen şeye ideolojik bakıyorsanız, hatta bunu bir din gibi kabul ediyorsanız, ‘olağanüstü hava koşullarında’ güneş ve rüzgârdan yeterince faydalanamayacağınızı da bilmeniz lâzım.”
Yani hem yenilenebilir enerji istemek hem de iklim değişikliğine inanmak bir paradoks mu?
Şimdi buna ‘aşırı hava koşulları’ deniyor… Ne demek bu? Yani aşırı sıcak veya aşırı soğuk hava durumu. Sizin bu kadar aşırı uçlarda güneş ve rüzgârdan faydalanma oranınız da çok oynak olacaktır. Bu oynaklıkta elektrik sistemini nasıl dengeleyeceksiniz? Hidrojeni de yeterince üretemeyeceksiniz. O zaman tekrar kömüre mi döneceksiniz? Ya da doğalgaza yükleneceksiniz. Arada haberlerde görüyoruz ‘elektrik üretiminin şu kadarı rüzgâr ve güneşten geldi’ diye.
Tamam, şans yaver gidiyor ama daha ne kadar böyle gidecek? “İklim krizi” diye bir şey varsa ve buna inanıyorsanız, bu bir zaman sonra ters tepecek ve faturası da çok ağır olacak. Şartlar ağırlaşınca da Avrupa’daki insanları evde tutamayacaksınız. O zaman da şimdi olduğundan daha güçlü bir şekilde popülist politikalar başa gelecek ve diyecekler ki, ‘Şu andan itibaren herkes kendi başına.’ Dolayısıyla da büyük politika değişiklikleri yaşanacak.
Türkiye’nin buradaki avantajı, enerji yelpazesini geniş tutması. Kömür de var, doğalgaz ve petrol de kullanılıyor. Yenilenebilir enerjiye gerektiği kadar önem veriyoruz. Nükleer santral de devreye girince bu yelpaze daha da genişleyecek. Dahası Türkiye, batıdakiler gibi yenilenebilir enerjiler için diğer enerji kaynaklarını dışlamadığından, Avrupa’nın karşılaşacağı o krizi büyük ihtimalle yaşamayacağız.
AB de bu bakışa sahip mi? Yani Avrupa’dan Türkiye’nin enerji politikaları, son zamanlarda attığı adımlar nasıl görülüyor?
Avrupa şu anda ‘Biz kendi yağımızda kavruluruz. Rüzgâr ve güneş bize yeter’ mantığıyla devam ediyorlar. Türkiye’ye de ‘ihtiyacımız olduğunda kapısını çalacağımız ülke’ olarak bakıyorlar.
Bu bakış açısı yakın zamanda değişecek mi?
Bence değişmeyecek. Ancak Türkiye gerek enerji alanında gerekse jeopolitik anlamda güçlendiği zaman değişir. Şu anda değişmez. Türkiye’yi güvenli bir ortak olarak görmüyor Avrupa. Bunun da nedeni, Avrupa’da Türkiye karşıtlığı ile bilinen birkaç ülke. Fakat Türkiye gücünü artırdığında onlar bizim kapımızı çalacak, bizim onlara gitmemize gerek yok.
Bu güç dengesi Türkiye lehine nasıl döner?
Türkiye şu anda özellikle Ukrayna konusunda son derece dengeli bir politika izledi ve buna devam etmesi lâzım. Çünkü her tarafta konuşabiliyor. Bir de daha önce aramızın kötü olduğu ülkelerle bir normalleşmeye gidildi. Bu sürecin de devam etmesi gerekiyor. Ben devam edeceğini de umuyorum. Böylece her tarafla konuşabilen aktör konumunu daha da ön plana çıkaracak.
Tabii bunları yaparken Türkiye’nin Çin ile ilişkilerine de önem vermemiz gerekiyor. Bu da elimizi güçlendirecektir. Ama tarafsız kalarak yapmalıyız. Türkiye’nin bir taraf seçtiği görüldüğü zaman üzerine oynanan oyunlar da farklı olacaktır.
Yani hangi tarafa yakın görünürse diğer tarafın saldırısına mı uğrayacak?
Kesinlikle. Şu anda ince bir ip üstünde yürünüyor. Görünüşe bakılırsa Ukrayna’daki savaş bir şekilde devam edecek ve dondurulmuş bir savaş hâline gelecek. Bu da Avrupa’nın kaynaklarını bir şekilde tüketecek. Fakat bu arada yeni bir cephe olarak Çin cephesi de açılabilir. Zâten ABD’nin hedefi de bu. Bu bir şekilde bekleniyor.
AB’nin gündeminde ise artık bunlar yok. AB tamamen ABD’nin güdümüne girdi. “Anglosakson ekseninde Batı bloğu” dediğimiz şey aslında Amerika. Amerika’ya hem politik hem enerji olarak bağımlı olan AB, sanayisini bu ülkeye taşırsa tam olarak ABD’nin bir kuklası haline dönüşecek.
Kukla ve kuklacı da birbirine girebilir
Diğer taraftan ABD ile AB arasındaki gerilim de tırmanıyor. Her ne kadar ABD’nin kuklası gibi görünse de aralarında yenilenebilir enerji kavgası var. AB, imzalanan yeşil mutabakatla bu konuda dünya lideri olacağı iddiasına girdi. ABD ise IRA dediğimiz enflasyonu düşürme kanunu ile yenilenebilir enerji teknolojilerine korkunç bir şekilde destek verdi. Neticede AB’nin bu konudaki liderlik söylemini arka plana itti, çünkü çok güçlü bir rakip doğdu. Bu da Avrupa’yı tereddüte düşürdü. Bu durumda tamamen kuklaya mı dönüşecek yoksa buna karşı mücadele mi verecek bilmiyorum. Çünkü yeşil dönüşüm dedikleri mutabakat, AB’yi bir arada tutan, ekonomisine yeni bir sayfa açabilecek manifesto gibi bir şeydi. O yüzden AB’nin geleceği çok bulutlu görünüyor. ABD şu anda AB’nin var olma hikâyesini bile eline almış durumda.
Global Güney – Global Kuzey savaşı
Çin ve Rusya’nın, ABD ve AB’nin içine düştüğü bu zor durumda aradan sıyrılıp atak yapabileceği yönündeki tezler de Karbuz’a göre zayıf. Çünkü iki ülke de birbirine bağlı olmak istemiyor. Ama asıl sorun ‘Global Kuzey’ ile ‘Global Güney’ dediğimiz ayrım. 2000’lerin başında ‘zengin ülkeler-fakir ülkeler’ ayrımının kulağa daha hoş gelmesi için ortaya atılan bu tanım şu aralar çok daha belirgin hâle geldi. Sohbet Karbuz’a göre ‘Global Güney’in şu anda bir lidersizlik sorunu var. Türkiye bu liderliği alabilirse olaylar farklı gelişebilir:
“Yani 1 milyar nüfuslu Anglosakson Batı Bloğu ve geriye kalan 7 milyar nüfuslu gelişmekte olan ülkeler. Burada 1 milyar nüfuslu ülkeler, geri kalan 7 milyara politikalarını dayatmak istiyorlar. Buna enerji politikaları da dâhil. Fakat Global Güney’in bir sözcüsü yok. Global Kuzey’in var. ABD var, AB var, IMF var, NATO var. Yani bunların sözcülüğünü yapan bir sürü kurum varken Güney’in yok.
Çünkü kimse, ne Rusya’nın ne de Çin’in etrafında toplanmak istemez. Bu bir ülkenin değil ancak bir grup ülkenin yapabileceği bir şey olabilir. Burada da BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ekonomik birliği) ön plana çıkıyor. Çünkü dünya ekonomik büyümesine bakınca BRICS, Global Kuzeye kafa tutabilecek tek yapı. Bu yapı güçlenirse ve Türkiye de dengeli politikasıyla Global Güney’in sözcülüğünü yapabilecek güçlü liderlerden biri olabilirse dünyayı tek kutuplu olmaktan çıkarır. Böylece Güney’i daha da güçlenmiş, dengeli ve çift kutuplu bir dünya kurulabilir.
‘Bu ders Avrupa’ya pahalıya patlayacak’
Dünyada şu anda müthiş bir adâletsizlik olduğu herkesin ortak görüşü. 1 milyarlık bir kutup, geri kalan 7 milyara ‘elektrikli araba kullanın, yenilenebilir enerjiye geçin, hidrojen ekonomisine geçin’ diyerek tahakküm etmeye çalışıyor. Adamın evinde buzdolabı bile yok ama bu adama Tesla kullanın diyorsunuz. Mesele biraz cıvıklaştı.
Siz kimsiniz de akıl veriyorsunuz. O kadar aklınız varsa kendiniz uygulayın. İklim krizi konusunda ‘aynı gemideyiz’ diyorlar ama bugüne kadar kirleten sizdiniz. Bu itirazları, geçen yıl yapılan iklim zirvesinde gördük. Önümüzdeki toplantılarda da göreceğiz. Global Güney’in sesi yavaş yavaş yükseliyor. “Loss and Damage” diye bir şey çıkardılar. Yani ‘Yeşil enerji, hidrojen, yenilenebilir laflarını bir kenara bırakın ve bunun için bize ödeme yapın. Bize ders vermeye kalkışmadan önce daha evvel verdiğiniz sözleri yerine getirin” diyorlar. Yani mesele sadece enerji politikası değil. Bunu bir bütün olarak görüp, Global Kuzey ile Global Güney arasındaki mücadelenin Güney lehine dönebileceği bir döneme doğru gidiyoruz. Bunun içinde doların uzun vadede rezerv para olmaktan çıkması da var. Güney artık ‘Bizim söylediklerimizi dinleyeceksiniz. Gönüllü dinlemezseniz enerji ve teknolojimizle dinleteceğiz’ diyor.
İki kutup arasındaki çatışma biraz karmaşık ama şu bir gerçek ki Avrupa yanlış politikaları sonucunda net bir şekilde krize doğru sürükleniyor. Şans her zaman yanlarında olmayabilir. Önümüzdeki 2-3 seneyi atlatabilirlerse ne âlâ. Atlatamazlarsa yaptıkları yanlışın farkına varacaklar. Hata yaptıklarını anlamaları bile bir derstir. Ama pahalı bir ders olacak.