‘Bu kadar özgürlük bize bile fazla’
Geçtiğimiz ay AB genelinde yapılan parlamento seçimleri, uzun zamandır korktukları ama kaçınmak için hiçbir şey yapmadıkları acı gerçeği Avrupalıların yüzüne vurdu: Demokrasinin beşiği dedikleri Avrupa, demokrasiden sıkıldı. 70 yıldır topraklarında savaş görmeyen, kurdukları sistem tıkır tıkır işleyen, Amerikan battaniyesinin altında tatlı düşler gören AB, gözlerini açtığında karşısında kendilerine hiç benzemeyen esmer tenli insanlar gördü. Bu insanları onların topraklarında öldürmeye alışıktılar ama onları kendi topraklarında yaşatmak Avrupalılara göre değildi. Onlar da çözümü en iyi bildikleri yöntemde aradılar. AB’nin artık insan hakları, demokrasi, adâlet, eşitlik gibi zırvalıklarla işi kalmadı. ‘Özgürlükler diyarında’ yumruğunu masaya vuracak zorbalar aranıyor.
Cemil Meriç, ‘Bu Ülke’ kitabında toplumları kadına benzetir ve şöyle der: “Yığın, kadındır. Irzını teslim edecek bir zorba arar!”
Belki bazıları için bu söz biraz ‘cinsiyetçi’ gelebilir ama adını Yunan mitolojisindeki ‘Europa’ isimli bir kadından alan Avrupa için bu aralar bundan daha güzel bir tanım bulmak zor. Zaten Avrupalılar da bu konuda bizimle mutabık. Geçtiğimiz ay yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri, ‘Europa’ denilen kadının artık ‘yoğurdu sinekliler’den bıktığını, kendine ‘omuzu tüfekli’ bir sahip aradığını gösteriyor.
Demokrasinin beşiği sallanıyor
Geçtiğimiz ay yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri, Avrupalı yorumculara göre her zamankinden daha kritikti. 27 üye ülke; iklim değişikliği, Avrupa Yeşil Anlaşması'nın geleceği, pandemi sonrası ekonomik toparlanma, göç ve AB'nin küresel sahnedeki rolü gibi önemli konuların hâle yola koyulması için sandığa gitti. Daha doğrusu sandığa çağrıldı. Ama iki AB vatandaşından biri bu çağrıya kulak bile asmadı.
Avrupa basını, seçimleri büyük bir demokrasi başarısı gibi sundu. Sonuçta istatistiklere göre ellerinde son 30 yılın en yüksek katılımlı seçimleri vardı ve Avrupalıların üşenmeden sandığa gitmesi bile bu ‘yorgun demokratlar’ diyarında büyük bir başarı olarak görülüyordu.
Ama aynı istatistikler bu başarıdan daha büyük bir vahameti de gözler önüne serdi. AB genelindeki 357 milyon seçmenin sadece yarısı sandığa gitti. Seçimlere katılım %50,97’de kaldı.
Demokratik atalet
Avrupalıların bu ‘demokratik ataleti’ yeni bir şey değil. Avrupa Parlamentosunun bugünkü halini aldığı ve ilk seçimini yaptığı 1979’dan beri bu böyle. O yıl yapılan seçimlerde Avrupalıların sadece %61’i sandığa gitmişti. Sonrasında her 5 senede bir yapılan bu seçimlerde katılım gittikçe düştü. 10 yıl önce 2014’te yapılan seçimler ise AB için tam bir hezimet oldu. Ne Suriye iç savaşıyla başlayan mülteci akınları ne de her ülkede yavaştan baş veren ırkçı akımlar, Avrupalıları sandığa çekemedi ve katılım %42’de kaldı. Yani 5 Avrupalıdan 3’ü tenezzül edip sandığa bile gitmedi.
Ve o tarihten sonra AB’de bugün de devam eden mâlum tartışma başladı: Irkçılık Avrupa’da yükseliyor. Oysa istatistiklere baksalar, Avrupa’da yükselen şeyin ırkçılık değil ‘demokratik tembellik’ olduğunu görebilirlerdi. Çünkü son seçimler gösterdi ki Avrupa’nın kaderini artık oturduğu yerden şikayet eden tembel demokratlar değil, demokratik vazifelerini yerine getirmek için üşenmeden sandığa giden ırkçılar belirliyor.
- ‘Kızgınlar’ sandığa koştu
- Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sandığına en çok sahip çıkan ülke Macaristan oldu. 2019 seçimlerine göre seçimlere katılım oranını 16 puan artıran Macaristan’da kazanan ise AB politikalarına düşman olan Macaristan lideri Viktor Orban'ın partisi oldu. Macarları Rumlar takip etti. Kıbrıs Rum Kesimi, bir önceki seçimlere göre katılımını 15 puan artırdı. Her ne kadar katılım % 60’ın altında da kalsa, bu Avrupa’nın mâlül demokrasisi için başarı olarak görüldü. Ve elbette Güney Kıbrıs’ta da Türklerden ödü kopan ırkçı Rumlar kazandı.
- AB’deki seçimlere karşı bu uyuşukluk en çok da birliğe yeni katılan ülkelerde görüldü. Avrupa’nın asıl kurucusu sayılan ve 2004 öncesi AB’ye üye olan ülkelerde oy kullanma oranı %55 ortalamasını yakalarken, daha sonra AB’ye giren ülkelerin sandığa gitme oranı %42’de kaldı. Ve yüksek katılım sağlanan ülkelerin neredeyse tamamında ırkçılar sandıklardan zaferle çıktı.
Fransa: Özgürlük, eşitlik, ırkçılık
Uzun zamandır babasının izinden faşist ve emin adımlarla ilerleyen Marine Le Pen, Fransa'da resmen darbe yaptı. AP seçimlerinde Le Pen’in başını çektiği aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi (RN) yüzde 31.50’lik oranla ve açık ara farkla ilk sırayı alırken, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un partisi Rönesans yüzde 15,2'lik oranla ikinci oldu. Partisinin açık farkla yenilgiye uğramasının ardından Macron, sonuçların "Avrupa'yı savunan partiler için iyi olmadığını" itiraf etti. Ülkede erken seçime gidileceğini duyurdu. "Oylamayla, parlamenter geleceğimizin seçimini yeniden size vermeye karar verdim” diyerek de Ulusal Meclisi feshetti.
Fransız uzmanlar ise Macron’un bu seçimleri çok yanlış okuduğunu düşünüyor. Onlara göre Macron’un seçmenlere söylediği "Mesajınızı aldım ve cevapsız bırakmayacağım" sözleri, onun aslında durumun vahametini anlamadığını gösteriyor. Seçmenin kendisine oy vermeyerek ‘kızgınlığını gösterdiğini’ sanan Macron, ülkedeki öfke nöbetini hafife alıyor.
Bu tutumunda, yapılacak seçimlerin kendisine hiçbir zarar vermeyeceği gerçeği de etkili oldu. Çünkü Fransa'da genel seçimin sonucu Cumhurbaşkanı Macron'un konumunu etkilemeyecek. 2022'de yeniden seçilen Macron'un görev süresi 2027'de doluyor. Fakat Ulusal Birlik gibi bir muhalefet partisi en fazla milletvekili çıkaran parti olursa, Macron'un bu partiye hükümete liderlik etme şansı vermekten ve bu partiden bir ismi başbakan olarak atamaktan başka şansı kalmayacak.
Macron bu durumda yeni (ve muhtemelen ırkçı) başbakan ile uyum içinde hareket etmek zorunda kalacak. Fransızlar siyasetteki bu durum için ‘kohabitasyon’ terimini kullanılıyor. Yani ‘gelen ağam, giden paşam’ politikası. Seçim anketlerine göre ise ırkçı parti %40’tan fazla bir oyla Fransa’da tüm dengeleri değiştirecek.
İtalya yeni bir Mussolini arıyor
İtalya'da aşırı sağcı Başbakan Giorgia Meloni'nin partisi İtalya'nın Kardeşleri, AP seçimlerinden de birinci parti çıktı. Ve İtalya’da da seçimleri sandığa gidenler değil, gitmeyenler belirledi. İtalya’daki 51 milyon seçmenden 27 milyonu sandığa uğramadı. Kalan yüzde 48’lik azınlık ise tembellik etmeyip sandığa gitmenin ödülünü aldı. İtalya’daki aşırı sağ koalisyon iktidarının büyük ortağı Başbakan Giorgia Meloni'nin partisi İtalya'nın Kardeşleri (Fdl) yüzde 28,7'lik oy oranıyla ezici bir üstünlük sağladı. Ama İtalyan faşistlerin oranı bu kadarla sınırlı değil. Sağ koalisyon iktidarının küçük ortaklarından ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani'nin partisi Forza Italia'nın (FI) oy oranı yüzde 10.5, diğer iktidar ortağı aşırı sağcı Matteo Salvini'nin partisi Lig ise yüzde 8 ölçüldü.
Yani İtalya’da sandığa giden seçmenlerin %47’si ırkçı partilere oy verdi.
Genç Naziler rahatsız!
Avrupa Parlamentosu’nda sandalyeler ülkelerin nüfusuna oranlı dağıtılıyor. Fransa 81, İtalya 76 sandalyeyle en fazla parlamentere sahip ikinci ve üçüncü ülkeler.
Parlamento’da en fazla sandalyeye sahip olan ülke ise Almanya. 96 sandalyesi bulunan Almanya, AB’nin olduğu gibi AP’nin de patronu. Ve Almanya’da Nazi sevdalıları sandıktan büyük bir zaferle çıktı. Muhafazakar CDU/CSU, 2019 seçimlerine yakın oy alarak yüzde 30 ile birinci parti oldu.
Nazi sevdası ve Türk düşmanlığıyla bilinen ırkçı AfD’nin oy oranı ise 5 yıl öncesine göre yüzde 5 artarak yüzde 16’ya yükseldi. Seçim öncesi Nazileri öven sözleri nedeniyle AfD, Avrupa Parlamentosu’ndaki aşırı sağcı grup ID’den atılmıştı. Irkçıların bile dışladığı ırkçı partinin parlamentoda 17 milletvekiliyle temsil edilmesi bekleniyor.
Başbakan Olaf Scholz’un partisi SPD ise rekor seviyede düşük oyla yüzde 14’te kaldı ve üçüncü parti oldu. Koalisyon hükümetindeki üç parti de destek kaybederken en büyük düşüşü Yeşiller yaşadı. Yeşiller’in 2019’da yüzde 20.5 olan desteği bu seçimlerde yüzde 12 seviyesine indi. Almanya, Fransa gibi erken seçim yapacağını açıklamadı ama zaten hükümetin 1 yıllık ömrü kaldı. Gelecek sene genel seçimlerin yapılacağı Almanya’da bu sonuçların hükümeti zora sokacağı belirtiliyor.
Almanya’da bu seçimlerde ilk kez 16 yaşındakiler de oy verdi. Ve onlara oy hakkı veren hükümeti pişman etti. Alman devlet televizyonu ZDF, 30 yaş altı seçmenin aşırı sağcı AfD’ye desteğinin 5 yıl öncesine göre 10 puan arttığını, Yeşiller’e desteğinin ise 18 puan azaldığını belirtti. Yani Almanya’da genç ve ırkçı bir nesil gümbür gümbür geliyor.
‘Türkün gücünü’ gösteremedik
Almanya’da 4 milyona yakın Türk yaşıyor. Fakat her seçimde yaşanan atalet bu seçimde de tekrarladı. Türklerin kurduğu hiçbir parti milletvekili çıkaramadı. Almanya'da yaşayan Türklerin öncülüğünde kurulan "Çeşitlilik ve Uyanış için Demokratik İttifak" (Demokratischen Allianz für Vielfalt und Aufbruch - DAVA) partisi, 2 milyona yakın oy oranı olan Türklerden sadece 148 bin oy alabildi. "Yenilik ve Adalet için İttifak Partisi" (BIG) ise 31 bin oyda kaldı.
Yani Avrupa’daki son seçimlerde ‘bana ne’ciler, vurdumduymazlar, ‘kim gelirse gelsin sistem değişmez’ diyenler ve ‘benim 1 oyumdan ne olacak ki’ diye düşünenler kaybederken; demokrasiye inancını hiç yitirmeyen faşistler, seçim sabahı sandığa koşan ırkçılar, ‘bir oy bir oydur’ diyen yabancı düşmanları ve onlar için yumruğunu masaya vurup ‘bu kadar özgürlük bizim için bile fazla’ diyen modern Naziler zaferin sahibi oldu.