Boykot: İnsânî ve İslâmî bir vecibe

Biz Müslümanlar ise sonradan görmeliğimizden mi, Kemalist eğitimin kanımızı kirletmesinde mi, aşırı dünyevileşip kendi değerlerimizle kendimizin savaşmasından mı bilinmez, Batı ile, özelde de Avrupa ile aramıza bir türlü mesafe koyabilmiş değiliz. Aksine mal ve hizmetlerini satın alarak hem onları besliyor, hem de memleketimizin gelişimini engellemeye çalışıyoruz.
Biz Müslümanlar ise sonradan görmeliğimizden mi, Kemalist eğitimin kanımızı kirletmesinde mi, aşırı dünyevileşip kendi değerlerimizle kendimizin savaşmasından mı bilinmez, Batı ile, özelde de Avrupa ile aramıza bir türlü mesafe koyabilmiş değiliz. Aksine mal ve hizmetlerini satın alarak hem onları besliyor, hem de memleketimizin gelişimini engellemeye çalışıyoruz.

Avrupa denildiğinde bu fakirin aklına pek çok kişideki gibi zenginlik, teknoloji ve müreffeh bir hayat gelmez. Aksine kan, gözyaşı, sömürü, hırsızlık, cinnet, yamyamlık ve daha fazlası gelir.

Merhametin, adâletin, hakkın, hukukun neredeyse hiç uğramadığı, zulmün payandası ve çoğu kez de kendisidir o.

Allah-ü âlem Amerika kıtasına ilk ulaşan Sibirya Türkleri idi. Orayı da insanca imar ettiler. Asırlar sonra Avrupalı bu kıtaya ayak bastığında her türlü alçaklığı yaptı. Yaktı, yıktı, tecavüz etti, yağmaladı, insanları kazıklara oturttu, soylarını tüketmek için bulaşıcı hastalıkları yaydı.

Amerika’nın işgal gerçeğinin şahidi olan Bartoloméo de las Casas’ın “Yerlilerin Gözyaşları, Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi” adlı kitabını okuyan bir kişi, Avrupalıya “insan” bile demenin zül olduğunu görür ve bilir.

Bir şiirinde “Kim demiş Avrupa insanı medenî?” diye soran Mehmed Akif merhum, Çanakkale şiirinde de onları şöyle tavsif etmişti:
  • Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu bir Avrupalı’
  • Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi…

O Avrupalı, Amerika’dan evvel Doğuyu biçip geçmiş, Kudüs’te taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamış, Doğu Roma’yı bile hallaç pamuğu gibi atmıştı. 15. asırda ise kendisine medeniyet, insanlık ve ilim götüren Endülüs’te canlı bırakmamış, o gün ve daha sonraları bu yamyamlardan kaçan Yahudilere biz kucak açmıştık.

Onlar yamyamlıklarını sadece Doğu’ya ve Müslümanlara yönelik değil, aynı zamanda yüz yıllarca süren savaşlarda birbirlerine karşı da uyguladılar. Hâlen devam eden Afrika sömürgeciliği ve siyah derili insanlara yaptıkları alçaklığın hesabını bile ödemeden (ki ödemeleri imkânsız) genetiklerinin îcabını yapmaya devam ediyorlar.

İkiyüzlülük, yalancılık, rezillik, soykırımcılık, iblislik, mukaddesata saldırı, iffetsizlik, sübyancılık, kan emicilik, livâta, gasp ve hâsılı ne kadar gayri insânî fiil varsa hemen hepsinin fâilleri olarak iflah olmaları şöyle dursun, barbarlık ve yamyamlıklarını aynı hızda sürdürmeye gayret ediyorlar.

  • Bunlar için mukaddes bir şey yok. Ne din tanırlar, ne insan… Irkçılık, faşistlik bunların kanlarında dolaşan gıda…

Hıristiyanlık dedikleri dinin de, Hz İsa (a.s.) ile uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Onların tarihi gerçekliğini, İsrail’de yaşayan Haham Baruch Efrati Ağustos 2015'de şu cümlelerle dile getirmişti: “Hıristiyanlık ve onlara ait peygamber kıssaları, 1 ile 15'inci asır arasında yaşamış Yahudi hahamlarca yazıldı.”

Yani Pavlus’tan bu yana kültürel olarak da esir olan Avrupa’dan başkaları için değil, kendileri için bile ahlâk beklenmez. Bu yüzden Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron’un söz ve fillerine yönelik özünde yadırganacak bir durum yok. Zîra İslam ve İslam mukaddeslerine saldırmak onlar için ibadet gibi. Temel mesele; bizim bunları insan sanmamızda, söz, mal ve hizmetlerine ehemmiyet vermemizde…

Cumhuriyet kurulurken alınan kanun ve sistemler bir yana, sadece Avrupa Birliği hayaliyle aldığımız mevzuat ve kurumların milletimize faturasını asırlarca ödeyerek bitiremeyiz. Sözde, din ile devletin ayrılması, özde ise dini (İslam’ı) toplum hayatı ve devletten uzaklaştırma projesi olan lâiklik de bunların Müslüman millete kazığı değil mi?

  • Biz Müslümanlar ise sonradan görmeliğimizden mi, Kemalist eğitimin kanımızı kirletmesinde mi, aşırı dünyevileşip kendi değerlerimizle kendimizin savaşmasından mı bilinmez, Batı ile, özelde de Avrupa ile aramıza bir türlü mesafe koyabilmiş değiliz. Aksine mal ve hizmetlerini satın alarak hem onları besliyor, hem de memleketimizin gelişimini engellemeye çalışıyoruz.

Her boykot sürecinde üretilen bahaneler, esir oluşumuzun ve kendimize yabancılaşmamızın bir neticesidir. Bir diğer mesele ise Batının hemen her ürününün insanla, diğer canlılarla, tabiatla ve fıtratla savaşmak gayesiyle üretildiğini bir türlü görememiş olmamız.

Her boykot sürecinde üretilen bahaneler, esir oluşumuzun ve kendimize yabancılaşmamızın bir neticesidir.
Her boykot sürecinde üretilen bahaneler, esir oluşumuzun ve kendimize yabancılaşmamızın bir neticesidir.

Batının sistem ve ürünlerinin her birinin içine yamyam bir Avrupa kaçtığını, özelde onlardan mal almanın düşmana katkı sağlamak ve ona benzemek olduğunu görememe gafleti, bize musibet olarak yeter.

Son söz olarak diyoruz ki, "Siz, güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" cümlelerinin yüküne daha fazla mâruz kalmamak için şimdilik özelde Fransız’ın, genelde ise Batılının malını almamak, hem bu memleket, hem de insanlığın geleceği için bir vecibedir. Batıyı ve bâtılı boykot bir anlık değil, kalıcı bir terbiye aracı olarak asla elden bırakılmamalı!

Vesselam!