Bir zamanlar çocuk olmak
Bugünkü 4+4+4 ile hiçbir ilişkisi olmasa da çocuğun tahsili ailede başlar ve 4 yaş 4 ay 4 günlük olduğunda sıbyan mektebine verilirdi. Çocuğun mektepte ilk öğrendiği şey Kur’an-ı Kerim’di. Buradaki en mühim mesele, çocuğun tahsilinin dışarıda yapılmasıydı, terbiyesinin değil.
Her gün değişen teknoloji hayatı da beraberinde dönüştürüyor. Bir zamanların ellerinde çelik çomak olan çocukları daha sonra top peşinde koşmuş, arabaların olmadığı devirlerde sokağı oyun alanı olarak kullanmıştı. Şimdilerde ise geleceğin idarecileri olacak genç nesiller yüksek teknoloji ürünü telefon ve bilgisayar ekranlarında vakit geçirmekte.
Klasik dönemimizin bir geleneği olarak çocuk, Hadis-i Şeriflerde geçtiği üzere doğumunun yedinci gününde ismi koyularak hayata başlardı. Ardından saçı tıraş edilir ve kesilen saçının ağırlığınca altın veya gümüş sadaka olarak verilir; erkeğe iki, kız çocuğuna bir akika kurbanı kestirilirdi. Şükür ki Efendimiz (s.a.v.)’in bu tavsiyesine hâlâ uyan dindar kimseler mevcut. Daha sonra çocuğun büyük pederi varsa o, yoksa babası abdestli olarak odaya girer, diz üstü otururdu. Kundağa sarılmış bir şekilde gelen çocuğa besmele çekip salât ü selâm okuduktan sonra sağ kulağına Ezan-ı Muhammedî okunur ve ismi üç defa söylenir, sol kulağına ise kamet getirilerek isim koyma merasimi son bulurdu. Osmanlı ailesinde buna ilaveten bir çocuk dünyaya geldiğinde önce güzelce yıkanır, vücudunun bazı bölgeleri tuzlanır, sonra durulanarak kurulanır ve kundaklanırdı. Tuzlanan bebeklerin bazı hastalıklardan muhafaza olunduğuna ve ilerleyen yaşlarda vücutlarının kötü kokmayacağına inanılırdı.
4 YAŞ 4 AY 4 GÜNLÜK OLDUĞUNDA
Bugünkü 4+4+4 ile hiçbir ilişkisi olmasa da çocuğun tahsili ailede başlar ve 4 yaş 4 ay 4 günlük olduğunda sıbyan mektebine verilirdi. Çocuğun mektepte ilk öğrendiği şey Kur’an-ı Kerim’di. Buradaki en mühim mesele, çocuğun tahsilinin dışarıda yapılmasıydı, terbiyesinin değil. Bugün terbiye-tahsil yerine kullanılan eğitim-öğretimden maksat, rejimin istediği tarzda bir nesil yetiştirme projesi olsa gerek.
TERBİYE HAKKI DEVLETE DEĞİL AİLEYE AİTTİR
Oysa eski dünyada çocuğu terbiye etme hakkı aileye aitti. Hatta devlet eliyle kurulmuş maarif mekteplerine de rastlanmazdı. Mektebi de medreseyi de fertler kurar; vakıf gelirleriyle işlerdi. Kimi zaman da fakir çocukların ihtiyacı varlıklı aileler tarafından karşılanırdı. Bu sayede sosyal dayanışma ve yardımlaşma sağlanmış olur; bilim adamı, tabip, muallim, müderris, kadı, bestekâr bu okullardan yetişirdi.
DEDE VE NİNELERDEN MASAL VE HİKÂYELER
Müthiş bir sözlü kültürün olduğu toplumumuzda çocuklar dedelerinden ninelerinden hikâyeler dinleyerek yetişir, muhitlerinde bulunan tekkelere koşuşturur, camilerde oyun oynar ve İslamî hayat tarzının içine kendiliğinden adapte olurdu. İzledikleri orta oyunların perde gazellerinde şuuraltlarına derin tefekkürü zerkeden beyitler nakş edilirdi.
En meşhuru olan Karagöz ve Hacivat’ta geçen “Bu hayal-i âlemi gözden geçirmektir hüner / Nice kaare gözleri mahvetti sûret perdesi” beyti günümüzde üniversite mezunu gençlerin dahi zor anlayacağı cinstendir sanırız. Bunun yanında bilmece, tekerleme, masal, efsaneler, destanlar toplu hâlde dinlenir ve çocuğun katkı sağlaması teşvik edilirdi.
Matbaanın tesisi, sözlü kültürün yazılı hâle getirilmeye başlanmasıyla birlikte Nabi’nin Hayriyesi, Sünbülzade Vehbi’nin Lütfiyesi gibi çocuk edebiyatında eserler kaleme alınıp istifadelerine sunulmuştu. Ayrıca Mümeyyiz isimli çocuk dergisi ile başlayan serüven daha sonra resimli bir dergi olarak neşredilen Arkadaş ve Etfal gazeteleriyle devam etmiştir.