Bir numaralı diktatörHitler mi Stalin mi?
Öldürdükleri insan sayısı birbiriyle yarışan diktatörlerden faşist olanıyla sosyalist olanının arasında gaddarlık ve işledikleri cürümler açısından hiçbir fark yoktu. Ancak sosyalist olan diktatör halkının ‘iyiliğini’ istediği, ideallerinin uğruna fedakârlık yaptığı için yüceltildi, faşist olansa tarihin kara sayfalarına gömülerek utançla anıldı. Bunlardan en çok göze çarpanı, Hitler’den 3 kat fazla insan öldürdüğü halde, tarihin 1 numaralı diktatörü olarak Stalin’in değil de Hitler’in adının anılması oldu.
Tüm dünyada diktatörlüklerin revaçta olduğu 1900’lü yılların ilk yarısında, ideolojileri ne olursa olsun halkı işkence ederek, döverek, öldürerek, gayri insanî şartlarda çalıştırarak veya aç bırakarak yola getirme düşüncesi hâkimdi. İtalya’da Benito Mussolini, SSCB’de Joseph Stalin, Almanya’da Adolf Hitler dönemin diktatörlerinin en meşhurları. Öldürdükleri insan sayısı birbiriyle yarışan bu diktatörlerden faşist olanıyla sosyalist olanının arasında gaddarlık ve işledikleri cürümler açısından hiçbir fark yoktu. Ancak sosyalist olan diktatör halkının ‘iyiliğini’ istediği, ideallerinin uğruna fedakârlık yaptığı için yüceltildi, faşist olansa tarihin kara sayfalarına gömülerek utançla anıldı. Bunlardan en çok göze çarpanı, Hitler’den 3 kat fazla insan öldürdüğü halde, tarihin 1 numaralı diktatörü olarak Stalin’in değil de Hitler’in adının anılması oldu.
İdeolojileri açısından baktığımızda Hitler, Darwin ve Nietzche’den etkilenmişti ve Alman ırkının üstünlüğünü savunan bir faşist, aslında Nasyonal Sosyalist’ti. Stalin ise Marx’tan beslenen ve Lenin’in yanında çıraklık dönemini geçiren bir komünist. Biri ırk temelli bir üstünlük savunurken, diğeri sınıfsız bir toplum hayaliyle katliamlarını işliyordu. Ancak benzerlikleri farklılıklarından daha çoktu. İkisi de otoriterlik ve zalimlikte birbiriyle yarış halindeydi. Komünist Parti Genel Sekreterliği görevini yürüten Joseph Stalin, 1924’ten 1953’e kadar Sovyetler Birliği’ni tam bir diktatörlükle yönetti ve SSCB halkı arasında terör estirdi.
Hem zeki, hem hırslı, hem de adanmış
Tarihin gördüğü en vahşi rejimle Sovyetler Birliğini kana boyayan Yoldaş Stalin, fakir bir kundura tamircisinin oğlu olarak Gürcistan’da dünyaya geldi. Hayatı fukaralık içinde başlamıştı. Bakımsızlıkla geçen çocukluk yıllarında hastalıklar yakasını bırakmadı. Altı ya da yedi yaşlarında yakalandığı çiçek hastalığının izini ömrü boyunca yüzünde taşındı. 12 yaşına geldiğinde geçirdiği iki at arabası kazası sonucu sol kolu sakatlandı ve hayatı boyunca tam iyileşmedi. Bu durum “askerliğe elverişsiz bulunarak” çürüğe çıkmasına bile sebep oldu ama ‘mareşal’ olmasına engel olmadı.
10 yaşında Rahip okluna devam etti. 16 yaşında Gürcü Ortodoks Rahip Okulu’na gitmeye hak kazandı, ancak otoriteye karşı geldiği için okuldan atıldı. Sınıf arkadaşlarının neredeyse hepsinin ailesinin durumunun kendinden iyi olduğu bir ortamda, sınıf farkını anlamakta gecikmedi. Zaten öğretmenleri de kısa sürede zekâsını fark etmişti. Diktatörlerin hemen hepsinin zeki olması hiç tesadüf değildi aslında.
Hem zeki, hem hırslı, hem de adanmış... Nitekim 1917 ile 1921 yılları arasındaki iç savaşta öyle bir adanmışlık ve organizasyon yeteneği sergiledi ki, Lenin’in dikkatini çekmekte gecikmedi. Bolşevik hareketin üst kademelerine kadar tırmanması ve 1922 yılında Komünist Partisi Genel Sekreteri olması böyle bir sürecin sonunda geldi. Lenin, hastalığının son dönemlerinde kararından pişman olarak Stalin’i görevden almak ve Troçki’yi yerine getirmek istese de gücü buna yetmedi. Bu makam, Stalin’in iktidarı ile birlikte Sovyetler Birliği’nin en yüksek yönetim merci oldu.
Demir yumruk
Gençlik yıllarında Lenin’in eserlerini okuyup Marksist bir devrimci olmaya karar veren Stalin,
Lenin’in sağlık durumu hızla bozulurken, onun çevresinde bulunarak mirasına da göz dikmişti bir nevi. Diğer taraftan da kendisine muhalif olabilecek herkesi partiden ihraç etmek veya sürgüne göndermek hatta ortadan kaldırmak için tüm gücünü harcadı.
Kısa zaman içinde etrafında ya ölesiye korkudan veya körü körüne bağlılıktan sadık bir ekip ve Sovyetler Birliği kalmıştı bile. Rusçada ‘demir’ anlamına gelen ‘Stalin’ adını alan Yosif Visaryonoviç Cuğaşvili, bir yandan ustası Lenin’i parti içinde ve halkın gözünde ilahlaştırarak bu yolla mirasına sahip çıkarmış gibi görünürken, öbür yandan Lenin’in ekibini tasfiyede gecikmedi. Sovyetler Birliği artık daha da şedit bir “demir yumruk”la yönetiliyordu.
NKVD’ye anlat da görelim
Bir “demir yumruk” öyle kolay yetişmiyordu. Bunun için öncelikli olarak dâhiyane fikrini harekete geçirerek NKVD’yi (İçişleri Halk Komiserliği) kurdu. Komünist Parti üst düzey yöneticilerini tasfiye etmek ve halka korku salmak için önemli bir adımdı bu. NKVD bir kişiyi yok etmek istiyorsa, onunla ilgili her türlü delili uydurmak ve buna herkesi inandırmak konusunda mahirdi. Sergei Kirov cinayeti işlenmişti mesela, Kirov suikastıyla bağlantısı olduğu iddia edilen yaklaşık 1000 kişi, NKVD tarafından vurularak öldürülmüştü. KGB’nin atası olan NKVD’ye yönelik anlatılan şu fıkra hiç de yabana atılacak cinsten değil:
Bir grup tavşan Polonya sınırına gidip göçmenlik hakkı istemişler. Sınırdaki nöbetçi “Neden göçmen olmak istiyorsunuz?” diye sorunca, yaşlı tavşan cevap vermiş: “NKVD bütün develerin Sovyetler Birliği’ni terk etmesini emretti.” Nöbetçi şaşırmış: “İyi de, siz deve değilsiniz ki? Yaşlı tavşanın cevabı şöyle olmuş: “Bunu NKVD’ye anlat da görelim.”
Holodomor katliamı (açlıktan ölmek)
Stalin’in hedefinde öncelikle zorunlu kolektifleşme ve sanayileşme vardı. Kolektifleştirme nedeniyle meydana gelen açlık yüzünden hayatını kaybedenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Stalin, 1929’da Ziraatın kolektifleştirilmesi için kanun çıkartma emri verdi. Ukrayna dilinde açlıktan ölmek mânâsına gelen “holodomor” adıyla anılan felaket işte bundan sonra başladı. Ukrayna’yı merkeze bağlamış, çıkarılan kanunlarla köylülerin toprakları devletin eline geçmiş, köylüler kendi topraklarında devletin işçisi hâline getirilmişti. Devlet bütün buğdayları Avrupa’ya satıp fabrikalar kurarken, köylüler kendileri için bir kilo buğday ayıramaz olmuştu. İsyan etmek kimsenin aklına gelmiyor muydu? Geliyordu elbette, ama sonucu ya sürgün ya da ölüm oluyordu.
Ukrayna'da yaklaşık yarım milyondan fazla insan rejimin tarım uygulamalarına isyan ettiği için evlerinden sürüldü, yük trenlerine doldurularak Sibirya'ya sürgün edildi. Sürgün sırasında binlerce Ukraynalı açlıktan, hastalıktan hayatını kaybetti. Sovyet Rusyası 1932-33 yılları arasında Ukrayna'da suni kıtlık oluşturmak için birtakım uygulamaları da işleme koymakta gecikmedi. Amaç, kasıtlı olarak köylülerin yok olmasını sağlamak... Zira bütün köylüler, bütün Ukraynalılar ve tabi ki bütün Ukraynalı köylüler Bolşevizm’in geleneksel düşmanıydı ve sayılarının azaltılması hedefleniyordu.
Suni kıtlık çıkartma yöntemleri
- Kıtlığın had safhaya ulaşmasıyla 8 milyon insan açlıktan ve buna bağlı hastalıklardan öldü. Suni kıtlığa giden yolda şunlar yapılıyordu:
- • Un hazırlanması için çok yüksek fiyat konulması,
- • Yemek olarak kullanılabilecek her şeye el konulması,
- • Yiyecek maddelerinin satışını yapma yasağı,
- • Aç insanların yemek bulmak amacı ile Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerine gitmesini engellemek amacı ile ülke içi ve gümrük askerlerinin harekete geçmiş olması.
1928–1932 arasını kapsayan ‘1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın sonuçlarına henüz beş yıl dolmadan ulaşılmıştı. Bununla birlikte, elde edilen başarının bir bedeli vardı, 1933 İlkbahar’ından itibaren başta Ukrayna olmak üzere, Kuzey Kafkasya, Kazakistan, vb. Rusya’nın tahıl ambarı bölgelerinde kitle halinde açlıktan ölümler bu başarının bedeliydi. 5 ila 10 milyon arasında olduğu varsayılan sanayileşme uğruna açlıktan ölenlerin sayısı, insanlık tarihinde ancak Nazilerin ve Maocuların terörüyle kıyaslanabilir.
Ölüm kampları gulaglar
Pek çok edebi esere, sinema filmine ve anılara konu olan GULAG kampları, Stalin’in milyonlarca insanın "halk düşmanı" suçlamasıyla gönderildiği cezalandırma kamplarıydı. Bir gece yarısı ansızın kaçırılan insanlar, işlemedikleri suçlardan dolayı cezaya çarptırılıyor, uçsuz bucaksız Sibirya ormanlarında kurulan kamplarda misafir ediliyordu. Hem ne misafirlik; yulaf çorbası karşılığında ormancılık, kerestecilik, demiryolu yapımı, inşaat gibi ağır işlerde çalıştırılmak en iyi ihtimal...
GULAG’ların Nazilerin toplama kamplarından tek farkı, gaz odalarında değil de, Sibirya'nın soğuğu, yetersiz beslenme, bakımsızlık, sağlıksız şartlar ve aşırı çalışma nedeniyle gelen ölümlerdi. Hitler ile Stalin’in kamplarını işlevsel olarak da birbirinden ayırt etmek mümkün; Hitler, kamplarında sadece yok etmeyi hedef almışken, Yoldaş Stalin bir yandan insanları sömürüp öldürüyor, diğer yandan ekonomiye katkı sağlıyordu.
1923-1960 yıllarında Sovyetler Birliğinin sanayi bölgelerinde beş yüzün üzerinde çalıştırma kampı kuruldu. Stalin dönemindeki ekonomik ve sınai büyümede bu zoraki emeğin payı büyük. İşine geç gelen bir işçi bunu üç kez tekrarlarsa, üç seneliğine GULAG’lara gönderilir. Buradaki olağandışı şartlarda günde 14 saat çalıştırılırdı. GULAG'ın faaliyetleri sonucunda, 20. yüzyılın en parlak sanayi yapıları ortaya çıktı ve Stalin dönemindeki Sovyet Sanayi Devrimi gerçekleşti. NKVD verilerine göre, Stalin döneminde, GULAG kamplarındaki mahkûm sayısının azami rakamı 2 milyon 760 bin olduğu belirtiliyor. Resmi kayıtların gerçeği hiçbir zaman söylemediği, özellikle de Rusya gibi bir ülkede bunun kat be kat fazlasını düşünmek gerektiği de sır değil.
Tarihin gördüğü en acımasız sürgün
Dünya’nın en büyük sürgünleri olarak tarihe geçen Stalin sürgünleri, batıda Fin ve Polonya halklarını, güneyde Kırım Tatarlarını, Volga havzasında Almanları, Kafkasya’da Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Avar halklarını, Güney Kafkasya’da Ahıska Türklerini, Hemşinli Müslüman Türkleri ve Kürtleri, Hazar kıyısında Kalmukları, Uzakdoğu’da Kore halkını kapsamıştı. Buna ek olarak Sovyetler Birliğinde yüzlerce rejim muhalifi, toprakların devletleştirilmesine karşı gelen her halktan köylüyü de “kulak” sıfatına koyarak bu sürgün kervanına kattı. Bahanesi ise Almanlarla işbirliği ve vatana ihanet. Asıl amacı milliyetçilik tehlikesine karşı farklı milletleri bölmek ve birbirine düşman etmek.
Türkleri yok etmek
Sürülen Müslüman halklar nüfuslarının yarısından fazlasını bu uzun yolculuklarda ve gittikleri çalışma kamplarında yitirdiler. Ahıska Türklerinin sürgünü Sovyet arşivlerinde “Karadeniz çevresinin Türklerden temizlenmesi” ifadeleriyle yer alıyor.
Zira Ahıskalılar, Sovyetler Birliği içinde yaşayan halklar arasında kimliğinde “Türk” ifadesi yer alan tek topluluk. Bu halkların geri dönüşüne Stalin’in ölümünden sonra izin verildi. Tabi birçoğu maddî yetersizlik ve yasal engeller nedeniyle geri dönemedi.
Stalinli Rusya’nın makûs talihi
- Sovyetler Birliği'nin Stalinli yılları dünya tarihine;
- • Milyonlarca insanın açlıktan öldüğü,
- • Sürgün edildiği,
- • Yüz binlerce kişinin de Anti-Sovyet propoganda ve rejim karşıtlığı gibi suçlarla idam edildiği bir dönem olarak geçti. Tarihçiler 2 milyonla 60 milyon arasında değişen rakamlar verse de Rusya'daki ders kitaplarında, sadece “Büyük Temizlik” döneminde baskıya maruz kalanların sayısı 40 milyon olarak gösteriliyor.
Yine bir fıkrayla Stalin Rusyasını anlatalım: Stalin bir Sovyet komedi filmini izlemiş ve film boyunca kahkahalar atmış. Film bittiğinde ise şöyle demiş: “Filmi sevdim ama palyaçonun bıyığı aynı benimkine benziyordu. Bu oyuncuyu vurun.” Uzun bir sessizlikten sonra nihayet biri korkuyla fısıldayabilmiş: “Yoldaş Stalin, oyuncunun bıyığını kesmesine ne dersiniz?” Stalin “İyi fikir” demiş. “Önce bıyığını kesin, sonra vurun.”
Hangisi daha diktatör
Alman Nazi Partisi lideri Adolf Hitler 1934-1945 yılları arasında Almanya’nın tartışmasız tek diktatörüydü. Amacı ârî ırk oluşturmak için Alman olmayanlardan kurtulmak ve Avrupa’da hegamonya kurmaktı. Onun faaliyetleri de 17 milyondan fazla insanın ölümüne sebep oldu. Ama Stalin’in öldürdüğü insan sayısına ulaşamadı. Gel gelelim günümüzde 1 numaralı diktatör olarak yerini korumayı başardı. Bunun bir sebebi sosyalistlerin entelektüel dünyayı domine etmesi olabilir. Zira kendilerine yapılan haksızlıkları romantikleştirerek dile getirirken, sosyalizm adına yapılanlara da ‘faydacı’ bir kılıf bulmakta üzerlerine yok.
İsrail’e destek için…
Hitler-Stalin karşılaştırması bundan ibaret olmasa gerek. Zira her ikisi de Müslümanlar ve diğer kavimlerin yanı sıra fakir Yahudileri de hedef yaptılar. Sonrasında anlaşılmıştı ki, ikisinin de Yahudileri hedef almasının gizli bir amacı vardı. O da Filistin topraklarında kurulma hazırlıkları yapılan İsrail için Yahudi nüfusu sağlamak. Zîra Almanya’daki fakir Yahudilerin ölümüne daha çok Hitlerin ordusundaki Yahudi SS subayları neden olnuştu. Böylece yoğun olarak Almanya ve SSBC topraklarından hayat endişesi taşıyan Yahudiler Filistin’e göç edecekti.
Öyle de oldu. SSCB ve Almanya vatandaşı yüzbinlerce Yahudi, kendilerine sağlanan özel imkânlarla Filistin’e taşındı. Benzer bir durum İstanbul’da da yaşanacaktı. Tarihe “6-7 Eylül Hâdiseleri” olarak geçen ve İstanbul’daki Gayrimüslimleri hedef alan komplo ile hem Menderes suçlandı, hem de pek çok Yahudi’nin Filistin’e göçü sağlandı. Bu arada Rumlar da bu haksızlıktan nasibini alacaktı.
Kaderin cilvesi
Yakın tarihe kadar Batı’da halklar arasında fitne fesat çıkaran Yahudiler insan yerine bile konulmuyordu. Yahudilerden bıkan Batı, onların ülkelerini terk etmesinden büyük memnuniyet duymaktaydı. Ancak para da Yahudilerdeydi. İsrail devleti için nüfus gerekiyordu. Zenginlerin gitmek istedikleri topraklara fakirler neden gitsindi? Nihayetinde şiddet ve bazı ölümler gözleri korkuttu. Böylece bir taşla iki kuş vuruldu.
Neticede Stalin her şeyi halkının iyiliği(!) için yapmıştı ve günümüzde de buna inanan insanlar azımsanmayacak kadar çok. Yahudileri komünizme ve oluşturduğu rejime karşı tehdit olarak gören Stalin de birçok Yahudi’yi katletmişti aslında. Fakat kaderin bir cilvesi olarak Yahudi soykırımıyla anılan kişi olarak tarihe o değil Hitler geçti. Buradan bakınca hiçbir zaman 1 numaralı diktatörlüğe terfi edememiş olmasının sebeplerini saymakla bitiremeyiz.