Bibi’nin son savaşı
Beri yandan şişkin egosuna rağmen ciddi bir ciddiyet problemi olduğu düşünülüyor. Bir türlü olgunlaşmayan, toy ve sığ tutumlarına karşın şunca yıl başbakanlık koltuğunda oturması yabana atılır bir başarı sayılmaz. Likud’un önceki lideri İzak Şamir yıllar evvel “Bibi mi? Pek güvenilir bir adam değil!” derken bu söze inanacak nüfus oranı şimdiki gibi külliyetli değildi. 7 Ekim’den sonra partisinin tabanında bile bir güvenilirliğinin kalmadığı aşikâr.
İsrail’in en genç başbakanı olarak seçilmiş ve en uzun süre başbakanlığını yapan isim olmayı başarmış biri hakkında neler biliyoruz? Soyağacı, kariyeri, kişiliği… Netanyahu hakkında konuşmalıyız.
Hikâyeye dedesiyle başlamalı belki, nitekim kendisi de darda kaldığında yer yer ona atıf yapıyor. Nathan Mileikowsky, Siyonist bir hahamdı. Gençliğinde Sibirya bölgesinde faaliyet göstermiş, anti-Siyonist Sosyalist Yahudilere karşı mücadele vermişti. Altıncı Siyonist Kongre’de Theodor Herzl’in kampında olmasına rağmen Uganda projesine itiraz edenler arasında yer almıştı.
Geçen yüzyılın başında evinde İbranice konuşan nadir ailelerden biri olarak 1920’de eşi ve 9 çocuğuyla birlikte Filistin’e göç edip, yazarlık ve konuşmacılık yaparak geçirdiği ömrünü 1935’te tamamladığında Kudüs’te Zeytin Dağı’na gömülmüş. Adı şehirdeki bir meydana verilmiş.
Komando
Oğlu Benzion ise 1910’da başlayıp 102 sene sürdürdüğü hayatını bir tarih profesörü sıfatıyla nihayetlendirmiş. İspanya Yahudileri üstüne ihtisas yapmış ve İbrani Ansiklopedisi’nin hazırlanmasında görev almış. Revizyonist Siyonist hareket içinde bulunmuş ve ABD’de İsrail’in kurulup desteklenmesi için lobi faaliyetlerinde yer almış. Filistinlilerin ve İsrail içindeki Arapların varoluşsal birer tehdit oldukları fikrini oğluna da iyi aşıladığı anlaşılıyor. İran’ın nükleerleşmesinden duyduğu endişeyi de.
1949’da -Tel Aviv’de- doğmuş olması ona İsrail’in kuruluşundan sonra doğan ilk başbakan unvanını kazandıran başlıca etken olacaktı. Lakabı olan Bibi ise herkesçe kullanılsa da kendisine hiçbir zaman çocuksu bir sempati halesi bahşetmeyecekti.
Çok erken yaşlarda, 1956-58 yıllarında Amerika’da kalması, bilahare 1963-67 arasında liseyi orada tamamlaması, Philedelphia aksanıyla Amerikan İngilizcesi konuşması ise hayatının akışını belirleyen amillerden biri olacaktı. Babası ömrünün sonuna kadar onun İbranice konuşmalarındaki hataları düzeltecek, “Bibi’nin İbranicesi son yıllarda çok daha iyi hâle geldi” derken evveliyatı hakkında çokça fikir verecekti.
Bibi 1967’de liseden mezun olduktan sonra ABD’den İsrail’e döndü ve askere gitti. Orduda seçkin bir birlik olan Sayeret Matkal’a katıldı. Mısır’a karşı verilen yıpratma savaşında pek çok sınır ötesi operasyonda görev aldı. Yeterince “yaratıcı olmasa da” zekâ ve çalışkanlığı onu takım komutanlığına taşıdı. 1968’de Beyrut Havalimanı’na yapılan bir gece baskınında, 1972’de kaçırılan Sabena uçağındaki rehinelerin kurtarılmasında ön planda yer aldı.
Yoni
İzotop Operasyonu adı verilen baskında uçağa tamirci kılığında giren komandolardan biriydi ve Kara Eylül örgütüne bağlı korsanlardan birini -kadındı- saçından yakalayıp bir bölmeye çarptı. Sonraki aşamalarda komando arkadaşlarından biri tarafından omzundan vurularak yaralandı. Manidardır ki o operasyona liderlik eden Ehud Barak da kendisi gibi daha sonra ülkenin başbakanı olacaktı.
1972’de yaralanmış olsa da 1973 Yom Kippur Savaşı’na katılmak üzere bir kez daha ABD’den geri geldi. Ön cephedeydi. Süveyş Kanalı hattındaki çatışmalarda bulundu, Suriye topraklarına yönelik sızma türünden komando hücumlarına komuta etti ve nihayet terhis edildiğinde rütbesi yüzbaşıydı.
Birkaç yıl sonra 1976’da ise Bibi’nin hayatındaki en trajik hadise gerçekleşti. Kendisi gibi Sayeret Matkal mensubu bir komando olan abisi Yonatan (Yoni) bir rehine kurtarma operasyonunda öldürüldü. Libya’dan kalkan uçak Uganda’ya giderken kaçırılmış, Entebbe havalimanına indirilmişti. Operasyonun adı Entebbe idi fakat o öldürüldükten sonra Yonatan Operasyonu adı verilmişti. O esnada Bibi Boston’daydı ve haberi duyunca derhal anne, babasının bulunduğu Ithaca’ya gitti. Onu kapıda görür görmez annesinin söylediği ilk şey “Öldü değil mi?” cümlesi oldu.
Bibi yıkılmış, haftalarca doğru düzgün yemek yiyememişti. Abisi gerçekten sevdiği tek kişiydi ve yokluğu “onun yalnızlığının temelini oluşturdu.” Bibi, kendisini anlayan tek kişiyi kaybetmişti. Şu var ki bunu kişisel bir kayıp olmanın ötesinde millî bir hadise sayıyor ve Yoni’yi tarihî bir figür olarak görüyordu. Başkalarının da böyle görmesi için elinden geleni yapacaktı.
Kahramanlık
Yoni gerçek esas oğlandı. Büyük şeylere yazgılı biri olarak görülüyordu. Orduda kalırsa genelkurmay başkanı, siyasete atılırsa başbakan olacağına dair herkeste bir inanç vardı. Bir arkadaşının tanıklığıyla Yoni ölmese Bibi’nin siyasetle işi olmazdı, doğrusu şansı da olmazdı. Amerika’da para peşinde bir iş adamı olmaya daha yatkınken abisinin kahramanlığının kendi önünü açacağını daha taziyeleri kabul ederken fark etmişti.
Yoni’yle Bibi’nin bir kardeşleri vardı, İddo. Senenin birkaç ayı ABD’de radyologluk yapıyor, kalan zamanını Kudüs tepelerinden birindeki evinde roman yazarak geçiriyordu. Yoni’nin kahramanlığının parlatılması işini yapmaya o daha elverişliydi. Ağabeyinin mektuplarından oluşan bir kitabın editörlüğünü yaptı ve Yoni’nin Son Savaşı diye bir kitap kaleme aldı. Bibi ise abisinin adına Jonathan Enstitüsü’nü kurdu.
Ne var ki Entebbe’deki baskında bulunmuş Muki Bester adındaki askerî bir şahsiyet, Yoni’nin rolünün abartıldığı ve geri kalanların cesaretinin küçümsendiği gerekçesiyle Netanyahu ailesi aleyhine açıktan muhalefette bulundu ve yaptıkları yayınlara duyduğu öfkeyi net ifade etti. Öte yandan Bibi 90’lı yıllarda başbakan adayı olarak sahneye çıktığında Netanyahu soyadının başka hasımları da medyada Entebbe göreviyle ilgili şaibeli hikâyeler yayınlayıp, Yoni’nin baskın esnasında önemli hatalar yaptığı imasında bulundular.
İtiraflar
Bibi, ABD’nin en iyi üniversitelerinden MIT’te mimarlık okuduktan sonra yüksek lisansını siyaset bilimi üstüne yaparken Harvard’da da dersler aldı. 1984-88 yıllarında Birleşmiş Milletler’de İsrail elçisi olması kariyerinde önemli basamaklardandı. Bu dönemde Trump ailesiyle dostluğu gibi derin bağlantılar kurmasının siyasî rantını sonradan derleyecekti. 1991’deki Körfez Savaşı vetiresinde CNN gibi kanallar akıcı İngilizcesinin de marifetiyle onu ekranlarda epeyce cilaladılar.
Aşırı lâik bir tipin aşırı dindarlardan oy alan bir partinin başına geçmesi İsrail’e özgü bir tuhaflık olsa gerek. Kimi zamanlar Ağlama Duvarı önünde poz verse ve Tanrı’nın adını ansa da doğrusu kimseciklerin onun dindar pozlarına prim verdiği yok. İlk karısını bir başka kadın için bırakmış, onu da bir hostes için terk etmiş, üçüncü karısını bir evli kadınla aldattığına dair video söylentileri üstüne kameralar önüne çıkıp itirafta bulunmuş biri neticede.
Beri yandan şişkin egosuna rağmen ciddi bir ciddiyet problemi olduğu düşünülüyor. Bir türlü olgunlaşmayan, toy ve sığ tutumlarına karşın şunca yıl başbakanlık koltuğunda oturması yabana atılır bir başarı sayılmaz. Likud’un önceki lideri İzak Şamir yıllar evvel “Bibi mi? Pek güvenilir bir adam değil!” derken bu söze inanacak nüfus oranı şimdiki gibi külliyetli değildi. 7 Ekim’den sonra partisinin tabanında bile bir güvenilirliğinin kalmadığı aşikâr.
Gazze’de bir türlü gelmek bilmeyen büyük zafer bile onu kurtaramayabilir. Abisi Yoni’nin kurtaramayacağı ise zaten besbelli.