Barış Pınarı Harekâtı
Barış Pınarı Harekâtı’nı birkaç yıllık bir zaman perspektifinden görmemek gerekir. Yüz yıl önce bıraktığımız yerdeyiz. O zaman da işgal, sömürü, kan ve göz yaşı vardı. Durdurmak için ne gerekiyorsa yapılmıştı. Ordumuzun başarısı için dua ediyoruz.
Batılılar, dinlerini sömürgeciliğin keşif kolu hâline getirerek emperyalizmin hizmetine sunmuşlardı. Dünya tarihinin son beş yüz yılı dinin sömürgecilik, kapitalizm, emperyalizm için kullanışlı bir araca dönüştürülmesi bağlamında değerlendirilebilir. Misyonerlik faaliyetleri büyük şirketler, askerler, diplomatlar tarafından uygulanan sömürge politikalarının sürdürülmesini sağladı. “Din” ile problemli oldukları dönemlerde dahi sömürge politikalarının hayata geçirilmesi sürecinde din adamlarıyla birlikte hareket ettiler. Misyonerlik kurumları, hayırseverlik faaliyetleri, misyoner okulları sömürge toplumlarında zihniyet değişimini sağlamak için çok önemli çalışmalar yürüttü. Sömürge toplumlarının “medenileştirilmesi” dinin kontrolünde hayata geçirilmiş bir emperyalist proje idi.
Edward Said’in “Oryantalizm” kitabının yayımlanmasından sonra zihniyet dönüşümlerine yoğunlaşabilirdik fakat “ideolojik savaş ajanları” bu alanda ortaya çıkan entelektüel merakı farklı mecralara yöneltmek için ellerinden geleni yaptı. Hâlbuki misyonerlik faaliyetleri için kurulan okullar, cemiyetler, sivil toplum kurumları birtakım faaliyetlerle kendilerini yeniliyorlardı. Batı’da, özellikle de Amerika’da Hristiyanlık ile Yahudilik arasındaki yakınlaşmanın neticesi olarak ortaya çıkan dinî grupların bir benzerini İslam ülkelerinde oluşturmak istediklerinden şüphe duymamak gerekir.
Dinin araca dönüştürülmesi dönemsel bir hadise değildir. FETÖ meselesini iyi incelemek gerekiyor. Örnek bir hadise olarak çok yönlü olarak incelediğimizde karanlıkta kalan birçok noktayı aydınlatabiliriz. Eğer FETÖ hadisesini hukukî bir meseleye indirgersek hiçbir şey anlamış olmayız. FETÖ devletimizin, milletimizin, vatanımızın ve dinimizin Batı emperyalizmi için kullanışlı bir hâle getirilmesine hizmet etmekteydi. Dinler arası diyalog çalışmalarını yeni dinî hareketlerin ortaya çıkışı ve emperyalist faaliyetler çerçevesinde ele almak gerekir.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki terör koridorunu yıkmak için harekete geçtiğinde orada yaşayan Hristiyanlar üzerinden propaganda faaliyetlerine başlamaları, dini bir araç olarak kullanmayı alışkanlık hâline getirmiş olmalarıyla alakalıdır. Büyük bir ihtimalle bunu, kamuoyuna yönelik propaganda amacıyla söylüyorlar. Türkiye’nin dinî ve millî bir ayırım üzerinden politika üretmeyeceğini pekala biliyor olmaları gerekir. Türkiye böylesi bir siyaseti Hıristiyan ya da başka bir dinî grupla ilgili olarak takip etmeyeceği gibi dindaşı olan Kürtlerle ilgili etnik bir siyaset üretmeyi de aklına getirmeyecektir.
Cumhurbaşkanımızın Sırbistan ziyaretinde Türkiye’nin Balkan politikasının din temelli olmadığını söylemesi basite indirgenebilecek bir durum değildir. Bu cümle ile tarihî bir durum dile getirilmiştir. Osmanlı döneminde de Balkanlarda, Kafkaslarda, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’da din temelli bir siyaset takip edilmedi. Özellikle sömürgecilik dönemlerinde emperyalist saldırılar karşısında Müslümanlar arası dayanışmayı dinin siyasî bir araca dönüştürülmesi olarak görmemek gerekir.
Müslümanlar tarafından oluşturulan bir yönetim modelinde İslamiyet, başka milletler ve dinlerle ilişkileri tanımlar, şekillendirir, sınırlar. Müslümanların kurduğu bir yönetim modelinde hukuk oluşur ve oluşan hukuk istismar düzenine izin vermez. Osmanlı modeli en güzel örneklerden biridir. Bu model bugünkü bakış açılarıyla inanılması zor bir çeşitliliğe imkân vermiştir. Erdoğan’ın Balkanlarda din temelli bir politika güdülmediğini özellikle Sırbistan’da dile getirmesi tesadüfî değildir. Bu cümlede aynı zamanda Sırbistan’a yönelik bir uyarı ve hatırlatma da vardır.
Erdoğan’ın cümlesini Balkanlarla sınırlı tutmamak gerekir. Hem uyarı hem de durum beyanı olarak görülmesi gerekli olan bu ifadenin içeriği zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Oğul Bush, Irak’ı işgal ederken Haçlı Seferleri’nden bahsetmişti. Haçlı Seferleri görünen yüzü ile dinî bir istila hareketiydi. Oğul Bush’un yeni bir haçlı seferinden bahsetmesi doğrudan İslam ve Müslüman düşmanlığı anlamına geliyordu. Nitekim Amerika’nın ve ortaklarının İslam dünyasında işledikleri cinayetlerin haddi hesabı yoktu. Bush, evangelist bir zihniyete sahipti. Bugün Türkiye’nin güçsüz olduğu söylenemez. Erdoğan’ın Balkanlarla ilgili söyledikleri acziyet ifadesi değildir. Her iki liderin tavrını medeniyet farklılığı olarak görmek gerekir.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarından sonra Barış Pınarı Harekâtı başladı. Kuşkusuz Türk ordusu ağır bir sorumluluk üstlendi. Küresel güç merkezleri coğrafyamızda kan ve göz yaşına sebep olmaktan başka bir iş yapmadı. Yaklaşık yüz yıldır coğrafyamızda yer altı kaynaklarını talan etmek amacıyla her türlü melanet işlendi. İngiltere, Fransa, Amerika ve İsrail kendi dinlerini, hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullandılar. Türk ordusu dinî ve etnik farklılıklardan üretilen düşmanlıkları ortadan kaldırmak suretiyle devamlı taze kalacak bir barış ortamını tesis etmek için yola çıktı. Bunun basit bir hedef olmadığı açıktır.
Barış Pınarı Harekâtı’nı birkaç yıllık bir zaman perspektifinden görmemek gerekir. Yüz yıl önce bıraktığımız yerdeyiz. O zaman da işgal, sömürü, kan ve göz yaşı vardı. Durdurmak için ne gerekiyorsa yapılmıştı. Ordumuzun başarısı için dua ediyoruz.