Bağımlı yapılar çözülür mü?
Bugün Türkiye çok güçlü bir gelecek öngörüsüne sahiptir. Güçlü bir devlet geleneğine sahip olan Türkiye kendisiyle birlikte coğrafyasını da değişime zorlamaktadır. Bunun coğrafya genelindeki bağımlı yapılar üzerinde de büyük bir baskı oluşturduğu açıktır.
Bağımlılık ilişkisi ve bağımlı yapılar, sömürgecilik dönemlerinin eseridir.
İki kutuplu dünya düzenini de sömürgecilik tarihi içinde ele almak gerekir. Sömürgecilik dönemlerinde bir taraftan bağımlılık ilişkisi içinde şekillenen bağımlı yapılar ortaya çıkarken diğer taraftan sisteme itiraz çerçevesinde bağımsızlıkçı hareketler varlık göstermeye başlamıştır. Yakın dönem tarihimizi bu iki eğilim arasındaki mücadeleler belirlemiştir. Bu, abartılı bir tespit değildir. İdeolojiler de birey ve grup davranışlarına göre dönüşüm geçirmiştir.
Bugün Türkiye’de bu iki eğilimin temsilcileri arasındaki kavganın gittikçe sertleştiğine şahit olmaktayız. Uluslararası ilişkilerdeki gerilimden içerideki siyasî figürlerin ve grupların anlık olarak etkilenmesi, bağımlı yapılarla bağımsızlıkçı hareketler arasındaki mücadeleye delalet eder. İdeolojik gruplar arasındaki sınırlar anlamını yitirdi. Bu da Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Bahis konusu olan sömürgecilik tarihinin kendine özgü yapısı içinde ortaya çıkan bir sorundur. Türkiye sınırları içinde devam eden kamplaşmaların, yakın coğrafyamıza doğru yayılım göstermesi sorunun bize özgü olmadığını gösterir.
- Taraflar arasındaki gerilimin artış göstermesini olumsuz bir gelişme olarak görmemek gerekir. Bunu bir kutuplaşma olarak tanımlamak da doğru değildir. Sosyal bilimler açısından heyecan verici, dinamik bir dönem olarak gördüğümüzde yaşadığımız günlerin çok daha ilgi çekici olacağı açıktır. Fakat bunun için coğrafyaya özgü bir bakışa ihtiyacımız var. Sosyal bilimlerin farklı alanlarında çalışan akademisyenlerin süreci anlamak ve anlamlandırmak için sınırlı düzeyde katılım göstermesini zihniyet uzaklığı ile açıklayabiliriz. Hâlbuki heyecan verici bu süreci içeriden gözlemlemek, sosyal bilimcileri ayrıcalıklı hâle getirebilir. Coğrafya geneline yayılım gösteren gerilim dinamik sürecin çok taraflılığını da kanıtlar.
15 Temmuz’a kadar geçen zamanda ideolojik sınırlar bugünkü kadar kaybolmamıştı. Fakat bugün artık ideolojik sınırların aşındığını ve belirsizliğin hâkim olduğunu görebiliyoruz. Amerika başkan adayı Biden’ın, Erdoğan karşıtı muhalefet cephesini tahkimden bahsetmesinden sonra muhalefet liderlerinin kendi aralarındaki dostluğu arttırması oldukça anlamlıdır. Muhalefet cephesindeki bu gelişmeler, geçmişin tekrarı değildir. İdeolojik sınırların kaybolması önemli bir gelişmedir. Bu belirsizlik, yakın coğrafyamız için de geçerlidir. İdeolojiler arasındaki sınırların kaybolmasını izah etmek dahi başlı başına önemlidir. Hazır kavramlarla tanımladığımızda bize ait sorunları görünmez kılacağımız açıktır.
Bir Afrika ülkesinde darbe olduğunda ya da Arap coğrafyasında çatışmalar alevlendiğinde meşrep ve mesleğimize göre hazır kalıplardan birini kullanır, hadiseleri aydınlatmaya çalışırdık. Fakat bugün coğrafyanın dinamiklerinin harekete geçmesiyle meydana gelen değişimleri geçmişin hazır kalıplarına sığdırmak kolay olmuyor. Örneğin Fransa’nın farklı cephelerde gerilememesi gerekiyordu. Yakın coğrafyamızdaki çatışmalar dolayısıyla yukarıdan bir bakışla akıl verdiğimiz dönemler de geride kaldığına göre Libya bağlamında gelişen hadiselere uzak kalmak anlaşılır bir durumdur. Bu satırları yazdığımız saatlerde cumhurbaşkanımızın müjdesi tam olarak belli olmamıştı.
Türkiye’nin ve coğrafyamızın geleceğini belirleyecek ve eksen değişimine yol açacak bir gelişmeden bahsediliyor. Bunlar geçmişin hazır kalıplarına göre izah edilemeyecek gelişmelerdir.
İdeolojik sınırların kaybolmasıyla muhalefet cephesinin güçlendiğini söylemek de doğru değildir. Türkiye kararlılığını devam ettirdiği müddetçe o cenahta sorunların giderek artacağı ve çözülmelerin yaşanacağı açıktır. Eksen değişimine yol açabilecek bir gelişme karşısında dahi memnuniyetsizlik ifade etmenin başka bir izahı olamaz. Huzursuz olduklarını ve konum belirlemekte zorlandıklarını söyleyebiliriz. İdeolojik sınırları belirsizleştiren Türkiye’nin hamleleridir. Bu hamlelerin devam etmesi yeni düşünce ve davranış biçimlerini ortaya çıkaracaktır. Fikrî olarak da savunma durumundan çıkmak gerekiyor.
Eksen değişimine yol açabilecek gelişmelerin konuşulması Türkiye’nin durdurulamayacağının işaretidir.
15 Temmuz sonrasının ruhuna uygun olan bütün gelişmeler, eskiye ait alışkanlıkları kısa bir zamanda değişime zorlayacaktır. Yerlilik ve millîlik kavramlarının çok daha geniş katılımla tartışılacağı zamanlara doğru gidiyoruz. Mavi Vatan, yakın coğrafyamız, Kızıl Elma gibi oldukça iddialı hedefler uğruna mücadele verilirken “dış güçler de kimmiş” gibi alaycı bir üslup ancak çaresizliğe ve çözülmeye delalet eder. Erdoğan’ın yerli ve millî olduğuna inandığı çevrelere yönelik daveti, parti merkezli bir hassasiyete işaret etmez. Değişim sürecinin ciddiyetiyle ilgili bir vurgu olduğunu düşünebiliriz.
Bugün Türkiye çok güçlü bir gelecek öngörüsüne sahiptir. Güçlü bir devlet geleneğine sahip olan Türkiye kendisiyle birlikte coğrafyasını da değişime zorlamaktadır. Bunun coğrafya genelindeki bağımlı yapılar üzerinde de büyük bir baskı oluşturduğu açıktır.