BAE ve Mısır niçin Arap milliyetçiliğine sığındı?
Mısır, BAE ve Suudî Arabistan yönetimleri Türkiye karşıtlığını devam ettirdikleri müddetçe halktan uzaklaşmak zorunda kalacaktır. Çünkü bu siyaset Batı hegemonyasını görünmez kılmayı ve İslâmcı hareketlere baskı uygulamayı zorunlu hâle getirmektedir. BAE ve Suudî Arabistan’da muhalefetin güçlü olmadığı açıktır. Bunun yanında Mısır’da muhalefet daha güçlüdür. Fakat onların da güçlü bir değişimi sürükleyebilecekleri konusunda şüpheler var.
1930’larda Arap dünyasında etkisi uzun sürecek fikrî bir değişim yaşandı.
Hatırlanacağı gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra manda yönetimleri “yönetemiyorlar, yönetilmeleri gerekir” düşüncesi üzerine bina edilmişti. İdeolojik ve oryantalist bir bakış açısının ürünü olan bu düşünce, sömürgeciliği meşrulaştırması açısından 19. yüzyılda geçerli olan “medenileştirme misyonu”nun devamıdır. Arap coğrafyasının Osmanlı’dan ve tabiatıyla Anadolu coğrafyasından koparılmasından sonra oluşan siyasî ortamda, İngiltere ve Fransa’nın yönetimler üzerindeki baskısı ile halk ve elitler arasında bir kopuş yaşandı. Özellikle Büyük Suriye İsyanı’ndan sonra Arap milliyetçiliği yükselişe geçmişti. İngilizler eliyle Filistin’de İsrail devletinin kurulma süreci de Arap milliyetçiliğine antiemperyalist bir karakter kazandırmıştı.
Geçen yüzyılda çok yoğun propagandaların neticesi olarak bölgesel milliyetçilikler, birbirini öteleyen siyasete imkân verdi. Fakat Osmanlı coğrafyasında meydana gelen birtakım huzursuzluklar milliyetçi ideolojiden kaynaklanmıyordu. Osmanlı coğrafyası, İngiltere ve Fransa rekabetine açıktı. Körfez şeyhliklerinin kurulma sürecini, Suudî Arabistan’da oluşan bağımlı yapıyı Osmanlı’ya karşı milliyetçi bir ayaklanma şeklinde göremeyiz. Coğrafyamızın bugünkü huzursuzlukları geçmişe de ışık tutmaktadır. BAE, Suudî Arabistan ve Mısır Türkiye karşıtı siyaset takip ediyor ve bu siyaseti meşru kılabilmek için Arap milliyetçiliğine sarılıyor. Türkiye’nin emperyalist bir siyaset takip ettiğine dair söylentiler de bu merkezlerden yayılıyor. Bu alanda Mısır ve BAE’nin Suudî Arabistan’ı geride bıraktıklarını söyleyebiliriz.
Arap milliyetçiliği Nasır’ın şahsında popüler bir temsilci bulduğunda da temel karakterinde bir değişim olmadı. Kanal’ı millileştiren Nasır, kahraman olarak kabul edildi. Fakat bu süreç hüsranla neticelendi ve elitlerin ideolojisine dönüşen Arap milliyetçiliği 1970’lerin ortasında tamamen söndü. Osmanlı’ya karşı İngiltere ile işbirliği yapanlar da bölgesel elitlerdi. İdeolojik olarak halkla bütünleşme arayışında olmamaları, küçük devletlerin bağımlılığını arttırmıştı. Sisi yönetimi de haricî destek ile iktidara geldi. Dolayısıyla küçük Arap devletçiklerinin ve Mısır yönetiminin ideolojik bir temel üzerinde yükseldiği söylenemez. Bu açıdan BAE dışişleri bakanı Enver Gargaş’ın ve Sisi’nin Arap milliyetçiliği vurgusu temelsiz bir çıkıştır.
Türkiye’nin emperyalist siyaset takip ettiğine dair iddialarının da bir karşılığı yoktur. Bu devletlerin yönetici elitleri, meşruiyet bakımından halka dayanmak gibi bir eğilim içinde olmadılar.
Yirminci yüzyılda karşı propagandanın yoğunluğu ile İslamcı hareketlerin temel işlevleri görünmez kılındı. Türkiye örneğinde olduğu gibi İslam’ın siyasallaşması, sıradan insanların politik süreçlere katılımını sağlayabilirdi. Bunun da aşağıdan yukarıya doğru yeni bir yenileşme hareketi olacağı açıktı. Fakat özellikle Batı Avrupa ülkelerinin ve elbette Amerika ile İsrail’in bu yöndeki eğilimleri bastırmaya özen gösterdikleri biliniyor. Yapısal bir dönüşüm yaşanıyordu ve Batı toplumlarında olduğu gibi sınıfsal bir yapı olmadığından yeni bir demokratikleşme örneği ile karşı karşıyaydık.
- Türk modernleşmesinin başarısını da bu yapısal dönüşümde aramak gerekir. İslâmcı hareketler, katı örgüt yapısına sahip olmadıkları için toplumsallaşmakta asgarî düzeyde sorun yaşayacaktı. Bu açıdan BAE, Suud ve Mısır’ın İhvan üzerindeki yoğun baskıları anlamlıdır. Geçmişte Arap coğrafyasını harekete geçiren ideoloji antiemperyalizm olduğu için bugün de Türkiye’nin emperyalist bir siyaset takip ettiğini dile getirerek kitlelerde oluşan yönetim karşıtı öfkeyi yönlendirmek istediler. Aynı şekilde elitlerin ideolojisi olduğu için Arap milliyetçiliğine yaslandılar. Fakat bunun anlamlı bir davranış olmadığı açıktır. Türkiye ile Arap coğrafyasını birbirine yaklaştıran sahici bağlar, Erdoğan’ı birçok Arap devletinde tartışmasız lider hâline getirmiştir. Coğrafyamızın geneline yayılan bu sevgiyi yeni bir düşüncenin ve dönüşümün habercisi olarak görmek gerekir.
Mısır, BAE ve Suudî Arabistan yönetimleri Türkiye karşıtlığını devam ettirdikleri müddetçe halktan uzaklaşmak zorunda kalacaktır. Çünkü bu siyaset Batı hegemonyasını görünmez kılmayı ve İslâmcı hareketlere baskı uygulamayı zorunlu hâle getirmektedir. BAE ve Suudî Arabistan’da muhalefetin güçlü olmadığı açıktır. Bunun yanında Mısır’da muhalefet daha güçlüdür. Fakat onların da güçlü bir değişimi sürükleyebilecekleri konusunda şüpheler var. Dolayısıyla üç ülkenin yönetici elitlerinin bağımlılık derecesi gittikçe artacak ve bu da özellikle Mısır’da toplumsal sorunların derinleşmesine yol açacaktır.
Coğrafyamızın geneline yayılan bir hareketlenmeden bahsediyoruz.
Siyasî, iktisadî ve askerî rekabetin yaygınlaşması kültürel hayatı da doğrudan etkileyecektir. Osmanlı sonrasında oluşan siyasî yapılar ve kültürel dönüşümler kalıcı sonuçlar doğurdu. Türkiye’de devlet aklının oluşmasıyla dengelerin değiştiğini gördük. Bağımlı yapıların kalıcı olamayacakları açıktır. Fakat meşruiyetlerini haricî güçlerden aldıkları için bulundukları ülkelere zarar vereceklerini de kabul etmek gerekir. Bu, yapısal bir zorunluluktur.