'Azdık ve güzeldik çoğaldık, onlara benzedik!'

Dindar olarak ve İslamcı olarak sizin ister istemez bir geleneğe yaslanmış olmanız gerekiyor. Bir medeniyeti sürdürmeniz gerekiyor.
Dindar olarak ve İslamcı olarak sizin ister istemez bir geleneğe yaslanmış olmanız gerekiyor. Bir medeniyeti sürdürmeniz gerekiyor.

Derginin kurucuları arasında olan ve bir süre de yazarlığını yapan Hüseyin Besli’yle Gerçek Hayat’ın kurulma hikâyesini ve medyanın geldiği noktayı konuştuk. Besli, “Biz iyiydik, biz azdık ve güzeldik. Çoğaldık, güçlendik, onlara benzedik” ifadesi ise hali pür melalilimiz. 1000. sayıya özel mülakatımızla iğneyi de çuvaldazı da yerli yerinde kullandık. Keyifli okumalar.

Gerçek Hayat Dergisi'nin kuruluşunun üzerinden 19 yıl geçti. Gelenler, gidenler ve iz bırakanlarla birlikte tam tamına BİN sayıyı geride bıraktık. 2015 yılından itibaren yeni bir kadroyla Albayrak medya içerisinde yer alan Gerçek Hayat, basılı medyanın değer kaybettiği bugünlerde de yoluna devam ediyor.

Bu derginin kuruluşundaki ilk ekiptensiniz ve derginin 1000. sayısını gördünüz. Ne söylemek istersiniz?

Bininci sayıda hatırlanmak güzel bir şey. Hatırlayanlara çok teşekkür ediyorum. Daha önce de dergi tecrübelerinde bulunmuş birisi olarak, yine başlangıcında bulunduğum bir derginin bininci sayısına ulaşmış olması sevindirici.

Gerçek Hayat Dergisi'ni çıkartanlar o günkü şartlarda Albayrak medyadan ayrılan arkadaşlardı. Şimdi yeniden Albayrak’tan çıkıyor olması da ironik. Ama bir devam niteliğinde bakacak olursak, bir anlamda Albayrak medyanın bir unsuru gibi kuruldu. Çünkü bu derginin ekonomik yükünü çekenler daha çok, Yeni Şafak Gazetesi'nin Anadolu’da satışını yapan temsilcilerdi. Özellikle Ankara, Konya ve İstanbul temsilcilikleri.

Bu nedenle de Yeni Şafak gazetesinin bir devamı olarak değerlendirebiliriz.
Bu derginin ekonomik yükünü çekenler, Yeni Şafak Gazetesi'nin Anadolu’da satışını yapan temsilcilerdi.
Bu derginin ekonomik yükünü çekenler, Yeni Şafak Gazetesi'nin Anadolu’da satışını yapan temsilcilerdi.

YENİ ARKADAŞLAR İLAVE OLDU

Sizin Gerçek Hayat maceranız nasıl başladı, kuruluş aşamasını anlatabilir misiniz?

Yeni Şafak’ta idari görevde çalışan L. Gültekin, gazeteden ayrılmıştı. Kendisine hem bir maişet kapısı bulmak, hem de zaten anladığı bir işi yapmak anlamında bir dergi çıkartmaya karar verir. Ama kendi parası yeterince olmadığı için, gazetede birlikte çalıştığı temsilci arkadaşlara tek tek müracaat eder, ortak olmalarını ister, birlikte bir şirket kurmayı teklif eder. Ben tam bu süreçte devreye girdim.

Levent Bey bana temsilci arkadaşların derginin kuruluş aşamasında ben de varsam para yatıracaklarını söylediklerini ifade eder. Ben de “hay hay” dedim. Gerçek Hayat macerası böylece başlamış oldu. Sonra yazar kadrosu genişledi. Yeni arkadaşlar ilave oldu. Ankara’dan Hakan Albayrak, Gökhan Özcan’la birlikte Mustafa Şahin de katkı verenler arasındaydı.

İstanbul’dan birçok arkadaş katkı verdiler. Yayınlandığı günden itibaren ben de orada yazı yazmaya başladım.

Bir derginin çıkartılması olağanüstü bir şey değildi. Bizim hayat biçimimizdi.
Bir derginin çıkartılması olağanüstü bir şey değildi. Bizim hayat biçimimizdi.

SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ VARDI

Gerçek Hayat hangi saiklerle yola çıktı?

O devirde hepimiz bir dergi olsun olmasın bir takım idealist fikirlerle hareket ediyorduk. Söyleyecek sözümüz vardı ve mutlaka söylememiz gerekiyordu. Ve bu söylenmesi gereken sözü de bulabildiğimiz her mecrada ifade etmeye çalışıyorduk. Bu anlamda yeni bir derginin çıkartılması olağanüstü bir şey değildi. Bizim hayat biçimimizdi. Başka türlü yapma şansımız yoktu. Bir dergi kapanır, bir dergi açılır, bir gazeteden ayrılır, bir başka gazeteye giderdiniz. Hayatı ve davayı böyle algılıyorduk.

Öte yandan 28 Şubat’ın ayak izlerinin şiddetlice devam ettiği dönemdi. Bunlar da tetikleyen unsurlar değil miydi?

“Başka türlü yapamayız” dediğimiz şey de 28 Şubat’la ilgili zaten. Çünkü 28 Şubat bizi olduğundan fazla bilinçlendirmişti. Belki 28 Şubat öncesi biz ne yapıp edip bir dergi çıkartalım arzusunu bu kadar şiddetli duymuyorduk. Ama 28 Şubat süreci hepimizde bu duyguları daha fazla canlandırdı. Bu nedenle hepimiz mutlaka bir yerlerde bir imkân bulmalı ve sözümüzü söylemeliydik. Bu çağa, bugüne, Türkiye’ye hatta dünyaya söylemeliydik.

Bu son söylediğim şey önemlidir, çünkü Türkiye Cumhuriyetindeki İslamcılığın gelişmesi, yerelden çok evrensel, iç sorunlarla ilgilenmekten çok, dünyadaki sorunlarla ilgilenmekle başlamıştır.
Ahmet Hakan İskele Sancak Programında kadın-erkek eşitliği diye bir program yapmıştı. Ben o programdan yola çıkarak, kadın erkek ilişkileri üzerine bir yazı yazmıştım. Sebebi o yazıymış.
Ahmet Hakan İskele Sancak Programında kadın-erkek eşitliği diye bir program yapmıştı. Ben o programdan yola çıkarak, kadın erkek ilişkileri üzerine bir yazı yazmıştım. Sebebi o yazıymış.

‘GERÇEK HAYAT’IN BENDEKİ YERİ DERİN’

Gerçek Hayat’ın sizdeki anlamını soracak olursak ne söylemek istersiniz?

Benim hayatımda derin bir yeri var Gerçek Hayat’ın. Çünkü beni etkilemeye dergiden ayrıldıktan sonra da devam etti. Ben çok eski yıllardan beri aktif siyaset yapan birisiydim aynı zamanda. Bu nedenle AK Parti’nin kuruluş sürecinde Tayyip Erdoğan’a en yakın konumda olan veya olması gereken kişiydim.

Fakat tam kuruluş aşamasında öyle bir şeyler oldu ki, ben devre dışı kaldım. Ta ki resmi kuruluş tarihinden 4 gün öncesine kadar. Sonradan öğrendim ki, bu uzakta tutulmamın nedeni Gerçek Hayat’ta yazdığım bir yazıymış.

Yazının konusu da, Ahmet Hakan İskele Sancak Programında kadın-erkek eşitliği diye bir program yapmıştı. Ben o programdan yola çıkarak, kadın erkek ilişkileri üzerine bir yazı yazmıştım. Sebebi o yazıymış.

2002 seçimlerine giderken, milletvekili listeleri açıklandığı gün o yazı bir kez daha karşıma çıktı. O yazı nedeniyle istifa etmem isteniyordu. Bütün bunları, AK Parti’nin kurulduğu bir haftayı “182 saatlik hikâye” diye bir kitapta yazdım. Günün birinde yayınlamayı düşünüyorum.

Hüseyin Besli, Gerçek Hayat Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürü Sevda Dursun'un sorularını cevaplandırdı...
Hüseyin Besli, Gerçek Hayat Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürü Sevda Dursun'un sorularını cevaplandırdı...

BİZ AZDIK VE GÜZELDİK

Asi bir dergiydi diyebilir miyiz Gerçek Hayat için?

Bu hoş bir şeydi. Bu genç olmaya ait bir şeydi. Yaşları genç olmayıp öyle bir duruş ortaya koyuyorsa, ruhların hâlâ genç olmasıyla ilgiliydi. Bu takdir edilecek bir şeydir. Kısa da olsa yayın yönetmenliği yaptığım dönemde Yeni Şafak’ın tavrının da böyle olması için çaba sarf ettik biz. Bizim döneme bakılırsa aslında benzer tavrı Yeni Şafak’ta da görmek mümkündür.

Değişim herkes ve her şey için kaçınılmaz. Gerçek Hayat bu değişimden nasıl nasibini aldı? Mesela eskiden her kesimden insanla röportaj yapıp görüş alınırken, şimdi herkes kendi mahallesinde konuşabiliyor. Sol cenah da bu şekilde.

Zaten bütün problem onlardan kaynaklanıyor. Aslında her kesimden insanla konuşup sayfalarımızda görüşlerine yer vermek bizim tavrımızdı.

Karşı mahallenin tavrı o gün de öyleydi. Bizim mahalleden hiç kimseyle görüşmezdi onlar. Derler ya “üzüm üzüme baka baka kararır”, biz de zaman içinde onlara benzedik. İşin hayıflanacak tarafı bu. Biz iyiydik, biz azdık ve güzeldik. Çoğaldık, güçlendik, onlara benzedik.

Hürriyet’in arşivlerine girip bakarsanız, bir tane İslamcı’nın Müslüman’ın haberini göremezsiniz, varsa da olumsuz anlamda, aşağılamak anlamında vardır. Biz öyle değildik ve öyle olmamak mecburiyetindeydik.

Hüseyin Besli, Gerçek Hayat Dergisi'nin dününü ve bugününü anlattı...
Hüseyin Besli, Gerçek Hayat Dergisi'nin dününü ve bugününü anlattı...

MERDİVEN ALTI HEKİMLERDİK

Biz niye onları kendimize benzetemedik de onlara benzedik?

Hem dışarıdan hem içeriden sebep arayacak olursak, imkânsızlık ve samimiyetsizlik diyebiliriz buna. İmkânsızlık, çünkü biz bir geleneğe yaslanamıyorduk. Dindar olarak ve İslamcı olarak sizin ister istemez bir geleneğe yaslanmış olmanız gerekiyor. Bir medeniyeti sürdürmeniz gerekiyor. Geçenlerde Ankara’da iyi okur-yazar olan bir parlamenter arkadaşım, “Abi biz çok şey yaptık da, çok kaliteli ve kalıcı olmadı yaptıklarımız. Bunun sebebini hiç düşündün mü?” demişti. Ben hiç düşünmeden kendisine, “Bundan başkası olamazdı” dedim. Çünkü biz merdiven altı hekimlerdik. Yani almamız gerekenleri gerçek kaynaklarından alma imkânlarına sahip değildik. İslamcıydık ama dini bile gerçek kaynaklarından alamıyorduk.

Harf devrimi, cumhuriyet devrimleri bizi hem ana kaynaklardan koparmıştı hem de gelenekten. Bu nedenle kör topaldı bizim bilgilerimiz. Böyle olunca da ancak o kadar olabildik.

İmkânsızlık konusunu anladık, peki ya samimiyetsizlik?

Bizim o günlerdeki samimiyetimiz, bir anlamda sınanmışlığımızın büyüklüğü oranındaydı. Küçük şeylerle sınanıyorduk, onlara tenezzül etmiyorduk. Sonra büyük bedelli şeylerle sınanmaya kalktığımızda o kadar da dirençli ve temiz olmadığımız ortaya çıktı belki de.

Besli, "Tayyip Erdoğan Türkiye ölçeğinde merkeze yerleşince, dünya ölçeğinde kendisine bir merkez işaretledi tabiri caizse, ona karşı muhalefet dilini sürdürüyor" diye konuştu...
Besli, "Tayyip Erdoğan Türkiye ölçeğinde merkeze yerleşince, dünya ölçeğinde kendisine bir merkez işaretledi tabiri caizse, ona karşı muhalefet dilini sürdürüyor" diye konuştu...

DEDELERİMİZ MÜHENDİS DEĞİLDİ

Aslında sadece medya değil, her şey değişti Türkiye’de hatta dünyada. Bu değişime siyasi olarak baktığımızda dindarların ötekileştirildiği bir ülkeden, dindarların yönettiği bir ülke hâline geldik. Konuştuğumuz konulara baktığımızdaysa, başörtüsü, irtica gibi konulardan, dünya çapında konuştuğumuz konulara geçtik. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Medyadaki tartışmalar bağlamında baktığınızda, üniversite seviyesinden ilkokul seviyesine düştük bugün. Öte yandan muhteva olarak şimdi çok farklı şeyler konuşuyoruz. Bir vesileyle bana sormuşlardı, “Tayyip Erdoğan başlangıçta merkeze karşı çevrenin dilini kullanarak başarı kazandı. Ama bugün merkeze yerleştiği hâlde hâlâ muhalefet dili kullanmasının sebebi nedir?” diye. Ben de “Bu bir kadim teoridir, merkezle çevre karşı karşıya geldiğinde uzun süreçte her zaman çevre galip gelir. Tayyip Erdoğan Türkiye ölçeğinde merkeze yerleşince, dünya ölçeğinde kendisine bir merkez işaretledi tabiri caizse, ona karşı muhalefet dilini sürdürüyor. Ama muhalefet dilini hep muhafaza etmiş oluyor” demiştim. Şimdi böyle bakınca evet, Türkiye’nin o zamanki siyasi tartışmalardaki ufku, sınırlarımızı zor aşardı.

Şimdi dünya ölçeğinde tartışıyoruz. Kendi iç problemlerimizi bile dünya ölçeğinde tartışıyoruz. Bu anlamda muhteşem bir gelişmeden söz edebiliriz.

Hayata bir bütün olarak baktığınızda eğer bir değişimden ve dönüşümden ve bu değişim ve dönüşümün olumlu mu olumsuz mu olduğuna dair kanaat belirtmekten söz ederken, değişimi oluşturan unsurlara belki tek tek bakmak lazım. Benim de içinde bulunduğum 17-18 yıla yaklaşan AK Parti iktidarı, ölçülebilir ve sayılabilir alanlarda müthiş başarılar elde ederken, sayıya ve ölçüye gelmeyen moral alanlarda buna paralel gelişimlere imkân tanıdığını söylemek mümkün değil.

Nasıl yani, örnek verebilir misiniz?

Kültürel alanlarda bir şey yapamadı mesela. Sanatta bir milim öteye götüremedi. Alt yapı eksikliğimiz çoktu ama diğer alanlardaki gelişmelere baktığımızda dedelerimiz mühendis değildi fakat yolları, köprüleri çok güzel yaptık. Bu bir hazmedebilme meselesi, ufuk meselesi. Kendin içselleştiremediğin bir meseleyi yapamazsın da yaptıramazsın da.

BİLGİ, HAYATIMIZA DEĞMİYOR

“Nerde o eski hayatlar” denilir hep, bu her şey için geçerli midir?

Bu kadim bir söylemdir. Dün Gerçek Hayat’ta, Mavera’da, Edebiyat veya Büyük Doğu dergisinde çıkan bir yazı eğer birimizin hoşuna gittiyse o günkü şartlarda fotokopi yapar dağıtırdık. Bu başka bir şey. Çünkü o zaman çok daha açtık bugüne göre.

Açlığımızı ve susuzluğumuzu giderecek herhangi bir şeye rastladığımızda ona saldırıyorduk. Öyle olunca da çok kıymete biniyordu.

Şimdi kafamızı şurdan şuraya çevirerek veya elimizin bir iki hareketiyle her şeyi görebiliyor, ulaşabiliyoruz. Ama arada önemli bir fark var, o zaman gayret göstererek ve irade ortaya koyarak elde ettiğimiz şeyler bizim için hakikaten kıymetliydi ve bizim hayatımıza değiyordu. Fakat şimdi her şey dokunup geçiyor, hiçbir etki yapmıyor. Yeni medya felaket bir şey! Bu nereye varacak, doğrusu kestiremiyorum.

Bilgi, dünyayı anlamada, eşyayı anlamada, kendimizi anlamada insanla insan arasındaki, insanla tabiat arasındaki ilişkiyi anlamada bize yardımcı olması gereken bir şeyken, şimdi öyle bir etkisi yok.

AK Parti öncesi bizim entelektüel olarak tanıdığımız isimlerin büyük çoğunluğu, siyasette bir mevzi kazanma derdine düştü.
AK Parti öncesi bizim entelektüel olarak tanıdığımız isimlerin büyük çoğunluğu, siyasette bir mevzi kazanma derdine düştü.

SİYASET, ENTELEKTÜEL ÜRETİMİ EZDİ

Geçmişten bugüne baktığımızda birçok alanda olduğu gibi Gerçek Hayat’ın yazarları da başka başka yerlere savrulmuş. Belki de yarısı birbiriyle konuşmuyor. Bunu nasıl açıklarsınız?

Herkes kabul eder ki, AK Parti 70’li ve 80’li yıllardaki İslamcı entelektüellerin tartışmaları, konuşmaları ve üretimleri üzerine kendisini inşa etmiştir. Bu cümlenin devamı olarak beklenir ki, zamanla siyaset öne geçti, entelektüel üretim geri kaldı filan densin, ama aslında siyaset entelektüel üretimi ezdi bir anlamda. Öyle oldu ki AK Parti öncesi bizim entelektüel olarak tanıdığımız isimlerin büyük çoğunluğu, siyasette bir mevzi kazanma derdine düştü. Belki ben de dâhil. Öyle olunca da bağımsız üretiminiz kalmıyor. Bu bize özel bir şey. Ama baktığınızda Türkiye’de solcular da kalitelerinden çok şey kaybetti bu süre içinde. Acaba muhalif söylemlerimizle onları da biz mi besliyorduk?

Öte yandan bakıyorum dünyada da bu anlamda bir sığlaşma var. Bugün geldiğimiz noktada özellikle Avrupa’daki bu popülist sağın yükselmesi meselesini nasıl izah edeceğiz?

Son olarak Gerçek Hayat okurlarına ne söylemek istersiniz?

Kuruluşunda yer aldığım, bir müddet de yazdığım, hem de bana göre iyi yazılar yazdığım bir derginin seneler sonra yeniden gündemime girmesinden çok mutluyum. Bilmiyorum mevcut okuyucuların içinde 19 yıldır devam edenler var mıdır? Varsa onlara hassaten selam. 1000. sayı da çok muhteşem bir şey. Bu anlamda Albayrak medya grubuna çok teşekkür etmek lazım. Albayrak almadan önce bu geleneği sürdüren, emek verenlere de bugüne kadar getirdikleri için çok teşekkür etmek lazım.