Avukatlığını yapmaktan, şeytanı taşlayamayanlar!

İstanbul’un, hatta İzmir’in Yunan olduğunu söyleyen, bunun üzerine şiirler, kasideler yazan Yunan muharrirlerini, şairlerini Yunan hükümeti teşvik ederken, Ayasofya’da tekbir sesi, ezan sesi işitmek isteyen bir insanı bizimkiler vatana ihanet suçuyla ağır ceza mahkemelerine sevk ediyorlar. Bu mukayese beni çıldırtıyor! Sanki karşımda iddia makamında Müslüman bir Türk’ü değil, Athenagoras’ın mümessilini görüyorum. Ürperiyorum!... (Osman Yüksel Serdengeçti, 1953, mahkeme savunmasından)
İstanbul’un, hatta İzmir’in Yunan olduğunu söyleyen, bunun üzerine şiirler, kasideler yazan Yunan muharrirlerini, şairlerini Yunan hükümeti teşvik ederken, Ayasofya’da tekbir sesi, ezan sesi işitmek isteyen bir insanı bizimkiler vatana ihanet suçuyla ağır ceza mahkemelerine sevk ediyorlar. Bu mukayese beni çıldırtıyor! Sanki karşımda iddia makamında Müslüman bir Türk’ü değil, Athenagoras’ın mümessilini görüyorum. Ürperiyorum!... (Osman Yüksel Serdengeçti, 1953, mahkeme savunmasından)

“Ayasofya'nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki tefsire muhtaç mıdır? Atatürk'ün geniş ve yüksek fikrini… toleransını… hakikat arayıcılığını… Ve memleketin içtimai ve ilmi bünyesinde vücuda getirdiği hayırlı değişimin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.” (İsmet İnönü, 8 Şubat 1937, Ulus)

  • Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını ‘tartışılması gereken’ bir konu olarak görenler, kendi aralarında üçe ayrıldılar.
  • ● Hakkın yanında yer alanlar,
  • ● Batılın tarafında olanlar ve
  • ● Şeytanın avukatları.
Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanlar, günün sonunda onun suç ortağına dönüşüyor.
Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanlar, günün sonunda onun suç ortağına dönüşüyor.

Üçüncü grup, zahirde Ayasofya’nın ibadete açılmasına taraf gibi görünse de, cümlenin ortasındaki bir ‘ama’dan sonra sıraladıkları tezleri caminin hiç de hayrına görünmüyor. Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanlar, günün sonunda onun suç ortağına dönüşüyor.

Berlin'in en eski kilisesi olan Petri Kilisesi İkinci Dünya Savaşı'nda ağır hasar gördükten sonra Demokratik Almanya döneminde tamamen yıkıldı.

Geçtiğimiz yıl, artık dikili bir taşı bulunmayan bu kiliseyle ilgili bir proje Alman hükümeti tarafından kabul edildi.

Proje, kilise binasını yeniden yapmayı, içine sinagog ve mescid de ekleyerek üç dinin ibadet merkezi haline getirmeyi öneriyordu.

Alman hükümeti projeye onay verdi. Proje için gereken yaklaşık 50 milyon avronun 10 milyonunu da bağış olarak sundu. 2019 sonuna doğru 9.5 milyon avro daha verdi. Bu arada Berlin eyaleti de 10 milyon dolar bağışladı.

Bağışların gittiği ‘Forum Dialog’ kuruluşu ise doğrudan FETÖ’nün kurduğu bir yapılanmaydı ve 1 yılda 30 milyon avro bağış topladığı tapınağın temelini bu yılın Nisan ayında atmayı planlıyordu.

Ayasofya'dan ‘Hibrid Tapınak’ Çıkarma Projeleri

Korona nedeniyle proje şimdilik askıda. Ama Vatikan ve FETÖ’nün ‘dinler arası diyalog’ projesi bugün üstü kapalı olarak yeniden gündemde. Ayasofya konusunda sunulan bazı ‘çözümler’, caminin ‘hibrid bir tapınak’ olarak hayatına devam etmesini önerecek kadar ilginç yerlere gidebiliyor. Ve her öneri, geçmişte bir şekilde FETÖ’nün ‘dinler arası diyalog’ projesini savunmak için sunduğu argümanlara varıyor.

‘Kılıçtan Kurtulmuş FETÖ’cülerin Güdümündeler’

Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, 16 Haziran tarihli yazısında, Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanları “suret-i haktan görünerek, bir fitneye yol açmak isteyenler” olarak niteliyor:

  • “Fetih Hadisi’ni zikrederek din dilinin içinden konuşuyorlarmış yapıp, “elbette Ayasofya tekrar cami olmalıdır” dedikten sonra “ama”ları sıralayan, amaç ve yöntem itibariyle birincisine çok yakın olan bu grubun asıl özelliği, bidayette onlardan değilmiş görüntüsü vererek kılıçtan kurtulmuş FETÖ elemanlarının güdümünde bulunmasıdır. Ki, bunların çoğunluğu da medya elemanıdır.”

Konu Buralara Nasıl Geldi?

Ayasofya konusunda sunulan bazı ‘çözümler’, caminin ‘hibrid bir tapınak’ olarak hayatına devam etmesini önerecek kadar ilginç yerlere gidebiliyor.
Ayasofya konusunda sunulan bazı ‘çözümler’, caminin ‘hibrid bir tapınak’ olarak hayatına devam etmesini önerecek kadar ilginç yerlere gidebiliyor.

Habertürk yazarı Nagehan Alçı, 14 Haziran tarihli ‘Ayasofya meselesi’ başlıklı yazısında caminin ibadete yeniden açılması için destek verdi. Yazısına “Ben yaşam tarzı olarak seküler ve siyasi düşünce olarak liberal-demokrat bir insanım. Dindarların gasp edilmiş haklarının iadesi konusunda çok mücadele ettiğimi herkes bilir” diyerek başlayan ve okuyucuyu tarafsızlığı konusunda ikna eden Alçı, desteğini şu cümleyle açıkladı: “Ayasofya meselesi dindar Müslümanlar için bir büyük özlem ve bir büyük tutku haline gelmiş. Biz seküler insanların da dindarların bu duygularını anlamamız gerektiğine inanıyorum.”

Caminin ibadete açılması için verilen bu güçlü desteğin hemen ardından, konuyu hiçbir bağlamı yokken Aleviliğe getiren Alçı’nın, Ayasofya karşılığında istediği bir bedel var: “Aleviler ve gayrimüslimlerin temel hakları konusunda da çok eksikler ve problemler var. Bu noktada da Sünni dindarların hassas olmaları gerekir. Gayrimüslim yurttaşlarımızın da önemli boyutta haklar ve özgürlükler sorunları var. Mevcut hükümet bunları da behemehâl çözmeli...

  • Öte yandan dindarlar da cemevlerine yönelik söylemlerine dikkat etmeliler. Keyif evidir gibi rencide edici ifadeler asla kullanılmamalı. Mütedeyyin kesim Alevi yurttaşların duygularını anlamalı ve artık cemevleri resmî statü kazanmalı. Ayasofya yeniden ibadete açılmalı. Madımak da kesinlikle bir insanlık müzesi haline getirilmeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet de artık Madımak konusunda bu adımı atmalı.

Ayasofya’yı ‘Dükkan’ Gibi Görmek

Muhalif camianın kanaat önderlerinden gazeteci İsmail Saymaz, solcu kimliğine halel getirecek liberal bir leke pahasına konuyu çok farklı bir bakış açısından gördü. Twitter hesabından 9 Haziran’da bir mesaj paylaşan Saymaz, bakkal hesabıyla Ayasofya’nın ne kadar kârlı bir işletme olduğunu anlatmak için matematik bilgisini konuşturdu: “Ayasofya, 2019’da en çok ziyaret edilen müzemiz oldu. Toplam 3.727.361 kişi tarafından ziyaret edildi. Giriş ücreti 100 TL olduğu düşünülürse ciddi gelir sağlıyor. Ayasofya, 2018’de 2.9 milyon ziyaretçi ile ikinci olmuştu. Ayasofya’nın müze vasfı değişince gelir ortadan kalkacak.”

‘Ayasofya’yı Açarsak Aksa’yı Savunamayız’

Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanların bir kısmının delil dosyasında ise kökü batıcılık akımlarına dayanan eziklik psikolojisi yatıyor.
Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanların bir kısmının delil dosyasında ise kökü batıcılık akımlarına dayanan eziklik psikolojisi yatıyor.

Ayasofya konusunda şeytanın avukatlığını yapanların bir kısmının delil dosyasında ise kökü batıcılık akımlarına dayanan eziklik psikolojisi yatıyor. Her konudaki ılımlı tutumuyla tanınan Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, konuya bu açıdan yaklaşanların duygularına tercüman olduğu yazısında itidalin adeta kitabını yeniden yazıyor:

“Ayasofya’nın anlamının farkındayım, camiye dönüşmesi beklentisinin altında yatan nedeni gayet iyi anlıyorum. Çok özel günlerde, uygun koşullar sağlanarak bu mekânın Müslümanların ibadeti için kullanılabilmesinin ‘hak’ olduğunu düşünüyorum. Ancak kalıcı bir statü değişiminin tarih ve kültür kaybına sebep olması ihtimali var.”

Karaca’nın şeytanı savunmaya geçtiği bölüm ise, yazısının sonunda yer alıyor:

  • “Ayasofya camiye çevrildiğinde, İsrail’in insafına kalmış olan Mescid-i Aksâ’yı hangi değerlere göre, hangi argümanlarla savunacaksınız? Ya Batı başkentlerindeki diğer camileri? Dini semboller üzerinde egemenlik yetkisini kullanarak dini millileştirdiğinizde kendi ulus devlet sınırlarınız dışında kalan diğer başka dini semboller üzerindeki tasarruf ve söz söyleme hakkınızdan zımnen vazgeçmiş olmuyor musunuz?”

Şeytanın Avukatlığını ‘Hobi Olarak’ Yapanlar

‘Suret-i haktan’ görünmeye ihtiyacı olmayan ve bu konuda herhangi bir kaygı taşımayan kanaat önderleri de, Ayasofya konusunda orta yolcu bir çizgi takip etti.

Konu hakkında Cumhuriyet, Evrensel, Birgün vs türü matbuatta da çeşitli yazılar çıktı. Tamamı caminin ibadete açılmasına karşı çıkan yazılardan birinde Cumhuriyet’ten Özgen Acar, Aya İrini müzesini örnek verdi. Acar, Topkapı Sarayı surları içinde kaldığı için camiye dönüştürülmeyen ve Osmanlının ilk müzesi olan binayı emsal göstererek “Demek ki Osmanlılar “kiliseyi”, “müze” yapıyorlarmış!” dedi. Azar’ın yazısından çıkan sonuç ise, Türkiye’de bir kesimin, yaşanan tartışmayı “Ayasofya kilisesi cami mi olsun yoksa müze mi?” şeklinde algıladığını gösterdi.

Patrik, Tüm Avukatların Sözcüsü Oldu

Markar Esayan: “Varsın Ayasofya’da Hıristiyanlara yer verilmesin, hiç önemli değil. Ama mutlaka ibadete açılsın. Müslüman dostlarımızın edeceği dualar bize yeter.”
Markar Esayan: “Varsın Ayasofya’da Hıristiyanlara yer verilmesin, hiç önemli değil. Ama mutlaka ibadete açılsın. Müslüman dostlarımızın edeceği dualar bize yeter.”

Şeytanın avukatlığını yapmak için şekilden şekle giren kanaat önderlerinin elini rahatlatacak açıklama ise Türkiye Ermenileri Patriği Sahak Maşalyan’dan geldi. Maşalyan, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda şöyle diyordu:

Ayasofya ibadete açılsın. Mabet yeterince büyük. Hristiyanlara da bir alan tahsis edilsin. Dünya dinsel barışımızı, olgunluğumuzu alkışlasın. Ayasofya çağın ve insanlığın barış sembolüne dönüşsün. Çok mu ütopik? Zaten hepimiz aynı gök kubbenin altında yapmıyor muyuz ibadetlerimizi? Ayasofya'nın kubbesini de paylaşabiliriz. İtikatlarımız ayrı olsa da aynı tek Allah'a inanmıyor muyuz? …Yeni bir haç ve hilal ihtilafı lüksümüz yok. Dünyanın kurtuluşu haç ve hilal ittifakıdır.

Samimiyet duygusunu gölgeleyecek kadar yoğun bir ‘diyalog diliyle’ yazılan bu satırlar, akıllara yine FETÖ’nün ‘dinler arası diyalog’ projesini getirdi. Suyu bulanık görüp Ayasofya’dan parça koparmaya çalışan bu zihniyete cevabı ise, yine Maşalya’nın dindaşı ve AK Parti milletvekili Markar Esayan’den geldi: “Varsın Ayasofya’da Hıristiyanlara yer verilmesin, hiç önemli değil. Ama mutlaka ibadete açılsın. Müslüman dostlarımızın edeceği dualar bize yeter.”