Avrupa'nın liderlik krizi: Bir kıtanın yön arayışı

Avrupa'nın liderlik krizi.
Avrupa'nın liderlik krizi.

Avrupa, siyasi liderlik boşluğunun gölgesinde yönünü arıyor. Almanya ve Fransa gibi kıtanın önde gelen ülkeleri iç politikada istikrarı sağlayamazken, uluslararası krizlere de yeterince güçlü cevap veremiyor. Kıta genelinde aşırı sağın yükselişi, ekonomik belirsizlikler ve toplumsal gerilimler yeni sorular doğuruyor. Avrupa sadece vizyona değil, bu vizyonu hayata geçirecek cesur liderlere ihtiyaç duyuyor.

Son yıllarda Avrupa, krizlerin gölgesinde kalırken liderlik eksikliği daha belirgin hâle geldi. Enerji krizi, Ukrayna-Rusya savaşı, ekonomik belirsizlikler, yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın yükselmesi ile aşırı sağ ve sol partilerin yükselen popülizm dalgası gibi sorunlar, kıtanın hemen hemen her ülkesini etkisi altına alıyor. Avrupa ülkelerinde gerçekleşen hemen her seçimden sonra “aşırı sağın yükselerek seçimden çıktığı” haberleri artık alışılagelmiş bir tablo olarak karşımıza çıkıyor.

Özellikle kıtanın lokomotif ülkeleri olarak sayılabilecek Almanya ve Fransa hem iç politikalarında, hem Avrupa içinde hem de kürevî krizlerde yeterince etkin bir liderlik gösteremiyor. AB ülkelerinin hem iç politikada hem de birlik içinde uyumlu ve etkin bir liderlik eksikliği yaşaması, kıtanın geleceği için ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Merkel'in gölgesinde kalan liderlik

Almanya 2. Dünya Savaşı sonrasında ekonomisini hızlı şekilde toparlayarak Avrupa’nın hem siyasi hem de ekonomik olarak lokomotif ülkesi olarak kabul edildi. Özellikle Angela Merkel 16 yıl süren başbakanlığı döneminde Avrupa’daki krizlere müdahale eden, uzlaşı sağlayan ve kararlılık gösteren bir lider olarak ön plana çıktı. Ancak Merkel’in 2021’de görevden ayrılmasıyla birlikte Almanya’da bir liderlik boşluğu doğdu. Merkel, Euro Bölgesi borç krizinden mülteci krizine kadar birçok zorlu süreçte Avrupa’nın istikrarını sağlayan ve zor dönemlerde inisiyatif kullanan bir lider olarak pragmatik yaklaşımıyla Almanya’yı Avrupa’nın merkezine yerleştirdi.

Angela Merkel
Angela Merkel

Merkel’den önce de Almanya, önemli siyasi liderlerle zorlu dönemleri aşmayı başarmış bir ülkeydi. Mesela Helmut Kohl, Almanya’nın yeniden birleşmesi ve Avrupa Birliği’nin Maastricht Anlaşması ile genişlemesinde kritik bir rol oynadı.

Willy Brandt’ın Ostpolitik yaklaşımı, Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir dönemin kapılarını araladı.

Angela Merkel 2014 sonrası dönemde mülteci krizi başta olmak üzere önemli siyasi riskler alarak ülkesi adına sorumluluk yüklendi. Ancak mevcut başbakan Olaf Scholz döneminde bu güçlü liderlik anlayışı, yerini çekimser ve pasif bir tutuma bıraktı.

Scholz’un başbakanlık döneminde Almanya, özellikle Ukrayna-Rusya savaşı sırasında yeterli liderlik sergileyemedi. Scholz, “Dönüşüm Zamanı” söylemiyle Avrupa’da yeni bir dönem başlatma iddiasında bulunmasına rağmen, bu söylem fiiliyat ile desteklenmedi. Scholz, "Dönüşüm Zamanı" kavramıyla Avrupa tarihindeki önemli bir dönüm noktasını vurgularken “24 Şubat 2022 günü kıtamızın tarihinde bir dönüm noktasıdır” demiş ve dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını belirtmişti.

Konuşmasında beş temel eylem alanı çizmişti:

- Ukrayna’ya destek verilmesi,

- Putin’in savaş yolundan vazgeçirilmesi,

- Savaşın diğer Avrupa ülkelerine sıçramasının önlenmesi,

- Almanya’nın savunma kapasitesinin güçlendirilmesi,

- Alman dış politikasında köklü bir yeniden yapılanma.

Aslında Scholz, bu konuşmasıyla Almanya’nın üstlenmesi gereken siyasi liderliği ortaya koydu, ancak bunun gerçekleşmesi için gereken adımları atamadı ve nihayetinde sallantıda olan koalisyon hükümetiyle siyaseten zor bir döneme girdi. Birbirine pek benzemeyen partilerin yer aldığı bir hükümetin önemli konularda ortak karar alması her açıdan zordu. Son olarak “borç freni” tartışmalarıyla birlikte hükümet dağıldı.

Scholz liderliğindeki koalisyon hükümeti, enerji politikaları ve “borç freni” gibi ekonomik konularda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle zayıf bir yönetim sergiledi. Yeşiller Partisi, Sosyal Demokratlar (SPD) ve Hür Demokratlar (FDP) arasında borç frenine ilişkin görüş ayrılıkları, koalisyonun çöküşüne neden oldu. FDP, devlet harcamalarını sıkı bir şekilde sınırlamayı savunurken, SPD ve Yeşiller, altyapı projeleri ve yeşil dönüşüm için daha esnek bir yaklaşım benimsemeye çalıştı. Bu ayrılıklar, Almanya’nın sadece iç politikadaki istikrarını sarsmadı, aynı zamanda uluslararası itibarını da erozyona uğrattı.

Bununla eş zamanlı olarak Almanya, ekonomik büyümede gerileme yaşayan ülkeler arasına girdi. OECD verilerine göre, Almanya’nın 2025 yılı ekonomik büyüme tahmini %1.1’den %0.7’lere düştü. Bu oran, Almanya’yı gelişmiş ülkeler arasında en düşük büyüme hızına sahip ülke konumuna soktu. Koalisyon krizi ve enerji politikalarındaki belirsizlikler Almanya'yı bu duruma getirdi.

Enerji dönüşümünde yaşanan zorluklar ve artan enerji maliyetleri, Alman ekonomisinin rekabet gücünü zayıflattı. Özellikle kimya ve metal sanayilerinde üretim düşerken, enerji tüketimi 2023’te %7.8 oranında azaldı. Almanya’nın demografik yapısı da uzun vadede ekonomiyi tehdit ediyor. Yaşlanan nüfus ve nitelikli iş gücü eksikliği, ekonomik büyümeyi baltalarken, mevcut hükümet bu soruna kalıcı çözümler üretemedi.

Siyasi liderlik eksikliğinin ve güven ortamı oluşturamayan koalisyonun etkilediği Almanya ekonomisi, aslında yıllardır yapısal sorunlarla mücadele ediyor. Bürokratik engeller, nitelikli iş gücü eksikliği ve yabancı işçilere olan yüksek bağımlılık, ülkenin ekonomik dinamizmini olumsuz etkiliyor. Özellikle nitelikli iş gücü yetersizliği, sanayiden hizmet sektörüne kadar birçok alanda verim kaybına yol açıyor.

Bunlara ek olarak global rekabet, Almanya'nın ihracat odaklı ekonomisini baskı altına alıyor. Otomobil sektörü, Tesla ve BYD gibi yenilikçi markaların pazar payı kazanmasıyla bu rekabetten özellikle etkileniyor. Çin ve diğer Asya ülkeleri, düşük maliyetli ve teknoloji odaklı üretimleriyle Almanya’nın bu alandaki liderliğini tehdit ediyor.

İlaveten birçok büyük Alman şirketi işten çıkarma planlarını açıkladı.

- Otomotiv devi Volkswagen, üç fabrikasını kapatmayı ve hemen on bin kişiyi, 2030'a kadar ise 35.000 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

- Thyssenkrupp 2030’a kadar 11 bin personeli azaltmayı hedefliyor.

- Almanya’nın devlet demiryolu Deutsche Bahn, 2024’ün ilk yarısında 1.2 milyar Euro zarar bildirerek 2029’a kadar 30 bin kişiyi işten çıkaracağını duyurdu.

- Bosch ise 5 bin 500 kişilik bir iş gücü azaltımı planlıyor. İşten çıkarmalar toplamda 120 binden fazla çalışanı etkileyebilir. Bu durum, Almanya’nın rekabet gücünü zayıflatmanın yanı sıra ekonomik belirsizliği artırıyor ve yabancı yatırımcıları endişelendiriyor.

Macron ve Scholz.
Macron ve Scholz.
  • Fransa: Büyük sözler küçük adımlar
  • Fransa, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Charles de Gaulle gibi karizmatik liderlerle Avrupa sahnesinde güçlü bir rol oynadı. De Gaulle, Fransa’nın her alanda bağımsızlığını savunan ve NATO’dan ayrılma gibi radikal kararlar alabilen bir liderdi.
  • François Mitterrand ise Almanya ile yakın ilişkiler kurarak AB’nin güçlenmesine katkıda bulundu. Ancak özellikle Nicolas Sarkozy ve Emmanuel Macron, bu liderlerin mirasını devam ettirme konusunda yetersiz kaldı.
  • Macron ise göreve geldiği 2017’den bu yana Avrupa’nın lideri olma iddiasını sıkça dile getirdi. “Stratejik Özerklik” vizyonuyla Avrupa’nın ABD ve NATO’ya bağımlılığını azaltmayı savunsa da, bu vizyonu net adımlarla destekleyemedi. Macron’un enerji krizine yaklaşımı, Avrupa’nın ortak bir enerji stratejisi geliştirmesinden ziyade Fransa’nın ulusal çıkarlarını önceleyen bir çizgide kaldı. Bu durum, Almanya ile ilişkilerde gerilime neden oldu.
  • Macron’un Ukrayna-Rusya savaşında izlediği politika da eleştirilerin hedefi oldu. “Rusya’yı küçük düşürmeme” söylemi, Doğu Avrupa ülkelerinde ve Ukrayna’da hayal kırıklığına yol açtı. Macron’un uluslararası alandaki çıkmazları, iç politikada yaşadığı zorluklarla birleşti. Özellikle emeklilik reformu gibi konular nedeniyle geniş çaplı protestolarla karşılaşması, halk desteğini zayıflattı ve liderlik iddiasını daha da zorlaştırdı.
  • Avrupa’daki bu liderlik boşluğu, dünya genelindeki güçlü liderlerle karşılaştırıldığında daha belirgin hâle geliyor. Krizlerin ve savaşların artık sıradanlaştığı bir uluslararası sistemde güçlü liderlik olmadan ülkelerin politika geliştirmeleri mümkün olamıyor. Suriye, Ukrayna, Filistin, Libya gibi çok taraflı konularda Putin, Erdoğan, Trump gibi inisiyatif alan liderler net adımlar atabilirken, birçok ülke ise söylemden öteye geçemiyor.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım