Avrupa ölüyor
“Notre Europe est mortelle”, Türkçesi “Avrupa’mız ölümlü” olan açıklama, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a ait. Fransız medyasında çok tartışılan bu sözleri çoğu kişi Avrupa’nın ölüm ilanı olarak değerlendirdi. Peki, neden ölüyor? Yaşlılıktan mı yoksa cinayet mi? Belki de intihar ediyordur. Avrupa’nın çok yaşlandığı ve nüfusunu yenileyemediği için çöküşe geçtiği yorumları çok sık yapılıyor. Haklılık payı var ancak az. Avrupa’da nüfus artış hızı sanıldığı kadar düşük değil. Karşılaştırmak gerekirse Türkiye’ye göre epey yüksek. Türkiye’de 2023’te nüfus artış hızı binde 1,1 iken 2022’de son verileri alınan Avrupa’da bu oran binde 6,1. Avusturya, Almanya, Hollanda, İspanya ve Belçika gibi Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde ise nüfus artış hızı hem Türkiye hem de AB ortalamasının üstünde. Öte yandan nüfusun yenilenmesi için önemli bir kıstas olan doğurganlık hızında da Fransa, Avrupa’da birinci sırada ve Türkiye’nin çok üstünde.
Yıllık nüfus artış hızı (2022)
Ülke | Binde |
Malta | 41,0 |
İzlanda | 30,1 |
Çekya | 29,1 |
İrlanda | 26,2 |
Estonya | 25,3 |
Lüksemburg | 23,6 |
Litvanya | 18,1 |
Güney Kıbrıs | 17,5 |
Avusturya | 13,9 |
Almanya | 13,4 |
Hollanda | 12,5 |
İspanya | 11,8 |
Norveç | 11,7 |
Belçika | 11,7 |
Portekiz | 11,1 |
Danimarka | 10,0 |
İsviçre | 8,4 |
Türkiye* | 7,1 |
(Türkiye için bu oran 2023’te binde 1,1’e düştü)
Tabloda Avrupa’nın pek çok ülkesindeki yıllık nüfus artış hızının Türkiye’nin çok üstünde olduğu görülüyor.
Avrupa’da uzun yıllardır bütün ayak işleri göçmenlerin sırtında. Kıtanın enerjisini Rusya, üretimini Çin, güvenliğini de ABD sağlıyor. Bu tabloya göre aslında Avrupa’nın daha fazla işgücüne ya da daha fazla nüfusa ihtiyacı yok. Tek dertleri mevcut durumu korumak.
Öte yandan Avrupa, zenginliği paylaşacak, iktidar problemi yaşatacak, daha çok “sonradan Avrupalı” istemediğini her hâlinden belli ediyor.
Estonya Başbakanı Kaja Kallas’ın 2021’de sarf ettiği sözler buna çarpıcı bir örnek. Batı’nın müdahaleleriyle milyonlarca insan, savaş ve kötü hayat şartları nedeniyle yerinden edilirken, “taşın altına elini koymaya” karar veren Kallas, 'Ülke olarak Afganistan'daki insânî krizin çözümüne katkıda bulunmak istiyoruz. Mevcut durumda Estonya, 10 kişiye kadar mülteci statüsü sunmaya hazır” diyerek bir skandala imza atmıştı.
Gerçi Kallas, yoğun eleştiriler üzerine sayıyı 3 katına çıkarıp 30 yapsa da bu dünyayla dalga geçtiği gerçeğini perçinlemekten başka işe yaramadı. Anlaşılacağı üzere Avrupa’nın daha fazla insana kapısı tamamen kapalı.
- 120 milyon mülteci
- Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNHCR), dünya genelinde mülteci sayısının bu yılın Nisan ayı sonunda 120 milyona ulaştığını açıkladı. Rapora göre 2023'te mültecilerin yüzde 73'ü sadece beş ülkeden geldi: Afganistan, Suriye, Venezuela, Ukrayna ve Sudan.
- Mültecilerin yüzde 69'u komşu ülkelerde barınıyor. Düşük ve orta gelirli ülkeler, dünyadaki mültecilerin yüzde 75'ine ev sahipliği yapıyor.
- Türkiye’de durum
- İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Aralık 2023'te Türkiye'deki düzenli göçmen sayısının 4,6 milyon olduğunu ve aynı yılın ilk 11 ayında 234 bin düzensiz göçmenin yakalandığını açıklamıştı.
Avrupa zenginliği paylaşmak istemiyor
Hani her yerde duyarsınız ve bu aralar da çoğunlukla ortalama vatandaşla alay etmek için kullanılan bir söz vardır: “Tabi, tabi… Zaten dünyayı da 5 aile yönetiyor.” Biz bu sözün sosyolojik, psikolojik tahliliyle uğraşmayacağız, sadece verileri aktaracağız ki gücün belli bir odakta toplandığı gerçeği belki fakir zihinlere nüfuz eder.
Merkezi Fransa'da bulunan "Capgemini" adlı danışmanlık şirketi tarafından düzenlenen araştırma, dünyada hiçbir zaman bu kadar çok zengin insan olmadığını ve bu kişilerin yükselen borsalara yaptıkları yatırımların onları şimdiye kadar kaydedilenlerden daha da zengin hâle getirdiğini ortaya koydu.
Capgemini'ye göre en az 1 milyon dolar likit varlığa sahip kişilerin sayısı geçen yıl yüzde 5,1 artarak 22,8 milyona yükseldi.
Yani dünyada tarih boyunca olmadığı kadar çok zengin var ve bunların çoğu Avrupalı. Zaten Avrupalı daha çok nüfusla zenginliğini bölüşmek istemediği için tarih boyunca savaştı, savaşıyor. Öyleyse nüfuzu elinde tuttuğu sürece Avrupa’nın ölüm nedenleri arasında birinci sırada nüfusu sayamayız.
Kültürel ölüm
İkinci sırada ahlâksızlık ve kültürel yozlaşmayı Avrupa’nın muhtemel ölüm nedenleri arasında sayan savlar var. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e göre "Avrupa, kendi kültürel mirasını ve kimliğini kaybediyor ve çöküşe doğru ilerliyor. Putin, pek çok kez benzerini yaptığı açıklamaların birinde ahlâksızlığın, eşcinselliğin Batı’nın dayatması olduğunu öne sürerek şöyle tepki vermişti:
“Rusya’da anne ve babanın yerine bir numaralı ebeveyn, iki numaralı ebeveyn ve üç numaralı ebeveyn mi olsun istiyoruz gerçekten? Delirmiş olmalısınız. Okullarımızda birinci sınıftan başlayarak çocuklarımıza, yok oluşa götürecek sapkınlıkların kabul ettirilmesini, onlara kadın ve erkekten başka bir cinsiyet daha olduğunu ve cinsiyet değiştirme ameliyatı olabileceklerinin öğretilmesini biz istiyor muyuz acaba? Ülkemiz ve çocuklarımız için böyle şeyler istiyor muyuz gerçekten? Bizim için bu kabul edilemez. Batı’nın değerleri bize göre yabancı. Batıdakiler ahlâkî değerleri, dînî gelenekleri ve aile değerlerini radikal bir biçimde reddetmeye başladılar. Biz, ülkemiz ve çocuklarımız için bunları istemiyoruz. Bizim için bunlar kabul edilebilir değil. Geleceğimiz böyle değil.”
Ahlâksızlık ya da eşcinsellik Batı’da yeni bir şey değil. Tarihte hiçbir zaman bundan rahatsız olmadılar. Topluca helak edilen kavimlerine rağmen bu alışkanlıklarını sürdürdüler. Ancak dînî inançlarından epey uzaklaşan Avrupa’nın ölümünü bize göre muştulayan Macron’un temas etmek istediği konu bu da değil.
- Türkiye’de yüzde 1’e yüzde 40
- Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesim ülkedeki servetin yüzde 40’ını alıyor. Türkiye bu kritere göre Avrupa’da servet dağılımı adaletsizliğinde ilk sırada yer alıyor. En zengin yüzde 5 ve en zengin yüzde 10’un servetten aldığı paya bakıldığında Türkiye ikinci sırada bulunuyor. Servet dağılımı adaletsizliğini gösteren Gini katsayısında da Türkiye üçüncü sırada.
Hasta adam Avrupa
Macron 26 Eylül 2017’de Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasına şu sözlerle başlamıştı:
“Buraya sizinle Avrupa hakkında konuşmak üzere geldim. “Yine mi?” diyecektir bazıları. Onlar alışacak, çünkü buna devam edeceğim. Mücadelemiz burada; tarihimiz, kimliğimiz, ufkumuz, bizi koruyan ve bize bir gelecek sağlayan. Diğerleri de “Hemen mi? Gerekli mi?” diyecekler. Onlar için Avrupa hakkında konuşmanın zaten iyi zamanı hiç yoktur. Ya çok erkendir ya da çok geçtir. Taktiğe alışmışlardır. Nereye doğru yol aldığımızı, halklarımızı hangi istikamete götürmeyi izah etmemek, hedefi şaşırdığımız için saklı argümanlarla kalmak ne de kolaydır…
Sorbonne Üniversitesi bir bina değildir. Öncelikle bir düşünce olmuştur. Eğer bugün hâlâ yaşıyorsa bu hocalarının ve talebelerinin sahip oldukları bilgiyi nasıl değerlendirdiklerine bağlıdır. Avrupa da bir düşüncedir. Avrupa, öncülerinin, iyimserlerin, vizyon sahibi insanların yüzyıllardır taşıdığı ve sahiplenilmesi gereken bir düşüncedir… Avrupa’nın yaşaması onu nasıl düşündüğümüzle bağlantılıdır…”
Fransa Cumhurbaşkanı, 25 Nisan 2024 günü Paris Sorbonne Üniversitesi’nde Avrupa üzerine iki saate yakın süren bir konuşma daha yaptı. Bu kez daha açık dile getirdi. “Avrupa'mızın ölümlü olduğu ve ölebileceği gerçeğini bugün net bir şekilde ortaya koymalıyız. Bu yalnızca bizim seçimlerimize bağlı, ancak bu seçimler şimdi yapılmalı" çünkü "önümüzdeki on yıl içinde zayıflama ve hatta küme düşme riski çok büyük."
Macron, Fransa’nın en köklü üniversitesinde haykırdığı bu gerçeği yaklaşık bir ay sonra Avrupa Birliğinin diğer güçlü ortağı Almanya’da tekrar dile getirdi. Fransa Cumhurbaşkanı geçen Mayıs’ın sonunda Almanya’daydı. Macron, mevkidaşı Almanya Devlet Başkanı Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile ülkenin anayasasının 75. yıldönümünü kutlamak üzere Berlin'in hükümet mahallesinde düzenlenen Demokrasi Festivali'ne katıldı. Macron burada yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği’nin ciddi bir tehlike altında olduğunu söyledi.
Macron, Nisan ayında Sorbonne’da yaptığı konuşmasına atıfta bulunarak "Avrupa'mızda bir varoluş ânı yaşadığımızı düşünüyorum çünkü Avrupa'mızın ölebileceğine gerçekten inanıyorum" dedi.
Macron hem başkent Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde hem de Almanya’da yaptığı açıklamada Avrupa’nın olası ölüm nedenleri arasında şu temel konuları saydı:
SAVUNMA: Avrupa’nın değişen dünyanın zorluklarına karşı savunmasını artırması gerektiğini belirten Macron, Avrupa’nın Rusya gibi küresel tehditler karşısında yeterince silahlanmadığını ifade etti. Avrupa’nın savunma ve ekonomi alanlarında bağımsız olması gerektiğine dikkat çeken Macron, “Kendi savunma sanayimizi geliştirme sorumluluğunu üstlenmezsek egemenliğimizi, özerkliğimizi nasıl inşa edebiliriz” ifadesini kullandı.
Avrupa’ya daha fazla ve daha hızlı üretmesi çağrısında bulunan Macron, Avrupa’nın hiçbir zaman ABD’nin “tebaası” olmadığını göstermesi gerektiğini söyledi. “Savunma sanayii olmadan savunma olmaz. Onlarca yıldır yeterli yatırım yapmadık” diyen Macron, Avrupalılara yerli firmalardan askeri teçhizat satın almayı tercih etmeleri çağrısında bulundu.
RUSYA TEHDİDİ: Macron, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra sınır tanımayan bir biçimde hareket ettiğini ifade ederek, Moskova’nın “sınırlarının” nerede olduğunun artık belli olmadığını söyledi. Rusya’nın ve Çin’in küresel ticaret kurallarına uygun davranmadığını vurgulayan Macron, Avrupa Birliği’ne ticaret politikasını gözden geçirmeleri çağrısında bulundu.
YÜKSELEN SAĞ: Macron, Avrupa’nın içeride ve dışarıda hiç bu kadar çok düşmanı olmamıştı dedi.. Macron, iç düşman olarak Avrupalı milliyetçileri ilan etti ve bunların demokrasiyi yok edeceğine, otoriter rejimlere yol açacağına dikkat çekti.
HAMMADDE VE ÜRETİM KITLIĞI: Batı’nın eskisi gibi sömürüsüne devam edemediğinden dem vuran Macron, “Avrupa'nın enerji ve gübresini Rusya'dan aldığı, üretimini Çin'e yaptırdığı ve güvenliğini ABD'ye devrettiği günler artık geride kaldı” dedi.
Macron’un bu sözlerini dinleyen Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, aklı başka yerde olarak Avrupa'da özgürlük ve demokrasinin önemini vurgulayan birkaç cümle etti. Zira Avrupa’nın bu iki güçlü devleti aslında neredeyse hiçbir konuda anlaşamıyor. Medya, Macron'un ziyaretini biraz abartarak vermekle birlikte, iki ülke arasındaki ciddi sorunlara da geniş yer verdi. Haber ve yorumlarda öne çıkan temel konu, Avrupa Birliği'nin (AB) motoru iki ülke arasında ekonomi ve savunma politikalarında ciddi görüş ayrılıkları bulunduğu oldu.
Rus gazına doğrudan bağımlı olan Almanya, Ukrayna savaşıyla ambargo kararı aldıktan sonra oldukça sancılı günler yaşadı. Fransa ise yaptığı askeri yatırımları pazarlamanın yollarını arıyor. Bu yüzden Rusya aleyhine her konuda Avrupa’yı ateşlemeye çalışıyor.
Diğer yandan Almanya, Fransa’nın düştüğü itibarsızlık kuyusuna düşmek istemiyor. Bunun için geçerli bir sebep de yok.
Almanların Fransızlar ya da İngilizler gibi sömürgesi yok. Yeni dünyayı sömürme konusunda İspanyollar ya da Portekizlilerin yanına bile yaklaşamaz. Belki de kendileri bir Amerikan ve İsrail sömürgesi... Yüzlerce yıllık sömürge tarihinde Almanların 20-30 yıllık bir esâmesi okunur ki hemen tepesine binip elinden aldılar. Yetmedi iki dünya savaşıyla ülkesi yerle bir edildi. İzzeti yok edildi. Önce Avusturya’yı bölüp kopardılar, sonra Almanları da bölüp doğu- batı diye ayırdılar. Lime lime ettiler.
Almanlar yine de toparlandı, birleşti, güçlendi. Avrupa, sömürgelerini zaman içinde ülke ülke, kıta kıta kaybetti. Şimdiyse koloni dedikleri en küçük kara parçası bile isyan bayrağını açtı. Özgürlük istiyor. Şirketleri eliyle sömürmeye devam ettikleri Afrika ülkelerinden birer birer kovuluyorlar. Ve çok korkuyorlar. Devasa servetleriyle Batı ve Orta Avrupa'ya sıkışıp kaldılar. Dünya tarihinde hiç olmadıkları kadar zenginler ama korkuyorlar işte. Bunda da epey haklılar.
Ezilenlerin isyanı
Fransa hükümetinin sömürgecilik sonrası kurduğu, adına koloni dediği düzen çöküyor. Göç sorunundan güvenliğe ve işsizlikten yaşam standartlarının düşüklüğüne kadar farklı sorunlara sahip Fransız kolonilerinin artan özerklik ve bağımsızlık talepleri karşısında hükümet zorda.
Fransız ana karasının dışında kalan ve ülke topraklarının yüzde 18'ini oluşturan sömürgecilik döneminin mirası koloniler, Fransa'nın "denizaşırı toprakları" olarak adlandırılıyor ve 2,6 milyondan fazla kişiye ev sahipliği yapıyor.
Farklı siyasi statüler ile Fransa'ya bağlı bulunan kolonilerden Guadeloupe, Martinique, Saint-Martin, Saint-Barthélemy, Saint Pierre and Miquelon Atlas Okyanusu'nda, Reunion, Mayotte ve Fransız Güney ve Antarktika Toprakları Hint Okyanusu'nda, Fransız Polinezyası, Yeni Kaledonya, Wallis ve Futuna Pasifik Okyanusu'nda, Fransız Guyanası da Güney Amerika'da yer alıyor.
En yakını Fransa'ya yaklaşık 4 bin kilometre, en uzağı 17 bin kilometre mesafedeki 12 Fransız kolonisi, sahip olduğu yaşam standartları açısından da ana karanın uzağında kalıyor.
Türlü sosyoekonomik meselelerle mücadele eden ve Fransız yönetiminin bu topraklara sağladığı altyapı ve güvenlik hizmetlerinin yetersizliğinden şikayetçi olan koloniler, daha fazla özerklik ve bağımsızlık taleplerinde bulunuyor.
YENİ KALEDONYA: Fransa ana karasından yaklaşık 17 bin kilometre uzaklıktaki Yeni Kaledonya'da Fransız hükümetinin yerli halkın seçimlerdeki etkisini azaltmaya yönelik anayasal reform girişimi, Ada'daki bağımsızlık yanlılarını harekete geçirdi.
Fransız hükümetinin yerli halkla 1988'de imzaladığı Noumea Antlaşması'na aykırı şekilde en az 10 yıldır Ada’da yaşayan Fransızların seçimlerde oy kullanmalarının yolunu açma girişimi protestolara neden oldu.
Fransız hükümeti yaklaşık bir ay süren olayları bastırmak için Ada'ya polis ve jandarma sevk etti. Ada'da çıkan olaylarda 7 kişi hayatını kaybetti. 13 Mayıs'ta ilan edilen OHAL süreci, 27 Mayıs'ta başkent Noumea'da da durumun kontrol altına alınmasıyla kaldırıldı.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Ada'ya yaptığı ziyarette isyana neden olan anayasal reform tasarısını geri çekmeyeceğini açıkladı.
FRANSIZ GUYANASI: Güney Amerika'da yer alan, Fransa'ya 7 bin kilometre uzaklıkta bulunan, yaklaşık 300 bin kişiye ev sahipliği yapan Fransız Guyanası'nda güvenlik sıkıntısı yaşanıyor. Cinayet oranlarının ana karadan 10 kat fazla seyrettiği Fransız Guyanası'nda kayıt dışı göç ve Brezilya sınırındaki yasa dışı altın madenciliği de koloninin karşı karşıya bulunduğu başlıca sorunlar arasında.
Yoksulluğun ve işsizlik oranının yüksek olduğu kolonide halk, hükümetin altyapı ve sağlık sektörüne yatırımlarının yetersizliğinden şikayet ediyor. Fransız Guyanası'nda genç nüfusun neredeyse yüzde 40’ı eğitim veya iş için yurt dışına gidiyor.
Fransız Guyanası yerel yönetimi, Macron'un Fransa'nın Akdeniz'deki adası Korsika’ya daha fazla özerklik sözü verirken, Guyana için benzer adımlar atılmamasına tepki gösteriyor.
GUADELOUPE VE MARTINIGUE: Karayipler'de Fransa'ya yaklaşık 7 bin kilometre uzaklıkta yer alan 400 bin nüfuslu Guadeloupe'ta ulusal ortalamanın 6 kat üstünde seyreden suç ve 20 kat üstündeki silahlı soygun oranları nedeniyle güvenlik sıkıntısı yaşanıyor.
Gençlerin de giderek artan oranda suçlara karışması dolayısıyla Nisan ayında 18 yaş altı kişilere Ada'nın ticârî başkenti Pointe-a-Pitre'de belli saatlerde sokağa çıkma yasağı getirildi.
Ada'da Kovid salgını döneminde Fransız hükümetinin yürürlüğe koyduğu kapanma tedbirleri nedeniyle yoğun protestolar yaşandı. Diğer kolonilerden Martinique’de yayılan olayları bastırmak için Fransa, bölgeye güvenlik güçleri sevk etti.
Bunun üzerine özerklik tartışmaları yeniden gündeme gelirken Fransa'nın o dönemdeki Denizaşırı Topraklar Bakanı Sebastien Lecornu, "özerklik müzakerelerine hazır olduklarını" belirtti. Kovid-19 salgını protestolarından sonra özerklik talepleri, komşu koloni Martinique'te de hız kazandı.
MAYOTTE: Fransa’nın yaklaşık 8 bin kilometre uzağında, Hint Okyanusu'nda bulunan kolonisi Mayotte’de de son yıllarda güvenlik sorunu yaşanıyor.
"Yüzyılın en kötü kuraklığı ile" karşı karşıya olan 310 bin nüfuslu Ada'da yıllardır devam eden içme suyu sıkıntısı kriz boyutuna ulaştı. Fransız hükümeti, Kasım’da Ada'da 82 su sağlama noktası oluşturdu ve Mayotte sakinlerine askerlerle içme suyu dağıtmaya başladı.
Göçmen akışının olduğu Ada'da hükümet, "doğumla kazanılan vatandaşlığı” sınırlandırmak için anayasal değişikliğe gitme kararı aldı.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Şubat ayında Ada’da doğan göçmen çocuklarının artık "otomatikman" Fransız vatandaşı olamayacaklarını duyurdu. Yeni düzenlemeyle Ada’da doğan çocukların Fransız vatandaşı olabilmeleri için Fransız ebeveynlere sahip bulunmaları şartı getirildi.
Bu vatandaşlık kısıtlaması, Ada'daki hayat şartlarının kötüleşmesinden sorumlu tutulan Comoro Adası göçmenlerine karşı alındı. Halkın yüzde 90’ından fazlasının Müslüman olduğu Ada’da son aylarda genellikle kirli sulardan bulaşan kolera salgını yaygınlaştı.
Fransa hükümeti, düzensiz göçmen akışından muztarip Ada'da güvenlik durumunu kontrol altına almak için Nisan ortalarında 1700 polis ve asker sevk etti ve 11 haftalık operasyon başlattı. Verilere göre Mayotte halkının hayat standartları Fransızlardan 7 kat daha düşük ve halkın yüzde 77'si fakirlik sınırının altında yaşıyor.
FRANSIZ POLİNEZYASI: Güney Pasifik'te 100'den fazla adadan oluşan yaklaşık 300 bin nüfuslu ve ana karaya yaklaşık 16 bin kilometre uzaklıktaki Fransız Polinezyası, Fransa'nın 1966-1996 yıllarında yaptığı yaklaşık 200 nükleer testin etkilerini protesto ediyor.
Fransa'dan, halk üzerinde ciddi olumsuz etkileri olan testler için özür bekleyen Polinezya'da geçen yılki seçimleri bağımsızlık yanlısı Tavini Huiraatira Partisi kazandı.
Polinezya yönetimi, adayı tam bir egemenlik yolunda ilerletmek isterken Fransız hükümeti, bağımsızlık müzakerelerine yanaşmıyor ve Ada'nın siyasi bağımsızlığından önce tarım, ekonomi ve gıda konularında kendine yeter hâle gelmesi için çalışılması gerektiğini savunuyor.
REUNION: Fransa'ya yaklaşık 9 bin kilometre mesafedeki Reunion, 2022 yılı sonunda beraberindeki 6 koloniyle Fransız yönetimine karşı daha fazla özerklik talep ettikleri "Fort-de-France" çağrısına imza attı.
Reunion Bölge Konseyi Başkanı Huguette Bello’nun bu çağrıya imza atması, Reunion Senatosunda tartışma yarattı, sağcılar "Ada'nın Fransız tutulması" için mücadele vereceklerini bildirdi.
KORSİKA: Fransa’dan çok İtalya’ya yakınlığıyla bilinen Akdeniz’deki Korsika Adası, kolonilerden farklı bir tarihe sahip olsa da daha fazla özerklik istemesiyle biliniyor.
Mecliste bağımsızlık yanlılarının çoğunlukta olduğu Ada'ya Eylül ayında yaptığı ziyarette Macron, "Korsika’ya özgü özerklik" çağrısı yaparak, sağcılar ve bağımsızlık yanlılarına özerklik konusunda ortak metinde uzlaşmaları için 6 ay süre tanıdı.
Mart ayında taraflar, Ada’ya daha fazla özerklik tanıyan metnin üzerinde uzlaştı. Kültürel olarak farklı bir kimliğe ve tarihî geçmişe sahip Korsika'da özerklik müzakerelerinde ilerleme kaydedilmesi, hükümetin aynı yaklaşımı göstermediği kolonilerde tepkiyle karşılandı.
- Prusya ile Osmanlı’nın 1790 ittifakı
- 1713-1867 yılları arasında Orta Avrupa'da hüküm süren Alman devleti Prusya ile Osmanlı 1790’da ittifak kurdu. Osmanlı Devleti'nin Hristiyan bir devletle gerçekleştirdiği ilk ittifak olduğu için o yıllarda bu ittifakın dînî açıdan sakıncası olup olmadığı uzunca tartışılmıştı. O zamandan bugüne Almanya - Türkiye ilişkileri ara ara gerilse de çoğu milliyetçi, yaklaşık 3,5 milyon Türk’ün bu ülkede yaşaması ilişkileri hep üst düzeyde tutmaya yetiyor.
- Avrupa’yı kim veya ne öldürür?
- Dünya savaşlarında ağır bedel ödeyen Almanlar, tüm tehditlerin farkında olmasına rağmen yine de Fransa ya da diğer Avrupa devletlerine güvenmiyor. Sırtında kambur olarak görüyor. Böyle düşünmekte de haklı. Çünkü Macron'un derdi, ekonomisi daha güçlü olan Almanya’yı da sömürmek.
- Böyle giderse sömürülen halkların çocuklarının sendelettiği Avrupa’ya, ölümcül vuruşu da yine Avrupalılar vuracak. Medyamızda çoğu kendisine yorumcu, uzman diyen kişiler, her fırsatta Türkiye’yi âdeta üçüncü dünya ülkesine benzetip çıkar yol olarak da ‘Avrupa Birliği çıpası’nı gösteriyor ama geminin çıpası kopmuş, akıntıda savruluyor ya göremiyorlar ya da görmezden geliyorlar. Oysa ihtiyacımız hasta ve ölmek üzere olan Avrupa’nın peşinde koşmak değil, ‘büyük Türkiye’ idealine sarılmak olmalı.