Asit kuyusunda bitmiş mantar

Asit kuyusunda bitmiş mantar
Asit kuyusunda bitmiş mantar

Köyünden yani tabiatından ve asliyetinden koparılmış insanların şehirde tıkıldıkları gecekondularda kendilerine aradıkları, hissen zehirli bir çıkış yolu; çıkmaz bir sokağa açılan bir sahte çıkış. Arabesk bu. Bitiren, tüketen, yıldıran, bezdiren, bıktıran, gına getiren ve nihayet zulmete boğan bir çıkışsızlık. İşlenmiş değil, işlenmemiş günahların pişmanlığına boğulan bir bitimsiz hüzün. Asliyetsiz ve sahte. Dokunsan ağlayacak bu hissiyatın zarfını açtığınızda içinden pek merhametsiz, gaddar ve doymak bilmez bir mazruf çıkmakta. Mayası sağlam ama hâli perişan bir sefiller güruhu... Arabesk ise bu güruhun bir nevi marşı.

Modern zamanlarda bir cemiyeti öbüründen ayıran mısdaklar bir hayli değişti. Artık tefrikin kıstasını din veya iktisadi seviye veyahut tahsil benzeri hususiyetler yerine, çok daha başka şeyler üzerinden tayin etmekteler. Bir cemiyetin yaşadığı beldedeki sokak hayvanlarının varlığı ve miktarı kadar, o hayvanların insanlara müteveccih tavırları mühim bir kıstas meselâ. İnsanlardan kaçıyorlar mı o hayvancağızlar yoksa merhamet gördüklerinden onlara yanaşmakta bir beis görmüyorlar mı? Böyle bir mukayese, o cemiyetin ahlâk ve merhamet seviyesine dair neredeyse turnusol kâğıdı mesabesinde bir kesinlikte netice verir. Yahut bizdeki gibi hayvanlar kanunlarla ‘korunuyorken’ insanlar onlara parçalatılıyorsa ve onların hakları insanlarınkinden katbekat üstünse o cemiyet için nasıl bir ruhi teşhis konulacağı da mühim bir mesele.

Ahalisini sahipsiz bir köpekten adi gören bir idare anlayışının ne vakit çökeceğine dair tahminler de bizim işimiz değil.

Zamanımızda bir cemiyetin, onu o yapan en esaslı iki ayağının, his ve fikir seviyelerinin tespiti için de kıstas bir hayli ilginç: O cemiyetin ahalisinin ekserisinin hoşlandığı müziğin seviyesi ve evsafı ile din adamlarının hem kendi sahalarındaki müktesebatı, hem de başka mevzulardaki umumi kültürleri ve terakümleri. Öyle ya, her cemiyet küçük bir ekalliyetini mükemmelen terbiye edip yetiştirebilir; onların hem zevk seviyelerini, hem de zihin ve his seviyelerini pek yukarılara taşıyabilir. Ama bunun bir ehemmiyeti yok ki. O cemiyeti bu ekalliyetin seviyesinden çok, yığınların his ve zihin seviyeleri üzerinden daha isabetli anlarız.

Demek ki bir cemiyeti, belki inançları üzerinden kıymetlendiremeyiz ama o inançların müesseselerinde vazifeli eşhas üzerinden, onların sadece kendi sahalarındaki vukufiyetlerinden değil, kendi sahalarına pek uzak mevzulardaki müktesebat ve muhakeme seviyelerinden pekâlâ mukayese edebiliriz. Akabinde de o inanç ve ahlâk anlayışının, ahalinin üzerindeki aksisedası manâsına gelen tahassüslerinin bestesi mahiyetindeki müzikal seviyelerinden kıymetlendirebiliriz. Az evvelki kaide burada da geçerli: Mısdak tahsilli ekalliyetin seviyesi değil, ahalininki.

Bu tespiti günümüz çerçevesinde yeniden ifade edersek şu hükümle karşılaşırız: Bir ahalinin popüler müziği, o ahalinin neredeyse her şeyini mükemmelen içinde barından ve dışarıya da şaşmazcasına aksettiren bir mahiyet arzeder. Yani “Bana bir halkın müziğini dinletin; ben de size o halkın ilim, fikir, zihin, his, inanç ve ahlâk seviyesini söyleyeyim”.

Hepimiz işittiklerimizin mahsûlüyüz

Erbabının alelâde bilgi saydığı bu husus, yazık ki bizde umumi bir kabûl görmüş bile değil ama vaka bu: Sokakta duyduğumuz sesler de, müzikler de, onlara düzayak muhatap kalmadığımızda dahi bizi birebir tesirinde bırakır. Tıpkı bir esrar tekkesinde bulunan ve sigara içmediği hâlde dumanaltı olan kimseler gibi biz de içinde yaşadığımız cemiyetin seslerinin çocuğuyuz; çocuğu ve kurbanı. Bizim kuru olmamız, yaşın yanında yanmamıza mani teşkil etmiyor. Çünkü ortalamamızın zevki bu. Yani bizim de zevkimiz.

İyi ama Türkiye’nin ortalamasının müzik zevki nedir? Hiç şüphesiz bu suâlin cevabı apaçık meydanda: arabesk.

Arabesk nedir peki? Köyünden yani tabiatından ve asliyetinden koparılmış insanların şehirde tıkıldıkları gecekondularda kendilerine aradıkları, hissen zehirli bir çıkış yolu; çıkmaz bir sokağa açılan bir sahte çıkış. Bitiren, tüketen, yıldıran, bezdiren, bıktıran, gına getiren ve nihayet zulmete boğan bir çıkışsızlık bu. İşlenmiş değil, işlenmemiş günahların pişmanlığına boğulan bir bitimsiz hüzün. Asliyetsiz ve sahte ama. Dokunsan ağlayacak bu hissiyatın zarfını açtığınızda içinden pek merhametsiz, gaddar ve doymak bilmez bir mazruf çıkmakta: kendine de etrafına merhametsiz insan güruhu. Mayası sağlam ama hâli perişan bir sefiller güruhu bu. Arabesk de bu güruhun bir nevi ruhi marşı.

‘Hiçbirşey’in zevki arabesk

İktisadi endişelerle şehre sürükletilmiş bu zavallı insan tipi artık ne köylüdür, ne kasabalı ve ne de şehirli. Adeta ‘hiçbirşeydir’ o; kökünden koparılmış ama başka bir köke bağlanmasına da müsaade edilmemiş, şahsiyetsizleştirilmiş ve omurgasızlaştırılmış bu kalabalığın çığlığı... Arabesk bundan ibaret.

Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ve benzerleri. Al birini, vur ötekine. Bütün şekli benzerliklerine rağmen asla bizden olmayan, doğrusu kimselere de ait olmayan, sahipsizlerin biraraya gelerek teşekkül ettirdikleri zevksizliğin sesi. Gerçi bugün meselâ Orhan Gencebay, nerede bir cumhurbaşkanlığı faaliyeti varsa orada ya. Gel de delirme. Müslüm Gürses’in vefatının ardından da, adını münevvere çıkarmış ne kadar solcu, sosyalist, ‘Tatürcü’ ve ırkçı varsa ekserisinin ona methiyeler düzdüğüne şahitlik etmiştik. Sağcılığı sığlılık hâline getiren tayfaya bu minvalde iki çift lâf etmek bile yersiz. Çünkü onlar, kavga esnasında devlet eliyle kıstırılan ve rakipten habire darbe üstüne darbe, sille üstüne sille yiyen taraf. Tabii burada ‘sağcı’ ifadesini bir hayli genişleterek ‘solcu olmayan’ manâsında kullanıyorum ve o yüzden bu tabirin içine milliyetçiler ile İslamcılar’ı da ekliyorum.

Takdiri yerden göğe kadar hak eden bir Neşet Ertaş’a veya bir Âşık Veysel’e veyahut bir Âşık Mahzuni Şerif’e beslenen yüceltmeler ile arabeske müteveccih bu takdir tavrını ayıran pek mühim bir kıstas var ortada: kalite! Kalite ve ona bağlı asliyet unsurları. Başka bir ifadeyle memleketin ücra bir köşesinde bağlamasını çalıp türküsünü yakan meçhûl bir yiğit ile bu kofti meşhurları, şekli benzerliklerinden ötürü bir veya benzer saymak, cidden hata.

Tatür ve arabeskin ortak paydası

Ağlaklık, sünepelik, pısırıklık, kaybetmişlik ve bitimsiz bir tükenmişlik hissi...

Mısır’da meşhur Ümmü Gülsüm, nasıl ki iktidarın ahalisi üzerinde uyuşturucu tesiri uyandıran bir nevi teshir mekanizması ise bizde de zahiri iktidarın değil, memleketi hakiki muktedirlerinin, asliyetinden ve köklerinden koparılmış, töresinden de, dininden de uzaklaştırılmış insanımızı uyuşturmak, miskinleştirmek için önünü açtığı yoldur arabesk. Türkülerimizin yerine konan sahte türkümsü; ona benziyor ama ona düşman. Sahte ilâç gibi bir şey. Şifa değil, zehir.

Burada sorulacak suâl ortada: İyi ama mademki arabeski devlet kendi eliyle doğurdu ve büyüttü, niye senelerce radyolarında ve televizyon kanallarında yasakladı? Çünkü iradesi bizimki gibi zayıflatılmış her insan, yasaklara meyleder. Yasak, kırbaç tesiri uyandırır onlarda. Netice de öyle oldu: Yığınlar akın akın arabesk isimli bu asit kuyusunda yıkanıp durdu; yıkanmaya da devam etmekte.

Doğrusu Ferdi Tayfur’u öyle çok da ‘şeyetmemek’ lâzım. O ve onun gibiler tarla kölesi olmaktansa ev köleliğine oynayan zavallılar. Gerisi, içinden çıktığı insanları sömür sömür sömürmekten ibaret. Neticede o da devletin nefret ettiği ahalisini teskin maksadıyla kullandığı aparatlardan birisi; küçük bir ‘şey’. Ötesi değil. Ehemmiyeti, kimin elinde ve ne maksatla kullanıldığına aymakta. Cumhuriyet isimli asit kuyusunda bitmiş zehirli mantarlardan biri sadece. Bütün mesele, bir asırdır Cumhuriyet namlı silindirin üzerimizde tepinirken bizde meydana getirdiği zihni tahribatı ve hissi yıkımı fark edebilmekte.

Günümüz Türk insanının üzerindeki en kuvvetli iki pranga, Tatür ve arabesk. Belli olmasa da bu ikisi, derinden birbirine bağlı ve her ikisi de bizi kendine bağlamakta; köleleştirmekte. Remz kıymeti taşıyan bu zincirlerimizi kırdığımızda hakiki kahramanlarımıza da kavuşacağız, hakiki musikimize de.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım