Arendt`inGözüyle: İsrail bir Yahudi filozof`tan neden nefret eder?
İçeride ve dışarıda korkunç şeyler yaparken İsrail’in kendisini ebedi fedakârlık olarak görme yeteneği, ancak mantıksız ve mitolojik bir anlatıyı sürdürmekle mümkündür. Bugün ne Amerika`nın, ne asıl sorumluluğu taşıyan İngilizlerin ne de AB ülkelerinin kendi çıkarlarını koruma adına İsrail`in karşısında durmalarını beklemek gerekir.
Kudüs’te mâsum insanların feryatlarının göğe yükseldiği, savunmasız çocukların ve kadınların hunharca katledildiği bir insanlık trajedisini hep birlikte izliyoruz. Bu ilk değil, son olmayacak. İsrail kurulduğu andan itibaren taşıdığı ulusal radikal, totaliter tavrı sürdürdüğü müddetçe bu şiddet hiç azalmayacak, aksine her fırsatta artarak devam edecek. Bunun nedenlerini bize yıllar önce Arendt yazdığı kitaplarla, makalelerle ve yaptığı söyleşilerle dile getirmiştir.
- 1. Dünya Savaşı sonrası Avrupa`da antikomünizm, antisosyalizm, antisemitizm yükselişe geçmişti. Arendt bu dönemden hareketle totalitarizme ve kökenlerine dikkat çekti. Aslında bu çaba aynı zamanda yaşanan soykırımı anlama çabasıydı. “Ich will verstehen” (anlamak istiyorum) Arendt`in düşüncesinin merkezinde durur ve lokomotif görevini üstlenir.
Dolayısıyla Arendt`in o dönem anlamak için yaptığı bütün analizler sadece kendi dönemine değil bugüne de ışık tutar.
Hannah Arendt: Yahudiler Nazilerden Daha Kötü!
Hannah Arendt`in Israil`e karşı en başından yani kurulmaya başlandığı andan itibaren ciddi eleştirileri olmuştur. Hatta henüz çadırlarda yaşadıkları yani Yahudilerin İngilizler tarafından çadırlarla Kudüs`e yerleştirildikleri dönemde Yahudilerin Nazilerden daha ‘kötü’ olabileceklerini söyleyerek Siyonizm’e ve radikalleşmeye karşı çıkmıştı.
Arendt`in eleştirisi oldukça güçlüydü, çünkü onun eleştirisi İsrail devletinin geçmişine, mitolojilerine dokunuyordu. İşte bu yüzdendir ki, Yahudi olduğu halde Hannah Arendt`in kitapları İsrail`de okutulmaz. Arendt ismini İsrail`de ne bir kütüphanede, ne de üniversitelerde duymazsınız. Arendt ve düşüncesi ile ilgilenen düşünürlere karşı ise, oldukça şiddetli bir nefret dili ile patolojik tavır sergilenmektedir.
Arendt, Siyonizm’in dışlayıcı, etnik temelli karakterini ve onun sivil devlet fikrine aykırı olan şiddet potansiyelini çabucak fark etmişti. Bunu fark etmesinin kökleri 1930`lu yıllara dayanır. İsrail'in militarist karakterini ve büyük dış güçlere bağımlılığını reddetti, çünkü bunu daha önce bölgede artan bir izolasyon ve nefretin kaynağı olarak gördü. İşte bu nedenle Arendt her fırsatta Ben Gurion`un büyük ulusal söylemi karşısında eleştirel bir tavır aldı, fakat diğer yanda büyük siyonist palavra ile İsrail olabildiğince bölgede radikalleşti.
- Arendt, Hitler`in nasıl bir yol izlediğini, totaliter sistemle nasıl canavarlaştığını sadece tecrübe etmedi. Aynı zamanda en önemli eserlerinden biri olan “Totalitarizmin Kökenleri” (The Origins of Totalitarianism) adlı eserinde oldukça detaylı bir şekilde ele aldı. İşte bu nedenlerdir ki, Arendt`in karşı durduğu Yahudiler veya Yahudilik değil, aksine İsrail hükümetinin bir Nazi yapılanması gibi totaliter kimliğe bürünmesiydi.
1947 yılında BM Genel Kurulu'nun bölünme kararına tepki göstermiş ve bu bölünmenin çatışmayı uzatacağını belirterek bir Yahudi ve Arap federasyonunu savunmuştur. Kısaca söylemek gerekirse, 55 yıl önce ulus devletten küresel vatandaşlığa geri dönmenin bir yolunu aramıştır.
Hannah Arendt, kolektif kültürel ve ulusal aidiyetin varoluş nedenini inkâr etmemiştir, ancak siyasi topluluklar içindeki etnik ayrımcılığı veya dışlamayı reddetmektedir.
1941 ile 1945 yılları arasında Hannah Arendt, Yahudi halkının bir ulus ve devlet olarak olası bir yeniden doğuşu hakkında Almanca yayın yapan Yahudi dergisi "Der Aufbau" da ( Yapı-İnşaa) makaleler yayınladı. Makaleler, Arendt'in Siyonizm'e artan mesafesini belgeliyor ve faşizme karşı kazanılan zaferden sonraki dönem için bir "politik demokrasi" teorisi geliştirme çabalarını kanıtlar.
Yahudilik bir ‘halk’ değil dünyaya yayılmış bir dindi
Arendt, Antisemitizm yani Yahudi düşmanlığının doğal değil tarihî köklerden geliştiği "unsurların" tezi olduğunu iler sürer; politik olarak tehlikeli hâle gelmişti. Çünkü Avrupa Yahudileri kendilerini ulus devlet ilkesiyle özdeşleştirdiler. Fakat 19. yüzyılın sonundan beri çatışan sosyal sınıflar arasında savunmasız kaldılar; ulus-devlet önce emperyalizm ve ardından totalitarizm tarafından yok edildi. Bu da nihayetinde Avrupa Yahudiliğini de yok etti. Yahudilik bir ‘halk’ değil dünyaya yayılmış bir dindi ve Yahudilik birçok gruptan oluşuyordu ve yalnızca siyonist tarih yazımı sırasında bir "ulus" olarak birleştirildi. Yalnızca Siyonizm “ortak bir etnisite ve tarihî süreklilik” ihtiyacını yarattı.
Ancak Arendt, Yahudilerin siyonist, radikal tavır ve kör ırkçılık yoluyla özgür bir ulus olarak var olma haklarını ellerinden alındığını belirtir. Bu yapılanmaya sadece Arendt değil, dönemin önemli Yahudi entellektüelleri Martin Buber, Robert Weltsch ve Gershom Scholem, Felix Rosenblüth, Kurt Blumenfeld ve Hans Kohn, nihayetinde ulus devleti eleştiren ve -eğer varsa- kendilerini bir Yahudi devleti kurmaya yalnızca en fazla hazır bulan evrenselcilerdi.
Arendt, Yahudi yerleşimcilerin/göçmenlerin veya yerel Filistin halkının hayati çıkarlarını önemsemeden, büyük güçlerin özel çıkarlarını savunmak isteyen siyonist liderlerin gizli diplomasisine şiddetle karşı çıkıyordu. Bu gizli diplomasinin diğer tarafı, inancına göre, İngiliz sömürge yönetimine karşı terörü veya bir İsrail devletinin kurulmasına karşı Arap muhaliflerini temsil ediyordu. Arendt, bu tür temeller üzerine kurulmuş bir devletin huzur bulamayacağını öngörüyordu. Yıllar önce ortaya konulan bu öngörünün ne kadar haklı olduğu bitmek bilmeyen şiddet ve sivil halkın zalimce katledilmesiyle defalarca ispatlanmış oldu.
İçeride ve dışarıda korkunç şeyler yaparken İsrail’in kendisini ebedi fedakârlık olarak görme yeteneği, ancak mantıksız ve mitolojik bir anlatıyı sürdürmekle mümkündür. Bugün ne Amerika`nın, ne asıl sorumluluğu taşıyan İngilizlerin ne de AB ülkelerinin kendi çıkarlarını koruma adına İsrail`in karşısında durmalarını beklemek gerekir.
Netice itibariyle radikal totaliter İsrail devleti korunuyor ve işlediği şiddete seyirci kalınıyor. Bu yüzden Yahudilere değil ama Siyonizme karşı olmak her nâmuslu entelektüelin başta gelen görevidir. Hanna Arendt gibi Yahudiler için bile.
*Tsafrir Cohen 14.10 2006 yılında alman ‘taz’ gazetesinde İsrailli tarihçi, yazar Idith Zertal ile bir mülakat yapıyor ve İsrail`in Arendt ve düşüncesinden niçin nefret ettiğini tartışıyor. Bu başlık bu röportajdan esinlenerek ayılmıştır.