Arap Birliği Zirvesi ve Esed’in dönüşü

Arap Birliği Zirvesi ve Esed’in dönüşü.
Arap Birliği Zirvesi ve Esed’in dönüşü.

ABD’nin belli ölçüde bir liderlik rolü olmaksızın Suriye’yi de içine alan böylesi bir bölgesel normalleşme sürecinin üreteceği tek sonucun, Esed’in ve kanlı yönetim modelinin rehabilitasyonu olacağına dair argümanları da not ederek tartışmayı daha genel bir soru ile bitirelim: Esed’li bir Suriye ile normalleşmek, bölgeye ve halklara gerçekten refah, barış ve huzur getirecek mi?

Ortadoğu’da Mayıs ayının en önemli gelişmesi hiç şüphesiz Suudi Arabistan’daki 32. Arap Birliği Liderler Zirvesiydi. 19 Mayıs tarihinde Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde yapılan Arap Birliği Zirvesi’ne üye ülke liderlerinin yanında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile 12 yıl aradan sonra Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed’in katılımı damga vurdu.

Esed’in zirveye katılımı, Suriye’nin ‘Arap dünyasına geri dönüşü’nün yanı sıra on yılı aşkın süredir devam eden gerilimin ardından ilişkilerde yeni bir sayfa açmanın sinyalini veriyor. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşta Esed’i devirmeye çalışan muhalif grupların en önemli destekçilerinden biri olan Suudi Arabistan’ın 12 yıl aradan sonra Esed’i ağırlıyor olması önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor.

Son olarak Şubat ayında Suriye’yi de derinden sarsan Kahramanmaraş merkezli deprem sonrası diplomasi trafiğinde hareketlilik yaşanmış ve bu durum ‘deprem diplomasisi’ olarak anılmıştı. O dönem, Suudi Arabistan’ın Suriye'deki insânî krizlere daha etkili biçimde cevap verilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu belirtmesi, ileriye yönelik somut bir adım olarak yorumlanmıştı.

Bin Selman özgüveni mi?

Beşar Esed ve Prens Muhammed bin Selman.
Beşar Esed ve Prens Muhammed bin Selman.

Nitekim deprem sonrası başlayan ve kısa zamanda artan hareketlilik, mayıs ayında yapılan zirve ile resmi bir nitelik kazanmış oldu. Daha genel diğer motivasyonlara geçmeden önce Suudi Arabistan’daki zirveye ev sahipliği yapan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın şahsî motivasyonu ile başlayalım.

Kaşıkçı cinayeti sonrası bilhassa ABD’de yıldızı giderek sönen Prens, özellikle Rusya’nın Ukrayna işgali ile başlayan dönemde enerji kartı ile elini güçlendirdi, petrol kozunu kullanarak gerek kendisinin gerek ülkesinin konumunu sağlamlaştırdı ve dış dünya ile ilişkilerini adeta “ABD/Biden bana muhtaç” havası ve özgüveni ile yürütüyor.

Bu noktada Muhammed bin Selman’ın kendi ülkesindeki Arap Birliği Zirvesi’nde Beşar Esed’i oldukça sıcak ve samimi bir şekilde karşılaması, aynı zamanda da Suriye ile normalleşmeye karşı olduğunu her fırsatta dile getiren ABD’ye bir çeşit meydan okuma idi.

Motivasyonlar

Her şeyden önce basit ve çok temel bir motivasyon söz konusu: Aradan geçen 12 yıkıcı yılın ardından bugün gelinen noktada pek çok Arap ülkesi, Esed yönetiminin Suriye'de ayakta kaldığı gerçeğini kabullendi ve artık ilişkileri yeniden normalleştirmek dışında bir seçenek görmüyor.

Bugün Arap başkentlerinde, Suriye kaynaklı sorunlarla baş etmenin Şam rejimini dışlayarak değil kabul edip muhatap alarak gerçekleşebileceği yönünde bir fikir birliği oluşmuş durumda.

Bu durum, aslında son yıllarda bölgedeki genel normalleşme havasının ve bölgesel sorunlara bölge ülkelerinin bizzat aktif katılımı ile yanıt bulma yaklaşımının bir uzantısı. Bu noktada ABD’nin bölge politikalarının yarattığı hayal kırıklığının ve Washington yönetimine yönelik güven kaybının etkisini de not etmek gerek.

Öte yandan Arap liderlerin Esed yönetimi ile barışmadan umduğu bazı kazanımlar da önemli bir motivasyon kaynağı. Burada özellikle mültecilerin geri dönüşü, narkotikle mücadele, sınır güvenliği ve İran destekli milislerin Suriye’de artan nüfuzu gibi konuların kritik önem arz ettiği söylenebilir.

Esed’in motivasyon ve kazanımlarını ise zikretmeye lüzum yok zira aşikâr. Elindeki tüm kana ve yaptıklarına rağmen Arap dünyasına; hiçbir taviz vermeden ve geri adım atmadan kabul edilmesi, Esed için hiç kuşkusuz büyük bir siyasi zafer. İç savaşın ardından bir de depremin vurduğu Suriye’nin ciddi anlamda yardım ve yatırıma ihtiyacı var ve Körfez ülkeleri bu noktada can simidi rolü oynayabilir.

Bu noktada Batı'nın Suriye'ye uyguladığı yaptırımların, özellikle ABD’nin Sezar Yasası’nın hâli hazırda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve diğer Arap ülkeleri tarafından yapılacak yatırımların önündeki en büyük engel olduğunu da not düşmek gerekiyor.

Bununla birlikte bilhassa Abu Dabi ve Riyad’ın Sezar yaptırımlarını er ya da geç belirli bir noktadan sonra ortadan kalkacak geçici bir bariyer olarak gördüğü, bu nedenle söz konusu ülkelerin savaş sonrası Suriye'ye para aktarmak ve daha fazla jeopolitik nüfuz elde etmek için şimdiden ağlarını kurmak istediği değerlendirmeleri de yapılmakta.

Arap hükümetlerinin birçoğu, ABD ve diğer Batılı güçlerin Suriye'yi tecrit etmeye yönelik mevcut stratejisinin sürdürülemez olduğunu, daha da önemlisi artık bir fayda getirmediğini düşünüyor.

Aradan geçen 12 yıkıcı yılın ardından bugün gelinen noktada pek çok Arap ülkesi, Esed yönetiminin Suriye’de ayakta kaldığı gerçeğini kabullendi ve artık ilişkileri yeniden normalleştirmek dışında bir seçenek görmüyor.
Aradan geçen 12 yıkıcı yılın ardından bugün gelinen noktada pek çok Arap ülkesi, Esed yönetiminin Suriye’de ayakta kaldığı gerçeğini kabullendi ve artık ilişkileri yeniden normalleştirmek dışında bir seçenek görmüyor.

Şam'ı İran’ın yörüngesinde tutmak

Söz konusu politikanın; Şam'ı İran’ın yörüngesinde tutmaktan başka işe yaramayacağı düşünülürken, Esad rejimiyle yeniden normal bir ilişki kurmanın Suriye'yi Arap saflarına çekmede daha akılcı bir yol olduğu kanısı hâkim. Nitekim benzer bir yanlıştan Katar politikasında da dönülmüştü. İran’la olan yakın ilişkiler, o dönem (2017) Katar’a uygulanan ambargonun sebeplerinden biriyken, bu ambargo Doha yönetimini Tahran’la daha da yakınlaştırmaktan başka pek de bir işe yaramadı. Dolayısıyla bölgede izolasyon politikalarının aslında istenilen neticeyi vermekten çok uzak olduğu bugüne kadar pek çok vesileyle görülmüş bir realite.

Tüm bunlar göz önüne alındığında son yıllarda devam eden bölgeye yönelik yakınlaşma ve normalleşme dalgası, Esed yönetimindeki Suriye’yi de içine alacak şekilde genişleyecek ve devam edecek gibi görünüyor. Ve bu durum görünen o ki, ABD’ye ve Washington’ın “uyarılarına” rağmen olacak. Diğer yandan, ABD’nin belli ölçüde bir liderlik rolü olmaksızın Suriye’yi de içine alan böylesi bir bölgesel normalleşme sürecinin üreteceği tek sonucun, Esed’in ve kanlı yönetim modelinin rehabilitasyonu olacağına dair argümanları da not ederek tartışmayı daha genel bir soru ile bitirelim: Esed’li bir Suriye ile normalleşmek, bölgeye ve halklara gerçekten refah, barış ve huzur getirecek mi?