Almanya’nın ırkçılık gündemi değişmiyor
Federal Almanya, 1990’lı yıllarda büyük değişimler yaşadı. O yıllar, ırkçı hareketlerin hızla büyüdüğü, yeni ırkçı yapılanmalar aracılığı ile şiddetin sokağa yansıdığı yıllar oldu. Tarihe soğuk savaş döneminin sembolü olarak geçen ve 1961’de yapımına başlanan, Almanya’yı Doğu ve Batı Almanya olarak ikiye bölen Berlin Duvarı, 9 Kasım 1989’da yıkılarak birleşme sağlandı. Nihayet 3 Ekim 1990’da beş eyaletin Federal Almanya Cumhuriyetine bağlanmasıyla anayasa zemininde birleşme tamamlanmış oldu.
1996 ile 1998 yılları arasında kurulduğu iddia edilen NSU örgütü 26 Ocak 1998’de yeraltına çekilme kararı aldığında; siyaset, medya ve toplumun geniş kesimi yabancıları “ülkenin sırtındaki kambur” olarak değerlendiriyordu. 1990’lı yılların şiddet iklimi ise son derece organize ve cüretkâr hareket eden, Almanya’yı doğudan batıya, güneyden kuzeye gezerek cinayet planları hazırlayan bir terör örgütü ortaya çıkardı. Almanya’nın son 30 yılına bakıldığında çok bir şeyin değişmediği gözlemleniyor. Bir taraftan sağ terör ve ırkçılık siyasetin gündeminde yerini korurken diğer taraftan Müslümanlar ırkçı saldırılara maruz kalmaya devam ediyor.
Irkçılık kodları silinemiyor
2. Dünya Savaşı sonrası kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti ırkçı mirasını gelecek nesillere taşımaya devam etti. Bir taraftan Hitler dönemi ile yüzleşme yaşanırken, diğer taraftan ırkçı ideolojiyi benimsemiş geniş kitleler ‘yeni sistem’ içerisine entegre edildi.
- Konrad Adenauer Hükümeti, ekonomik kalkınmanın yaşandığı, refah seviyesinin hızla arttığı 1950’li ve 60’lı yıllarda işçi eksiğinin giderilmesi için farklı ülkeler ile işçi kabul anlaşmaları imzaladı. 1966/67 yıllarında ekonomik durgunluğun başlaması ile birlikte misafir işçi (Gastarbeiter) olarak adlandırılan insanlar yük olarak algılanmaya başlandı.
Kamuoyunda devam eden tartışmaların ardından 1973’de yaşanan ekonomik kriz ile yabancı ülkelerden işçi gelişi durduruldu. Gelen ‘misafir’ işçilerin kısa süre sonra ülkelerine geri dönmesi beklenirken âile birleşimi ile Almanya’da yaşayan yabancıların sayısı arttı. Bu beraberinde bastırılmış yabancı düşmanlığının tekrar görünür olmasına yol açtı. Neonazi çeteler mobilize oldu, yabancılara saldırılar arttı ve toplumsal kutuplaşma derinleşti.
24 Haziran 1985
Hamburg’da yaşayan 29 yaşındaki Mehmet Kaymakçı üç Neonazi tarafından önce dövüldü, ardından 94 kilo ağırlığındaki bir kaya parçası ile ezilerek acımasızca öldürüldü.
21 Aralık 1985
Aynı kentte sadece beş ay sonra 26 yaşındaki Ramazan Avcı 30 Neonazi tarafından barbarca dövülerek öldürüldü. 1970 ile Berlin Duvarının yıkıldığı 1989 yılları arasında Almanya’da toplam 54 Neonazi cinayeti işlendi.
1990’lı yıllar bugünlerin habercisiydi
Federal Almanya, 1990’lı yıllarda büyük değişimler yaşadı. O yıllar, ırkçı hareketlerin hızla büyüdüğü, yeni ırkçı yapılanmalar aracılığı ile şiddetin sokağa yansıdığı yıllar oldu. Tarihe soğuk savaş döneminin sembolü olarak geçen ve 1961’de yapımına başlanan, Almanya’yı Doğu ve Batı Almanya olarak ikiye bölen Berlin Duvarı, 9 Kasım 1989’da yıkılarak birleşme sağlandı. Nihayet 3 Ekim 1990’da beş eyaletin Federal Almanya Cumhuriyetine bağlanmasıyla anayasa zemininde birleşme tamamlanmış oldu.
Ülke içindeki göç hareketi ve ülke dışından gelen göç toplumda tartışmaların artırarak devam etmesine zemin hazırladı. 20. yüzyılın en etkili Alman şâiri ve tiyatro yönetmeni Bertold Brecht’in şiirinde ifade ettiği gibi (Mühen der Gebirge) iki Almanya’nın birleşmesi ile dağları aşmanın zorlukları geride kalmıştı. Ancak Alman toplumunun önünde ovanın zorluklarını (Mühen der Ebenen) aşmak vardı ki bu dağları aşmaktan daha fazla çaba ve sabır gerektiriyordu.
Doğu Almanya’dan batı Almanya’ya göç her geçen yıl artarak devam ederken, iki Almanya arasındaki ekonomik eşitsizliği azaltmak için batıdan doğuya mali yardımlar akmaya devam etti. Doğu Almanya’da artan ırkçılığı sadece bölge ekonomisine ve yoksulluğa bağlamak eksik kalır.
İki Almanya’nın birleşiminin ardından istihbarat kurumları doğu Almanya’daki sol ve antifaşist siyasi yapıyı kırma amacıyla sağ örgütlerin kurulmasına göz yumdu. Nitekim NSU terör örgütü de bu yolla kurulan Thüringer Heimatschutz’un içerisinde yetişmiş ve daha sonra kendi örgütünü kurmuş Neonazi gençlerden oluşuyordu.
Federal İstatistik Kurumunun 2019 verilerine göre, Almanya’da yaklaşık 21,2 milyon insan (nüfusun %26’sı) göçmen kökenli. İstatistikler Almanya’nın göçmen ülkesi olduğunu gösterse de, siyaset ve toplum bu fikirle barışık değil. Hâlbuki ülkenin gündemine oturan yabancı karşıtı tartışmalar 1990’larda da siyaseti yönlendiriyordu. Afrika ülkelerinden gelen göçmenlere Yugoslavya’nın parçalanmasıyla balkan göçmenleri de eklenince Almanya’ya iltica edenlerin sayısı 1992’de 440 bini buldu. Ülkeye birkaç yıl içerisinde çok sayıda yabancının gelmesi, toplumda var olan ancak bastırılan yabancı düşmanlığını tekrar gün yüzüne çıkarttı. Zira o yıllarda uyuyan sağ terörist hücreler çeşitlenmeye, büyümeye ve eyleme geçmeye başladı.
Unutulmaması gereken ırkçı cinayetler
24 Kasım 1990
Doğu ve batı Almanya’nın birleşmesinin ardından işlenen ilk Neonazi cinayeti, 24 Kasım 1990’da Angolalı mülteci Amadeu Antonio Kiowa’nın barbarca dövülerek öldürülmesi oldu. Birleşme sonrası Neonaziler tarafından işlenen ilk Türkiye kökenli göçmen cinayeti ise kalbinden bıçaklanarak öldürülen 17 yaşındaki Nihat Yusufoğlu cinayetiydi.
20 Eylül 1991
Hoyerswerda kentinde 500 Neonazi tarafından iki mülteci evine yapılan taş, sopa ve molotoflu saldırı bir dönüm noktasıydı. “Nazi pogromu” olarak da adlandırılan bu saldırıda 240 mülteci yaşadıkları evde rehin kaldı ve 32’si yaralandı. Saldırının ardından kentte bulunan tüm mülteciler siyasetçilerin aldığı kararla komşu şehirlere dağıtıldı. Hoyerswerda “yabancılardan arınmış” şehir olarak kayıtlara geçti. Böylelikle Neonazilerin şiddet eylemleri ile siyasetçileri nasıl yönlendirdikleri bir kez daha görüldü.
13 Ekim 1991
Neonazilere destek olmak için sokağa dökülen bazı Almanların utanç verici davranışı ise daha sonraki yıllarda gerçekleşen saldırılarda da kendini gösterdi. Sadece bir ay sonra 19 yaşındaki Türk asıllı Mete Ekşi, üç Alman kardeş tarafından dövülmesinin ardından 13 Kasım 1991’de hayatını kaybetti.
23 Kasım 1992
1990 ile 1993 yılları arasında resmi verilere göre 58 mâsum insan ırkçı terörün kurbanı oldu. Hoyerswerda saldırısından yaklaşık bir yıl sonra, Ağustos 1992’de Rostock-Lichtenhagen’de yüzlerce Neonazi, destek için toplanan 3 bin Almanın gözleri önünde mülteci evlerini günlerce kuşattı ve ardından ateşe verdi.
- 23 Kasım 1992’de Mölln’de ikisi çocuk üç Türk vatandaşı evleri kundaklandığı için yanarak can verdi, dokuz kişi ise ağır yaralandı.
O dönemin siyasetçileri şiddet eylemlerini yanlış mülteci politikalarının bir sonucu olarak görerek Neonazilerin taleplerine karşılık verdi. Eyalet parlamentolarında Neonazi partileri güçlendi. 1992’de yapılan Baden-Württemberg eyalet seçimlerinde ırkçı parti REP oyların yüzde 10,9’unu alarak ilk defa parlamentoya girdi. Aynı gün yapılan Schleswig-Holstein eyalet seçiminde ise ırkçı parti DVU oyların yüzde 6,3’ünü alarak parlamentonun üçüncü büyük partisi oldu.
26 Mayıs 1993
Hristiyan Birlik Partisi (CDU), Sosyal Demokratlar (SPD) ve Liberaller iltica yasasını yeniden düzenledi. O güne kadar koşulsuz tanınan iltica hakkı değiştirilerek “siyasi olarak baskı gören insanlar sığınma hakkına sahiptir” ibaresi eklendi. 26 Mayıs 1993’de sertleştirilen yeni iltica yasası Federal Parlamentodan geçti. İltica hakkı tanınan insanların sayısı hızla azaldı. 2002 yılına kadar Almanya’nın iltica hakkı tanıma oranı yüzde 2’nin altında seyretti. Buna karşın yasanın çıkması Neonazilerin nefretini dindirmeye yetmedi.
29 Mayıs 1993
Yasanın parlamentodan geçmesinden sadece üç gün sonra, 29 Mayıs 1993’de Solingen’de Neonaziler tarafından kundaklanan evde beş Türk vatandaşı öldü ve 17 kişi yaralandı. Solingen ve Mölln yangınları Almanya’da yaşayan Türkler için travmatik sonuçlar doğuran iki Neonazi saldırısı oldu. O günlerde mültecileri bahane eden Neonaziler sokakları terörize ederken mülteci olmayan ve on yıllardır Almanya’da yaşayan ve ülkenin kalkınmasına katkı sunmuş Türkleri hedef almıştı. Bu yıl 28. yıldönümünü yaşadığımız Solingen katliamı, ırkçı saldırıların açtığı yaranın acısının yıllar içerisinde dinmediğini ve ırkçı cinayetlerin bir daha tekrarlanmaması için unutulmaması gerektiğini bir kez daha gösterdi.