‘Allah ile konuştum’
Dünyada benzeri az olan güçlü bir gelenek ve geçmişe sahip bir milletin çocuklarına bütün bunlar anlatılmayıp sadece bir asır evvel yaşamış bir şahısla sınırlamak aslında ülkenin ve nesillerin hayallerini, geleceklerini yok etmekten başka bir şey değil.
Haber yeni değilse de biz yeni gördük. Almanya’nın Düren şehrinde KGS LeNie (Lendersdorf/ Niederau) okulunun 4. sınıfa giden yaklaşık 70 talebesi, 6 öğretmen nezaretinde Düren Hicret (IGMG) Camii’ne götürülmüş. Okulun amacı çocukların İslam hakkında birinci elden bilgi almalarını sağlamak ve görgülerini artırmak…
Çocuklar cami görevlilerine ‘Domuz eti neden haram?’, ‘Kadınlarla erkekler neden ayrı ayrı namaz kılıyor?’, ‘Cami içindeki minber, hutbe ne işe yarar?’, ‘Ayakkabıyla halılara neden basmıyorsunuz?’, ‘Neden oruç tutuyorsunuz?’ gibi suâller yöneltmişler. Bazıları hafta sonları gelip, sizi ve ders gören Müslüman çocukları izleyebilir miyiz bile demişler. Meraklılardan biri cami içindeki deve kuşu yumurtalarını neden astıklarını sormuş ve bunların örümceklerin ağ yapmasını engellemek için olduğunu duyunca çok şaşırmışlar.
Buraya kadar her şey normal gözüküyor ama asıl ilginç şeyler ziyaretin sonunda. Çocukların bitmeyen soruları üzerine imam Ömer Reel, çocuklara, ‘Müslümanlar gibi secde yapmak ister misiniz’ diye sormuş. Öğretmen ve çocuklar kabul etmişler. Ardından topluca secdeye kapanılmış. Sonra cevap vermek isteyenlere secdede neler hissettikleri sorulmuş. Çocuklar şöyle cevap vermişler:
- İsa’yı dinledim...
- Allah ile konuştum...
- Bir daha kiliseye asla gitmem...
- Yer penceresinden cenneti seyrettim...
- Öğretmenim, Müslüman olmak istesem bana kızar mısınız?
- Bu meditasyon yogadan daha zevkli...
- Alnımdan ağrılar ve kötü enerjiler yere aktı...
- Müslümanların Tanrı’sını gördüm, severek beni de çağırdı...
- Yıldızlar bana yaklaştı onları seyrettim...
- Işıktan insanlar seyrettim Tanrı onları seviyordu...
- Müslüman çocuklar niye burada değiller?
- Işıktan arabalarla göklere çıktık…
- Meryem annemizi gördüm, ‘bana üzülme, çarmıhta elleri çivili olan benim de Tanrı’nın da oğlu değil’ dedi... şeklinde cevaplar vermişler. Bu çocukların henüz buluğa ermemiş olduklarını ve İslam fıtratından henüz sıyrılmadıklarını hatırlatmakta fayda var.
Yine haberlere göre ise çocuklardan bazıları Müslümanların Tanrı’sının Almanca bilip bilmediğini sormuş. Biri de camiye gitmeden önce öğretmenlerden camiye girdiğinde kendisinin ve arkadaşlarının öldürülmeme garantisini istemiş. Bir çocuk ise Tanrıya saygı için başını yere koyan birini neden ‘terörist’ olduğunu anlamadığını söylemiş.
Cami görevlileri cami duvarlarında resimlerin olmayışının sebebini soran çocuğa, İslam’ın putperestliğe izin vermediğini belirtmiş. Bir diğeri ‘Sizde neden çan sesi yok’ bir başkası ‘Minareler neden bu kadar yüksek’ diye sormuş.
Türk çocuklarına Atatürk enjektesi
Esra Elmas’ın HayyKitap’tan çıkan “Sevgili Atatürkçüğüm” adlı bir kitabı var. Bu çalışma ise Türkiye’deki ilkokul çocuklarının Mustafa Kemal algısını inceliyor.
Elmas, yüksek lisans tezi hazırlarken, bir devlet bir de özel okul olmak üzere iki ilköğretim okulundan 60 çocuğa ‘Atatürk sizce nasıl biridir?’ ‘Atatürk’ü en çok hangi özelliği ile hatırlıyorsunuz?’ ‘Atatürk şu anda yaşıyor olsaydı, hayatımızda bir fark olur muydu?’ gibi sorular yöneltmiş.
Türkiye’de cebinizdeki paradan sokaktaki meydana, herhangi bir resmi daireden ders kitaplarına dek Mustafa Kemal’in resim, heykel veya büstünün olmadığı bir yer bulmak imkansız. Başka bir ülkede örneği olmayan bu uygulama aslında bir beyin yıkama faaliyeti. Dolayısıyla beyni, Mustafa Kemal ile doldurulmuş çocukların Alman çocuklarının hissettiklerini hissedebilirler mi?
Mustafa Kemal’e ilah muamelesi yapan bir sistemin yetiştirdiği çocukların cevaplarını herkes kendi evinden, kendi çocuğundan zaten biliyor.
Buraya Elmas’ın tespitlerini iktibas etmek daha doğru olsa gerek. Yazar diyor ki: “Bütün bir eğitim müfredatı, onun etrafında şekillenir. Okula adımını attığı ilk günden mezun olduğu son güne kadar çocuklardan, her davranışlarında Atatürk’ü örnek almaları, onun kimliğine bürünmeleri istenir ve beklenir.
Çocuklara sahip çıkma mücadelesinde hiç değişmeyen husus, adı değişse de çocuklardan her zaman bir otoriteye biat ve itaat etmelerinin istenmesidir.
Atatürk, tüm geçmiş ve gelecek ideallerinin ete kemiğe büründüğü, Türkiye’nin modern yüzüdür. O kurucu Ata figürüdür, aydınlanma reformları bağlamında esas olarak siyasi alanda dînî referanslardan çıkış, kamu alanında dînî simgelerin ikinci planda yer almasına geçiş sürecinin merkezinde yer alır. Onun adıyla anılan ilkeler anayasal hükümlerdir. Devletin, Atatürkçülük olarak tanımlanan resmî bir ideolojisi vardır.
Atatürk’ün bu noktada Tanrısal bir özellikle çocuğun zihninde yer etmesi nerdeyse kaçınılmaz. Atatürk’ün şu anda yaşamıyor oluşu da bu algıyı pekiştiren en önemli unsurlardan biri. Çocuklar artık yaşamayan, ete kemiğe bürünmüş haliyle değil ancak siyah-beyaz fotoğraflardan görebildikleri ve anma törenlerinde buğulu bir kayıttan sesini zar zor duyabildikleri bir Atatürk ile muhataplar. Çocuklar son kertede bir ölü ile muhataplar. Fakat bu ölü, hayat(lar)ın(ın) içinde…”
Temel mesele şu ki, dünyada benzeri az olan güçlü bir gelenek ve geçmişe sahip bir milletin çocuklarına bütün bunlar anlatılmayıp sadece bir asır evvel yaşamış bir şahısla sınırlamak aslında ülkenin ve nesillerin hayallerini, geleceklerini yok etmekten başka bir şey değil.
Akılları dumura uğratılan körpelerin bazılarının okulda farklı, evde ve sokakta farklı davranmaya iten ruh hali ile bir beşere ilah muamelesi yaptırılma şizofrenisi arasında sıkışıp kalmak ne yazık ki bu ülkeye yapılan en büyük kötülük.
Bu gerçekler ışığında Almanya’da öğretmenlerin yaptığını, İslam’ın ilk yıllarından bu yana Müslüman olan bir milletin ülkesi Türkiye’de yapamazsınız. Yapmaya kalkanı önce medya aforoz eder, sonra (eskiye nazaran azalsa da) resmî makamlar bile anasından doğduğuna pişman edebilir.
Toplumca neden birbirimize kenetlenmek yerine birbirimize düşmanlık ettiğimizin sebebini uzaklarda aramaya gerek yok sanırız.