Akîm bir proje olarak Arap Milliyetçiliği
Arap akademisyen Gâzî et-Tevbeh “Geçtiğimiz yüzyılda Arap Milliyetçiliği fikri ümmete ne kazandırdı?” başlıklı makalesinde bu nedenleri iki başlıkta inceler. Bunlardan ilki, Osmanlı döneminde Arap dünyasında tesis edilen İslam kardeşliğinin milliyetçi düşünce tarafından yok sayılmış olmasıdır. 2003 yılındaki Amerika işgali sonrası Irak örneğinde görüldüğü gibi, devletin çökmesiyle birlikte insanlar aşiret yapısına geri dönmüş, dolayısıyla milliyetçilik fikri buhar olmuştur.
Mısır’da hâlâ devam eden askerî vesâyetin varlığı, muhalifleri sindirmek için seçilen şiddet yöntemi, bu bağlamda İhvân’ı sindirme politikaları Abdünnasır’ın mirasıdır. Nitekim 1954’te tutuklanarak yıllarca hapse mahkûm edildikten sonra 1966 yılında idam edilen Seyyid Kutup da bilindiği gibi Abdünnâsır döneminin şehididir.
2. Abdülhamid’in devrilmesi için İttihat ve Terakkî Cemiyeti üyeleriyle yakın temasta bulunan Arap milliyetçisi Sâtı’ el-Husrî, 19. yüzyılın Avrupa’daki milliyetçiliğinin uyanış yüzyılı olduğunu, 20. yüzyılın da Arap dünyasındaki milliyetçi damarın uyanışı olması gerektiğini savunur. Ona göre bu vesileyle Arap dünyasında ciddi bir kalkınma meydana gelebilecek ve Arap toplulukları da hak ettikleri refaha kavuşabileceklerdir. Sâtı’ el-Husrî ve daha nice Arap milliyetçilerinin gayretleri 20. yüzyılda gerçekten de Arap dünyasında bu ümidi gerçekleştirir. Bu yüzyılda, Arap milliyetçilik hareketlerinin pek çok örneğine şahit olunur ki, bunların ilki hiç şüphesiz es-Sevratü’l-Arabiyyetü’l-Kübrâ (Büyük Arap Devrimi) ismiyle İngilizler tarafından kışkırtılan Şerîf Hüseyin’in başını çektiği ayaklanma olur. Sonrasında da bunu 1920 yılında Irak devletinin başına getirilen oğlu Kral Faysal takip eder.
Gertrude Bell arşivi ortada
İngiltere’deki Newcastle Üniversitesi tarafından online erişime açık olan Gertrude Bell’in arşivi, o dönem İngilizler ile Osmanlı’yı arkadan vurmuş olan kimi Araplar arasındaki ilişkiyi gözler önüne net bir şekilde serer.
Son Osmanlı Şeyhülislâmı Mustafa Sabri Efendi’nin âbidevî eseri Mevkıfu’l-Akl’da da işaret ettiği gibi Osmanlı yıkılmadan evvel Arap dünyasına musallat olan Arap idaresi eğer düzgün politikalar gütseydi Osmanlı’nın yıkılarak laik bir devletin kurulması da bu muvaffakiyetle ilan edilemezdi. Efendi, bu idarelerin faaliyetleri neticesinde özellikle Mısır ve Irak’ta iyinin kötü, kötünün iyi yerine kâim olduğunu misalleriyle zikreder.
Türk düşmanlığı kimseye yaramadı
Milliyetçi çıkışlar yukarıda bahsettiğimiz bu iki misalle de sınırlı değildir. Sa’d Zağlûl’un Mısır’daki faaliyetleri, 1952’de yine Mısır’da Cemâl Abdünnâsır’ın, 1965’te Cezâyir’de Hüvârî Bû Medyen’in, 1969’ta Libya’da Muammer Kaddâfî’nin, aynı yıl Sudan’da Ca’fer en-Nümeyrî’nin, yine altmışlı yıllarda Suriye ve Irak’ta görülen Ba’s Hareketi temsilcilerinin, 1962’de Yemen’de Abdullah el-Sellâl’in faaliyetleri Arap milliyetçiliği ve genel itibariyle de Türk düşmanlığı zeminine oturtulur. Bu durumun pek çok misalini vermek mümkündür. Kaldı ki, verdiğimiz örnekler meşruiyetini halktan değil, darbelerden alır ki bu da Arap toplumlarının bu meseledeki payını ortaya koyar. Günümüzden geçmişe doğru bir değerlendirme Sâtı’ el-Husrî’yi tezinde haksız çıkarmaya yeter. Zira Arap dünyasında yaşanan milliyetçilik akımları kâr yerine zarardan başka bir şey getirmemiştir.
Diktatörlüğe yol açtı
Neredeyse bütün Arap dünyasında tesadüf edilen milliyetçi düşünce diktatörlüklerden başka bir şeye sebep olmadı. 2011’de başlayan Arap Baharı, bu diktatörlüklerin suratında patlayan bir halk öfkesiydi. İlmî ve sınâî bakımdan herhangi bir ilerleme kaydedip halkın refahını yükseltemeyen rejimler, Arap halklarının çilesine yenilerini eklemiş oldular. 1948 ve 1967 hezîmetleri bunun en bâriz misalleridir. 48’deki savaşta İsrail’in karşısında yer alan Mısır, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan ve Yemen ciddi bir mağlubiyet almış, 67’de de başını Mısır, Suriye ve Ürdün’ün çektiği Arap koalisyonu yine hezîmete uğramaktan kurtulamamıştır. Çığırtkanlığı yapılan Arap milliyetçiliğinin bu hezimetlerdeki payı ortak bir kanaattir. Yedi Arap devleti bir İsrail ile başa çıkamıyorken, Hamas ve diğer direniş gruplarının İsrail’e kök söktürmesinin altında yatan nedenleri iyi incelemek gerekir.
Arap milliyetçiliği niçin başarısız oldu?
Peki, Arap toplumlarında bu fikir neden verimli olamamıştır? Arap akademisyen Gâzî et-Tevbeh “Geçtiğimiz yüzyılda Arap Milliyetçiliği fikri ümmete ne kazandırdı?” başlıklı makalesinde bu nedenleri iki başlıkta inceler. Bunlardan ilki, Osmanlı döneminde Arap dünyasında tesis edilen İslam kardeşliğinin milliyetçi düşünce tarafından yok sayılmış olmasıdır. 2003 yılındaki Amerika işgali sonrası Irak örneğinde görüldüğü gibi, devletin çökmesiyle birlikte insanlar aşiret yapısına geri dönmüş, dolayısıyla milliyetçilik fikri buhar olmuştur. İkincisi de hiç şüphesiz milliyetçi yapıların dine karşı küçümser bir yaklaşıma sahip olmalarıdır.
- Bir medeniyetin gelişmesinde varlığı inkar edilemeyecek unsurlardan biri olan dînî düşüncenin zihinlerden ve kalplerden çıkartılmasının neticede heyecansız bir toplum meydana getireceği inkar edilemez. Milliyetçilik düşüncesinin dine alternatif olamayacağı günümüz Arap dünyasında net bir şekilde görülmüştür.
Cemal Abdünnasır örneği
Geçtiğimiz günlerde vefatının üzerinden yarım asır geçmiş biri olarak hatırlanan, Arap milliyetçiliği fikrini adeta bayraklaştıran Cemal Abdünnâsır mevzuya müşahhas bir misaldir. Abdünnâsır’ın büyük umutlarla başlayan hikâyesinin neticesi hayal kırıklığından başka bir şey olmaz. Uzun zaman süren İngiliz işgali, özellikle 26 Ağustos 1936’da İngiltere ile imzalanan anlaşma neticesinde bu ülkeye verilen imtiyazlar, ülkedeki İngiliz aleyhtarı milliyetçi hareketin güçlenmesi neticesini doğurur.
Abdünnâsır’ın arkadaşları ile birlikte 1940’ların başında kurduğu, Arap milliyetçiliğini şiar edinmiş Hür Subaylar Teşkîlâtı’nın gayesi ülkeden İngilizleri kovmaktır. 1948’deki savaş her ne kadar hezîmetle neticelense de kazanılan mahallî başarılar Abdünnâsır ve teşkilata halk nezdinde ciddi itibar sağlar. 1952 yılında Kral Fâruk’un devrildiği darbede faal rol alan Abdünnâsır, nihâî olarak 1970 yılındaki vefatına dek Mısır’ın tek adamı olmayı başarır. Bir kere her darbenin arkasından kaçınılmaz olarak gelen muhâlifleri sindirme, onları kontrol altında tutma, istihbârât ve güvenlik ağlarını kuvvetlendirme politikası burada da söz konusu olur.
Altı gün savaşıyla sönen umutlar
Abdünnâsır, özellikle 1954 yılında başlattığı operasyonla İhvân’a büyük bir darbe vurup kendisine tehlike olabilecek sesleri bastırırken, iki yıl sonra Süveyş Kanalı’nı millîleştirme hareketiyle popülaritesini daha da arttırır. İsrail, İngiltere ve Fransa’nın saldırısıyla karşılaşan Abdünnâsır, tarihe Süveyş Krizi olarak geçen krizin sonrasında Fransa ile İngiltere’nin çekilmek zorunda kalması nedeniyle krizin kazananı olur.
Abdünnâsır’ın Arapları tek çatı altında birleştirme fikri, 1958 yılında Mısır ile Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti şeklinde birlikteliğiyle ilk meyvesini verir. Ne var ki 1961’de Suriye’de meydana gelen darbe, bu hayali çok çabuk söndürür. Milliyetçilik sayesinde Arap hayalinin gerçekleşeceğine dair olan inanç kimi başarılı adımların yanı sıra fazlasıyla hararetli söylemlerle artarken 1967’deki Altı Gün Savaşı büyük bir hayalkırıklığına yol açar.
- Abdünnâsır’ın imajı hem ülke içinde hem de Arap dünyasında ciddi bir sarsıntı geçirir. Durumu fırsat bilen muhâlif hareketlerin de ortaya çıkmasıyla gücünü iyice kaybeden Abdünnâsır, nihayet 1970’te geçirdiği bir kalp krizi neticesinde vefat eder.
Sisi rejimi de onun mirası
Arap Birliği fikri inkıraza uğrarken, coğrafyada farklı isimler tarafından terennüm edilen bu tutkunun nakaratları arasında kendisine de yer verilir.
Mısır’da hâlâ devam eden askerî vesâyetin varlığı, muhalifleri sindirmek için seçilen şiddet yöntemi, bu bağlamda İhvân’ı sindirme politikaları Abdünnasır’ın mirasıdır. Nitekim 1954’te tutuklanarak yıllarca hapse mahkûm edildikten sonra 1966 yılında idam edilen Seyyid Kutup da bilindiği gibi Abdünnâsır döneminin şehididir.