AK Parti iktidarında Türkiye-Ortadoğu ilişkileri
Yüzünü batıya dönen ve eski topraklarını, ırkdaş ve dindaşlarını ihmal eden bir Türkiye geride kaldı. AK Parti iktidarıyla inişli çıkışlı da olsa başta Ortadoğu devletleri olmak üzere İslam dünyasıyla yüksek bir temas sağlandı. Türk dünyası ile bağlar iyiden iyiye güçlendirildi. Uzatılan dostluk elini tutan her ülkeye var gücü ile destek verildi. Suudi Arabistan, BAE ve Mısır tarafından cezalandırılmak istenen Katar av yapılmaktan kurtarıldı. 2017’de ambargo başladığında uçak ve gemilerle yardım malzemesi yollandı, hatta bu ülkede askeri bir üs açıldı. Doğu Akdeniz’de Mısır ve İsrail’in öncülük yaptığı, Yunanistan’ın da dâhil olduğu doğal gaz arama ve çıkarma girişimine karşı aktif bir diplomatik ve hukuki mücadele yürüten Türkiye, kendi doğal gaz arama faaliyetlerini başlattı. Kısaca AK Parti iktidarında Ortadoğu önemini hep korudu.
Türkiye’nin 2002 yılından 2023 yılına kadar Ortadoğu bölgesine yönelik takip ettiği dış politikayı üç ayrı dönem hâlinde ele almak mümkün. İlk dönem, Adâlet ve Kalkınma Partisi’nin (Ak Parti) iktidara geldiği 2002 yılından Arap Baharı’nın başladığı 2010 yılına kadar olan dönemi kapsarken, ikinci dönem 2011’den 15 Temmuz darbesinin gerçekleştiği 2016’ya kadar olan dönemi, son dönem ise 2016 yılından bugüne kadar olan dönemi kapsar.
İlk dönem: 2002-2010
AK Parti iktidara geldiğinde Türkiye büyük bir uluslararası-bölge krizi ile karşı karşıyaydı. ABD, kitle imha silahlarına sahip olduğu ve uluslararası terörizme destek verdiği gerekçesiyle Irak’ı işgal etme hazırlığındaydı. Türkiye’nin topraklarına asker konuşlandırmayı ve kuzeyden ayrı bir cephe açmayı planlıyordu. Yapılan baskılara ve verilen teşviklere rağmen Türkiye bu planı kabul etmedi ve ABD’yi Irak’ı işgal planında değişiklik yapmaya zorladı.
Ancak tezkerenin reddiyle ABD ile ilişkilerde büyük bir sorun yaşanacağına ilişkin tahminler boşa çıktı. Üstelik tezkerenin reddi, Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerindeki hem yöneticiler hem de halk nezdindeki prestijini görülmemiş ölçüde artırdı.
Takip eden yedi yıl boyunca Türkiye kazandığı bu prestijle bölgedeki her ülke ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirdi. 2008 yılında Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından Türkiye stratejik ortak ilan edildi. Bu, konsey tarihinde bir ilkti. Suriye, Lübnan, Ürdün ve Yemen’le karşılıklı olarak vizeler kaldırıldı.
Türkiye’nin Ortadoğu’ya ihracatı 2002 yılında sadece 4,7 milyar dolardı. Bu rakam 6 kattan daha fazla bir artışla 2010 yılında 30 milyar dolara fırladı. Ortadoğu’ya yapılan ihracatın toplam ihracat içindeki payı 2002 yılında yüzde 13 iken, 2010 yılında yüzde 26 oldu.
Aynı dönemde bölgeden daha fazla turist Türkiye’ye geldi. İranlı ve Arap turistlerin sayısı 2003 yılında 950 bin iken, 2010 yılında 2,8 milyon oldu.
İlişkilerin gelişmesinde AK Parti liderliğinin bölgeye yaptığı sık ziyaretlerin katkısı büyüktü. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2008-2010 yılları arasında 15 kez, 2003-2010 yılları arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 52 kez bölge ülkelerini ziyaret etti.
AK Parti liderliğinin Türkiye’nin bölge ile ilişkilere katkısı, bölge ülkeleri tarafından da takdir edildi. O dönem Başbakan olan Erdoğan’a;
- Suudi Arabistan 2010 yılında ‘Uluslararası Kral Faysal İslam’a Hizmet Ödülü’ verirken,
- Libya aynı yıl “İnsan Hakları için Uluslararası el-Kaddafi Ödülü”,
- Kuveyt ise 2011 yılında “İslam Dünyasının Olağanüstü Şahsi Ödülü”nü verdi.
Söz konusu dönemde Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde ilişkilerinin kötüleştiği tek ülke İsrail’di. İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik 2008 yılında başlattığı askeri operasyon sonucu ilişkiler gerildi, Mavi Marmara saldırısından sonra ise tamamen koptu.
İkinci dönem: 2011-2016
Arap Baharı, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesine yönelik dış politikasında önemli bir kırılmaya sebebiyet verdi. O tarihe kadar Ortadoğu’nun hem halkları ile hem de rejimleri ile iyi ilişkiler geliştirmenin ardında olan AK Parti, artık Arap halklarının yanında olacaktı. Türkiye artık “komşularla sıfır sorun” politikası değil “komşu halklarla sıfır sorun” politikasını takip edecekti.
Arap Baharı 2010 yılının son ayında Tunus’ta patlak verdi. Protestolar bir ayını doldurmadan Tunus’un otoriter lideri Zeyn el-Abidin bin Ali’yi iktidardan düşürmüştü. Aslında Türkiye, Tunus’ta bir ay boyunca yaşanan protestolarla alâkalı müsbet veya menfi bir açıklama yapmadı. Türkiye, ancak geniş katılımlı sokak protestoları Mısır’da da olmaya başlayınca konumunu aldı. Hem de doğrudan Başbakan Erdoğan’ın ağzıyla:
“Mısır Devlet Başkanı Sayın Hüsnü Mübarek'e çok samimi bir tavsiyede bulunmak istiyorum... Halkın haykırışına, son derece insânî taleplerine kulak verin… Halktan gelen değişim arzusunu hiç tereddüt etmeden karşılayın.”
Türkiye böylece varolan rejimlere, sokağa dökülen halkların tarafında durduğunu resmen ilan etti ve bu duruşunu Yemen, Libya ve Suriye’de de devam ettirdi. Hatta Körfez monarşilerinin son derece hassasiyet gösterdiği Bahreyn’de bile rejimin halkın sesine kulak vermesi gerektiği çağrısını yeniledi.
Türkiye, Arap Baharı’nın başarılı olduğu ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Mübarek devrildikten sonra Mısır’ı ilk ziyaret eden devlet adamı Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü. Hem de Mübarek’in devrilmesinden henüz bir ay bile geçmeden. Abdullah Gül, 2012 yılının Mart ayında Tunus’u, 2013 yılının Şubat ayında Mısır’ı ziyaret ederken, Başbakan Erdoğan 2011 yılının Eylül ayında Mısır, Tunus ve Libya’yı kapsayan bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye ayrıca bu ülkelerle onlarca işbirliği anlaşması imzaladı ve yeni hükümetlere verebildiği her türlü desteği verdi.
Ancak Arap Baharı’nın kazanımları korunamadı. Bahreyn’de protestolar şiddetle bastırıldı. Libya ve Suriye iç savaşa sürüklendi. Mısır’ın seçimle iş başına gelen ilk Cumhurbaşkanı 2013 yılının Temmuz ayında askeri bir darbe ile devrildi.
Arap Baharı’nın bitişi Türkiye için kayıp oldu. Suriye ile ilişkiler tamamen koptu. Mısır’la ilişkiler maslahatgüzar seviyesine geriledi. Arap Baharı karşısında konumlanan Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkiler büyükelçi seviyesinde kalsa da gözle görülür şekilde kötüleşti.
Mısır darbesini takip eden yıllarda Türkiye bölgede yalnızlaştırıldı, öyle ki Başbakan Erdoğan’ın dış politika danışmanı İbrahim Kalın bu durumu “değerli yalnızlık” olarak niteledi. Türkiye’nin bu dönemde Ortadoğu bağlamında ilişkilerinin güçlendiği tek ülke, Türkiye gibi bölgede yalnızlaştırılan Katar oldu.
Üçüncü dönem: 2016-2023
Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikası 2011-2016 yılları arasında idealist bir dış politikaydı. Bütün bölgeyi dönüştürmeyi hedefliyordu. 2016 yılı bu idealist dış politikadan vazgeçildiği ve Türkiye’nin siyâsî, iktisâdî ve askerî gücü ile orantılı daha realist hedeflerin takibine başlanan yıl oldu. Bu değişim en net şekilde Suriye dosyasında gerçekleşti. Türkiye hedefini, Esad rejimini yıkmaktan Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin de desteği ile güçlenen PKK/PYD ile tam mücadeleye doğru değiştirdi. Bu yeni hedef doğrultusunda Suriye’ye üç askerî harekât gerçekleştirdi ve örgütün kontrolü altındaki alanı Akdeniz’e kadar genişletmesini engelledi ve sınırlarından uzaklaştırdı.
Daha realist bir dış politika, Türkiye’nin daha pasif bir dış politika izlemesi anlamına gelmedi. Bilakis Türkiye aktif dış politikasına devam etti. Suudi Arabistan, BAE ve Mısır tarafından cezalandırılmak istenen Katar’a destek oldu, 2017’de ambargo başladığında uçak ve gemilerle yardım malzemesi yolladı, hatta bu ülkede askeri bir üs açtı. Doğu Akdeniz’de Mısır ve İsrail’in öncülük yaptığı, Yunanistan’ın da dahil olduğu doğal gaz arama ve çıkarma girişimine karşı aktif bir diplomatik ve hukuki mücadele yürüttü ve kendi doğal gaz arama faaliyetlerini başlattı.
Yine bu dönemde Türkiye, Libya’daki Trablus merkezli hükümeti desteklemeye devam etti. Suriye, Katar, Doğu Akdeniz ve Libya dosyalarında Türkiye gerektiğinde sahip olduğu askeri gücü kullanmaktan çekinmeyeceğinin sinyalini güçlü bir şekilde vermiş oldu. Ancak bu, Türkiye’nin saldırgan bir üslup ve tavır takındığı anlamına gelmemeli. Bilakis Türkiye bu dönemde meşru haklarını savunan bir ülke üslubu ve tavrı benimsedi.
Aynı dönemde İsrail dâhil bütün ülkelerle ilişkileri normalleştirmenin yollarını aradı ve buna açık olduğunu ilân etti. Nitekim ilişkileri normalleştirme konusunda ciddi olduğunu peşi sıra gelen gelişmeler ispat etti. Türkiye; İsrail, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini büyük ölçüde normalleştirip, Mısır’la normalleşmede ise büyük mesafe kat ederken, Suriye ile de benzer bir süreç için önemli adımlar attı.
Söz konusu üç dönem boyunca Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasında en istikrarlı dosya, Katar’la ilişkilerinden sonra hiç kuşkusuz İran’la ikili ilişkileri oldu. Türkiye hiç bir dönemde -Suriye’de tamamen zıt politika takip ettikleri ikinci dönemde bile- İran ile ilişkilerini bozmadı. Ne Amerika’nın ne de bölge müttefikleri İsrail ve Suudi Arabistan’ın ardına takılıp, İran’a yönelik hâlen devam eden yaptırım ve baskı politikalarına dâhil olmadı.
Bölgenin ve dünyanın yakından izlediği seçimler sonrası Türkiye’nin Ortadoğu politikaları değişecek mi, değişecekse ne yönde değişecek, bunu elbette zaman gösterecek…