Ah toprak ah!
Toprağın dengesinin bozulması, bitki içindeki diğer mineral ve besinlerin dengesinin bozulması mânâsına gelir. Bu bozulma, bitkiyi strese sokarak bitkinin besin maddelerinden mahrum kalmasına neden olur. Stresli bitkiler tıpkı insanlar gibi hastalık ve zararlılara karşı daha hassas olurlar. Bu noktada yeşil devrimci üretim anlayışının diğer felaketi kimyasal zehirler devreye girer. Bitkilerinde böcek veya mantar gören çiftçi, akıl danıştığı ziraatçısından genellikle böcek veya mantar ilacı öğüdü alacağı için hem parasından hem canından hem toprağından olacağı kısır bir döngü içine girmiş olur.
Çok bilinmez ama kadim ziraatın ipinin çekildiği milat, İkinci Dünya Savaşı’dır. Açlık ve fakirliğe son vereceği yalanıyla dünyaya ilân edilen ve hayatı geri dönülmezcesine tarumar eden kısır hibrit tohumlarının ilk çalışmaları, savaşın ayak seslerinin duyulduğu zamanlara denk geldi. En kasvetli zamanlarında “Yeşil devrim” diye tanımlanacak yabânî üretim modelinin çalışmaları bitmek üzereydi. Sözde yüksek verimli bu tohumlardan türeyen bitkileri hastalık ve zararlılardan koruyacağı söylenen zehirlerle birlikte olmazsa olmazlardan sayılan sentetik gübreler bu savaşın tüccarlarınca keşfedildi.
Bir şeytânî fikir
Yanlış anlaşılmasın, zaman içinde yüz milyarlarca dolarlık devasa bir endüstriye dönüşecek olan kimyevî gübreleri keşfedenler, öyle uzun ve meşakkatli ilmî araştırma ve deneylerin sonucunda yapmadılar bu işi. Savaşta milyonlarca ton bombanın yapımında kullanılan “Amonyum nitratı” üreten devasa fabrikaların savaş sonrası âtıl duruma düşecek olmasının endişesiydi buluşlarına ön ayak olan.
Sonunda çözüm, hammaddenin savaş sonrası yeşil devrimci tarım anlayışının olmazlarından “gübre” olarak kullanıma devam etmesinde bulundu. Bu şeytânî fikir yoğun propagandanın da etkisiyle tuttu. O gün bugündür dünyanın dört bir yanında her çiftçi gücü yettiğince savaşın yok edici hammaddesini toprağına atmayı marifet biliyor. Böylece Yaradan (c.c.)’ın kuluna bahşettiği en büyük nimetlerden toprak, her geçen gün zehirlenirken, tüccarları toplam üretimi 200 milyon tonu aşan gübrelerinden milyarlarca doları her yıl kasalarına indiriyorlar.
Yeşil devrim, savaş sonrası dünyanın her bir noktasında çiftçileri bu gübrelere alıştırmak için bol keseden atıp durdu. Zaten her ülkenin tarım politikaları da onların desteklenmesi ve yaygınlaştırılması için biçimlendirilmişti. Sentetik gübrelerin, bitkilerin su tutma kapasitesini ve kök derinliğini arttırdığı ya da içeriğinde bulunan elementlerin her birinin bitkileri nasıl güçlendirdiği, köklerini nasıl geliştirdiği, büyümelerini nasıl arttırdığı anlatıldı.
Bugün hâlâ sentetik gübrelerle ilgili internet aramalarının sonucu çoğunlukla faydaları üzerinedir. Suda kolayca çözünüp, bitkiler tarafından hızla kullanılır hâle geldiklerinde verimi artırdığı için düzenli uygulanmalarının gerekliliği vurgulanır. Bütün bu bilgileri okuyanlar tabiatıyla bu gübrelerin temiz, çevreye zararsız bitkilere yararlı ve çiftçiye kazanç sağlayan mucizeler olduklarını düşünebilirler. Gerçekten toprağın yapısını canlandırıp, dokusunu iyileştirdiği ve uzun vadede verimliliğini artırdığına bile inanabilirler.
Ne kadarı doğru?
Peki, bütün bu bilgilerin ne kadarı doğrudur? Gerçekten gübreler günahsız mıdır? Ya da zararları yararlarının yanında lafı edilmeyecek düzeyde midir?
Endüstriyel tarımla birlikte olağanlaşan kimyevî gübreler artı ve eksileriyle yan yana getirilip gerçekçi bir gözle değerlendirilseler sonucun onlar adına parlak olmayacağı aşikâr. Özellikle uzun vadeli bir yığın olumsuz etkisini nicedir dünya yazıp, konuşuyor. Her şeyden önce ölü insan ve bitki kalıntılarını besin açısından zengin organik maddeye dönüştüren topraktaki faydalı mikroorganizmaları öldürdüğü biliniyor mesela. Azot ve fosfat bazlı sentetik gübrelerin yeraltı sularına sızıp, toksisiteleri artırdığı ve kirliliğe neden olduğu da. Akarsulara, nehirlere, göllere ve diğer su kütlelerine sızan gübreler su ekosistemlerini bozuyor, canlı hayatı öldürüyor. Yoğun kullanımı toprağın nitrat seviyesini arttırıyor ki bu tür topraklardan üretilen bitkileri tüketen insanların bağırsaklarında toksik nitritler çoğalıyor. Nitrit, kan dolaşımındaki hemoglobin ile reaksiyona girerek vasküler ve solunum sistemlerine zarar veren, kan methemoglobin seviyesi %80 veya daha fazla olduğu durumlarda ölümlü Metheglobinemi’ye yol açan bir madde. İdrar, böbrek veya karaciğer rahatsızlığı olanlar bu gübrelere maruz kaldıklarında hayati tehlikelerle yüz yüze kalıyorlar.
Toprağa zarar sağlığa zarar
Gübreler uzun vadede toprağın doğal yapısına da büyük zararlar veriyorlar. Aşırı gübrelenmiş toprakta yetişen bitkilerde demir, çinko, karoten, C vitamini, bakır ve protein eksilmeleri yaşanması normalleşir. Sözde verimi artırırken gıdaların besin içeriğini ciddi şekilde değiştirebilirler. Sağlık sorunlarına neden olabilecek, tehlikeli maddeler içerebiliyorlar çünkü. Doğrudan temas veya mâruz kalma, özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor.
California Gıda ve Tarım Bakanlığı (CDFA) tarafından test edilen ticari gübrelerin altıda birinden fazlasının kurşun ve arsenik dâhil ağır metaller açısından ‘Tehlikeli Atık Kriteri’ni aştığını gösteriyor. Daha 1994 ve 1998 yılları arasında yapılan çalışmalarda, CDFA kurşun, arsenik ve kadmiyum için 250'den fazla ticari gübre örneği test edildiğinde, kadmiyum içeren örneklerin %13'ünün, kurşun içeren örneklerin %7’sinin ve arsenik içeren örneklerin %2’sinin tehlikeli atık kriterlerini aştığı görülüyor.
Bu kirleticilerin topraklarda yayılması özel bir endişe kaynağı, çünkü kurşun, kadmiyum, arsenik ve diğer kirleticiler gıda ürünleri tarafından emilebilecekleri yerlerde on yıllarca toprakta kalabiliyor hatta birikiyorlar. CDFA'nın toksik gübrenin oluşturduğu sağlık riski değerlendirmesi, sentetik gübrelerle yetiştirilen gıdaları yemenin ticari ürünler için en büyük maruziyet kaynağı olabileceği yönünde.
Gübrelerin, kanserojen olduğu bilinen veya şüphelenilen, üreme, gelişim, solunum, sindirim sistemleriyle ilişkili yığınla sağlık sorunlarına sebebiyet verecek toksik zararlı kimyasalları serbest bıraktığı biliniyor. ABD’de 44 farklı eyalete ait raporlar, yaklaşık beş yıllık bir süre içinde gübre şirketlerine 125 milyon kg zehirli atık gönderildiğini tespit ediyor.
Endüstriler, zehirli atıklarından kurtulmak istediklerinde katı yasal düzenlemelerden dolayı görünür çöplükleri kullanamazlar. Fakat atıkların transfer edilmesi veya yeniden satılması durumunda düzenlemeler nispeten gevşer ve çoğu kişinin gözünden de kaçar. Diğer bir deyişle, vahşi endüstriyel tarımında sahibi olan kapitalist dünyada zehirli atıklardan kurtulmanın en basit yöntemi, onu yeniden satılacak bir metaya dönüştürmektir.
Muhtevanın yüzde 70'i zehir mi?
Peki, bu zehirli atıkların sentetik gübrelerle ilişkisi ne? Yeşil devrim tarımıyla yaygınlaşan gübrelerin torbalarının üzerinde genellikle ağırlıkça her bir elementin yüzdesini temsil eden üç sayı yer alır. Mesela 15-5-10 denildiğinde torbanın ağırlığının %15'inin Azot, %5'inin Fosfor ve %10'unun Potasyum olduğu kastedilir. Torbaların üzerinde bu bileşenlerin olması hem gübrenin içeriği hakkında bilgi verir hem de kanunen üreticisine "garanti" sağlar.
Tabiatıyla torbanın üzerinde ne yazıyorsa içinde de onun olduğu düşünülür. Bu örneğe göre torbanın toplam ağırlığının %30'unu NPK elementleri oluşturmaktadır. Fakat sentetik gübreler hakkında sorulması gereken belki de en önemli soru kalan %70'in ne olduğudur. Bunu ne uygulayanlar ne önerenler ne de destekleyenler pek akıllarına getirmezler. Gübre endüstrisine göre bu gizemli %70 kil, kum, talaş, perlit, pirinç kabukları, kalsiyum karbonat, mısır koçanı kumu, vermikülit, kireçtaşı, çamur ve cüruftur. Fakat kaplayıcı ve katkı maddelerinin pekâlâ farklı endüstrilerin zehirli atıkları olabileceğine raporlar işaret ediyor. Bunun mânâsı bitkisini besleyeceğini, toprak verimliliğini artıracağını düşünen çiftçiler, parasıyla hem zehirli atık satın alan hem de toprağını, suyunu ve kendi ailesi dâhil ürünlerini yiyen, herkesi zehirleyen insanlara dönüşüyorlar.
Kimyevî gübrelerin muhtemelen yazılan bütün olumsuz etkilerinden daha kötü bir etkisi daha var. Yaradan (c.c.)’ın bize bahşettiği tabiatta bitkiler, mikroplar ve diğer organizmalar çevre ile inanılmaz ve mükemmel bir iletişim ve etkileşim içindedir. Organik madde, besinler ve mineraller arasında son derece karmaşık ve hassas bir işleyiş vardır. Bu açıdan sentetik gübreleri önerenlerin ya da kullananların "Toprağın mineral ve biyolojik, iyon ve pH ve mikrobiyal içeriği dengeleniyor" demesi kadar gülünç ve de dramatik bir şey yok. Çünkü gerçekte sentetik gübre ile ne tam olarak bitkilerin ihtiyacı olan besinler verilebilir ne de toprağın organik içeriği desteklenebilir. Aksine beklenenin tam tersi gerçekleşir. Bitkilere besin olacak diye bol bol saçılan gübreler mikropları yok edip, toprağın dengesini bozar.
Kısır döngüye mahkûm olmak
Toprağın dengesinin bozulması, bitki içindeki diğer mineral ve besinlerin dengesinin bozulması anlamına gelir. Bu bozulma, bitkiyi strese sokarak bitkinin besin maddelerinden yoksun kalmasına neden olur. Stresli bitkiler tıpkı insanlar gibi hastalık ve zararlılara karşı daha hassas olurlar. Bu noktada yeşil devrimci üretim anlayışının diğer felaketi kimyevî zehirler devreye girer.
Bitkilerinde böcek veya mantar gören çiftçi, akıl danıştığı ziraatçısından genellikle böcek veya mantar ilacı öğüdü alacağı için hem parasından hem canından hem toprağından olacağı kısır bir döngü içine girmiş olur. Oysa normal koşullarda birçok toprak mikrobu haşerelere doğrudan saldırıp, zararlı ve hastalıklara karşı da bitkileri koruyabilirler. Fakat alıştırılan sentetik gübrelerle mükemmel bir işleyişe müdahale edilir. Bu da gıdalarımızın daha fazla pestisit ve herbisitle yüklü hâle gelmesine dolayısıyla daha fazla besin eksikliğine maruz kalmamıza ve vücutlarımızın toksik kalıntılarla dolmasına neden olur. Yani daha sık strese girmemizin, bağışıklıklarımızın bozulmasının ve sağlık sorunlarına daha açık hâle gelmemizin sebeplerinden biri de sentetik gübrelerdir.
Bütün bunlara karşın yeşil devrimin kimyasal gübre ve pestisit bağımlısı üretim sistemi sürekli artan nüfusun taleplerinin bu kadar az kaynakla karşılanmasının mümkün olmayacağı propagandasını yapıyor. Onlara göre hâlâ bitkilere ek besin sağlamak, mahsullerin verimini artırmak ve tarım üretimini çoğaltmak için sentetik gübrelerin kullanılması şart. Oysa yaşanan tecrübeler, yoğun ve sürekli sentetik gübrelerin kullanılmasının pek yararlı olmadığını gösteriyor. Öyle ki gübre ve de pestisit kullanımına insanları sürekli tahrik eden bir üretim sisteminde, eğer radikal kararlar alınmazsa insanın elinde ne toprağı ne suyu ne de sağlığı kalacak.
Toprağın hâli de bizim hâlimiz de maalesef bu kadar vahim...