Ah insan ah! Kendine de tabiatına da şifa olan ziraatı bitirdin sen...

Ah insan ah! Kendine de tabiatına da şifa olan ziraatı bitirdin sen…
Ah insan ah! Kendine de tabiatına da şifa olan ziraatı bitirdin sen…

İnsan nicedir genetiği bozulmuş kısır hibrit tohumlara, GDO’lara, kimyevî zehirlere dayalı sentetik bir üretim anlayışına mahkûm olmuş durumda. Tabii ki bu mahkûmiyeti, olup bitene gösterdiği sessizliğinden. Cezasını çekiyor. Fakat geldiği noktada bu sessizlik devam ederse kenarda köşede kalan kadim ziraatçılık uygulamaları da yok olup gidecek. Zaten “Tek dünyanın Tek Tarımı” çoktandır ülkelere bununla ilgili yasal düzenlemelerin emrini verdi bile. Bugüne kadar her tabii olanın elinden çalınmasını sadece izleyen insan, bütün bunlara karşın hâlâ asıl tükenenin kendisi olduğunu anlamış değil.

Sanılanın aksine bitkisel üretim ve hayvan yetiştiriciliği, insanın dış dünyayla olan ilk ilişkisiydi. Ziraat, bugünün dünyasında insanın diğer canlılarla ve hava, su, toprak ve güneş ile etkileşimi olarak adlandırılan ekosistemi en doğru ve sağlıklı şekilde yönetip, gıdasını elde etme uğraşı oldu hep. Ekip biçmek dediğimiz şey, her toplumun kendi yerel üretim tatbikatlarının binlerce yılda oluşturduğu deneyimlerin toplamıdır zaten. Bu yüzden kadim ve değerlidirler. Nicedir kendini sermayenin kullanışlı aparatı yapan bilimin temelini de bu bilgiler oluşturur. Bütün bu kıymetli ilim ve deneyimler, yüzyıllardır dünyanın birçok bölgesinde insanların yaşamaları için gerekli besinleri üretmesine imkân verdi.

Dünya genelinde onlarca yıldır modern tarımın hibrit tohumlu zehirli girdileri her tarafta çiftçileri alternatifsiz bırakmaya çabalıyor. BM’ye göre dünyada 600 milyona yakın küçük çapta çiftçilikle uğraşanlar var. Küresel çapta toplam zirâî alanların %12'sini kapsıyor bu çiftlikler. Ortalama ekim alanları 2 hektardan daha az olan bu küçük zirâî alanlar dünyadaki toplam aile işletmeciliğinin %75'ine denk düşüyorlar. Çin, toplam küçük çiftlikler açısından ilk sırada. Onu Hindistan, Endonezya, Bangladeş ve Vietnam izliyor. Sahra Altı Afrika'da küçük çiftlikler tüm çiftliklerin %80'ini oluşturuyorlar.

‘Yeşil Devrim’ adlı belanın doğduğu ve yıkıma uğrattığı ilk ülke olan Meksika’da küçük toprak sahibi köylülerin %70'i ürünlerini hâlâ geleneksel zirâî uygulamalarla yetiştirmeyi tercih ediyor. Himalaya dağlarının tabii ekosistemlerinde yaşayan çiftçilerin büyük çoğunluğu hâlâ mevcut yerel kaynakları ve yerli teknolojileri kullanıyor. Medeniyetler beşiği Anadolu, bereketli topraklarını yıllardır küçük çiftçilerin eliyle ekip biçti.

Kadim ziraat bütün insanlığı besler

Bütün bunlar bizi umutlu etmesi gereken bilgiler. Çünkü son 70 küsur yıl gösterdi ki zirâî üretimde temiz, cömert ve sağlıklı kalmak ancak küçük olanla mümkün. Üstüne, geleneksel olarak ekilen tarlaların verimliliğinin büyük ölçekli çiftçilerinkinden çok daha iyi olduğu nicedir kanıtlanmış bir gerçek. Biz insanları, tabii kaynaklarımızı ve yaşadığımız çevreyi sağlıklı kılan sayısız faydaları da cabası.

Fakat burada asıl çarpıcı olan küresel çapta toplam zirâî alanların %12'sini kapsayan küçük çiftliklerin, kendileri dışında sadece 10 kişiyi daha besleyecek gıda ürettiklerinde yeryüzündeki bütün insanların klasik yöntemlerle beslenmesinin mümkün olacağı gerçeği. Yani zehirleyen, tüketen ve yok eden devasa endüstriyel tarıma insanlığın gerçekten ihtiyacı yoktu.

Üstüne bir zamanlar ağırlıklı ananevi tohumları ekip biçen, kimyevî girdilerden uzak duran küçük çiftlikler, kadim zirâî uygulamaların gerçek koruyucularıydılar. Geleneksel ve gerçek sürdürülebilir zirâî uygulamaları takip eden bu tür çiftlikler dünyanın her bölgesinde var olan biyo-çeşitliliği de koruyorlardı.

Geleneksel çiftçilik, “Tek Dünya” anlayışının kurguladığı yeni felaket olan iklim değişikliği de dâhil olmak üzere çevresel stresleri tolere eden, benzersiz ve değerli özelliklere sahip, kadim bir üretim modelidir de. Tabiatında arttığı söylenen sera gazı emisyonlarını azaltma ve oluşumlarını düşürme stratejileri dahi var.

Endüstriyel tarımın devasa alanlarda yapılan mono kültürel üretimlerine karşın geleneksek ziraatçılığın küçük boyutlu arazilerinde hava ve iklimdeki değişiklikler daha sağlıklı gözlemlenebilir ve çeşitli uyarlama ve azaltma stratejileri hızlı ve kolayca farklı iklimsel durumlara adapte edilebilirler.

Başta Anadolu olmak üzere Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın yerli çiftçileri, aşırı hava hâdiselerinde sürekli çiftçilik yaparak, minimum dış girdilerle çevre değişkenliğine dayanıklı çiftçilik sistemleri geliştirebilmişlerdir. Geleneksel mahsul çeşitleri aracılığıyla genotipleri koruyabilen uygulamalar takip edildiği için tabii kaynakların devamlılığı da sağlanabiliyor. Yine yüksek bitki örtüsü çeşitliliği ve çok yönlü yerli bilgi sistemi geleneksel zirâî sistemlerin göze çarpan en belirgin özelliklerinden.

Endüstriyel üretim yüksek enerji ister

Zamane endüstriyel gıda üretimi, mahsulden hasada ve hasattan dağıtıma kadar her adımda enerjiye ihtiyaç duyar. Yoğun üretim tarzı içinde kullanılan sentetik azotlu gübreler, kimyasallar, sulamalar ve devasa makine trafiği modern tarımın yüksek enerji gerektiren girdileri ve işleridir. Oysa geleneksel ziraatta gerçek sürdürülebilir uygulamalar enerjiyi minimize eder. Özellikle mahsul ve hayvancılığın entegrasyonu, ürün çeşitliliği çiftçilerin fosil yakıtlar, gübreler ve zehirler gibi dış girdilere olan bağımlılıkların azaltılmasına yardımcı olan kadim uygulamalar olarak bilinir.

Zirâî-ekosistem ve tüketici arasındaki bağlantının tek yönlü olduğu modern tarım sistemlerinin aksine, geleneksel ziraat sistemleri, üretim ve atıkların geri dönüşümü yollarıyla iki yönlü olarak birbirini tamamlarlar. Biyo-çeşitlilik, tarıma bir dizi ekosistem hizmeti sağladığı gibi hem tabii olmayan hem de ekonomik bir yük getirecek çiftlik dışı girdi ihtiyaçlarını azaltır. Aynı şekilde kompostlama ve gübreleme, topraktaki besin döngüsünü iyileştiren mikrobiyal ve omurgasız organizmaların çoğalmasını sağlar.

Yeni yasa çiftçi düşmanı

Lakin insanlığın beşiği Anadolu’da küçük çiftçiliğin yaşadığı yıkımı dünyanın hemen hemen her değerli bölgesi yaşadı, yaşıyor. Nicedir geleneksel ve tabii olan zirâî uygulamalar hızla yok oluyor. Bir yandan tarım arazilerinin satış ve miras yoluyla bölünmesini önlemek amacıyla çıkarılan 6537 sayılı kanun, öte yandan girdi fiyatlarının aşırı artışı ile birlikte çiftçi düzeyinde ürün fiyatlandırmasındaki haksızlık küçük çiftçiliği bitirme noktasına getirdi. Var olmak için çabalayanlar ise endüstriyel tarımın olmazsa olmazı kimyasal ve sentetik girdilere teslim olmuş durumda.

Her coğrafyada zehirlerle tanıştırılan çiftçiler, türlü ekonomik ve sosyal baskılar sebebiyle ya çiftçiliği bırakıyorlar ya da çiftçilik anlayışlarını değiştirmek ve sistemin empoze ettiği girdileri kullanmak zorunda kalıyorlar. Değerli zirâî alanları hızla yok oluyor. Akıllı betonlaşmalara peşkeş çekilen ovalardakilerden sonra uygulamalarının nispeten daha yavaş değiştiği yüksek yerler dahi küçük sanayileşmenin, kontrolsüz ağaçlandırmanın, çarpık yapılaşmanın ve ölçüsüz yayla turizminin yayılmasına kurban ediliyorlar.

Biyolojik çeşitlilik azaldı

Son 70 küsur yılda endüstriyel tarımın mono-kültürel üretim sistemi zirâî biyolojik çeşitliliği hızla azalttı. Bugün dünyadaki ekilebilir arazinin yaklaşık %80'i mısır, buğday, pirinç, soya fasulyesi gibi bir avuç mahsule terkedilmiş durumda. Endüstriyel tarım anlayışının kadim ziraat kültürünü yok edişine seyirci kalan Gıda ve Tarım Örgütü dahi yerel çeşitlerin genetik olarak tek tip hibrit çeşitlilerle değiştirilmesi nedeniyle dünyadaki gıda mahsulü çeşitliliğinin %75'inin son 100 yılda kaybolduğunu itiraf ediyor.

Yeşil devrimin yok edici tarımsal anlayışını destekleyenler, geleneksel çiftçilerin, biyolojik çeşitliliği ve tabii kaynakları koruduğunu itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Lakin yok edici kimyasallarını kadim küçük çiftçiliğe bulaştırma konusunda ellerinden geleni yaptıklarını görmüyorlar.

Her geçen gün adeta ortadan kalkması için elden gelen yapılsa da geleneksel zirâî ekosistemler hâlâ endüstriyel tarıma karşı gerçek sürdürülebilir alternatifler olarak insanlığın hafızasında yerini koruyor. Bunun en belli başlı sebebi kuşkusuz yerli zirâî sistemlerinin ürün çeşitliliğini önemsiyor olması.

Farklı koşullara uyarlanabilen bu kadim üretim modeli gerçek bir tabiat dostu çünkü. Sistemde kullanılan ata tohumları, zehirli hibrit tohumcuların bütün yalanlarına karşın sanılandan daha fazla üretkenler. Hastalık ve zararlılara dayanaklılıkları nedeniyle herhangi bir mücadele gerektiğinde kimyasalsız metotlara kolayca cevap verebiliyorlar. Yüksek bitki örtüsü çeşitliliğiyle CO2'in organik forma dönüşümünü hızlandırıyorlar. O karbondioksit ki endüstriyelcilere göre insanlığın başına gelen en büyük “felaket” dedikleri küresel ısınmanın suçlusu ilân edilen gaz.

Geleneksel zirâî üretim, karbondioksitin gerçekte üretimde verimlilik açısından ne kadar faydalı bir gaz olduğunu net bir şekilde kanıtlayan sistemin de adı aslında. Karışık ve çoklu ekim sistemi sadece haşere ve hastalık riskini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda biyo-çeşitliliği artırıp, gıda arzını yükseltiyor. Gıdanın çeşitlenmesi ise yeşil devrim tarımının dayattığı kalori bazlı beslenme alışkanlığının son derece zengin protein, vitamin ve minerallerin olduğu diyetlerle yer değiştirmesi anlamına geliyor.

  • ‘Tek dünyanın tek tarımı’na direnmeliyiz
  • Bugün her şeye rağmen geleneksel çoklu ekim sistemlerinin dünyadaki gıda arzının %15’ini sağladığı tahmin ediliyor. Zirâî ormancılık, ara ürün ekimi, ürün rotasyonu, nadas, örtü bitki yetiştiriciliği, geleneksel organik kompostlama ve entegre ürün-hayvan çiftçiliği gibi önde gelen geleneksel zirâî uygulamalar hâlen varlığını sürdürmeye çalışıyor.
  • Ancak yeşil devrim anlayışı peydahlandığından beri dünyanın dört bir yanında seçilmiş iktidarlar, bu dâhiyane ziraatçılık sistemini yok edip, insanı ve tabiatı hastane ve ilaç bağımlısı yapan endüstriyel tarım anlayışının yerleşmesi için ellerinden geleni yaptılar. Modern tarımın olumsuz etkilerine şahit olanların dahi “Mükemmel Model” diye tanımlamaktan gocunmadığı Allah vergisi bir üretim şekli adeta insanlığın elinden kayıp gitti.
  • İnsan nicedir genetiği bozulmuş kısır hibrit tohumlara, GDO’lara, kimyasal zehirlere dayalı sentetik bir üretim anlayışına mahkûm olmuş durumda. Tabii ki bu mahkûmiyeti, olup bitene gösterdiği sessizliğinden. Cezasını çekiyor. Fakat geldiği noktada bu sessizlik devam ederse kenarda köşede kalan kadim ziraatçılık uygulamaları da yok olup gidecek.
  • Zaten “Tek dünyanın Tek Tarımı” çoktandır ülkelere bununla ilgili yasal düzenlemelerin emrini verdi bile. Bugüne kadar her tabii olanın elinden çalınmasını sadece izleyen insan, bütün bunlara karşın hâlâ asıl tükenenin kendisi olduğunu anlamış değil. Ziraata ve gıdaya dair anlatılan her yalanı gerçek, her önüne konan uydurma şeyi nimet sanmaya devam ediyor.
  • Ne denir? Kendine ve tabiatına şifa olan ziraatı kendi elleriyle bitirene müstahak mıdır?