AB ve Türkiye ilişkileri: Bir nefret ve aşk hikâyesi
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) üyeliği meselesi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası, ülkemiz tarafından insan hakları ihlâli bahane edilerek AB ülkeleri tarafından rafa kaldırılmıştı. İsveç, NATO'ya üye olacak mı olmayacak mı diye tartışılırken Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tekrar gündeme getirilen bu mesele, son günlerde Avrupa ülkelerinde en çok tartışılan konu hâline geldi. Birçoğuna göre Türkiye'nin AB'ye girmesi artık uzak bir hayal. Bazılarına göreyse Türkiye'nin zâten giderek geriye doğru giden ve gelecek vaat etmeyen AB'ye girmesinin pek de bir mânâsı yok. Alman ekonomist Henrik Müller'in Spiegel dergisinde yayımlanan makalesinde ise Türkiye ve
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) üyeliği meselesi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası, ülkemiz tarafından insan hakları ihlâli bahane edilerek AB ülkeleri tarafından rafa kaldırılmıştı. İsveç, NATO'ya üye olacak mı olmayacak mı diye tartışılırken Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tekrar gündeme getirilen bu mesele, son günlerde Avrupa ülkelerinde en çok tartışılan konu hâline geldi. Birçoğuna göre Türkiye'nin AB'ye girmesi artık uzak bir hayal. Bazılarına göreyse Türkiye'nin zâten giderek geriye doğru giden ve gelecek vaat etmeyen AB'ye girmesinin pek de bir mânâsı yok. Alman ekonomist Henrik Müller'in Spiegel dergisinde yayımlanan makalesinde ise Türkiye ve Ukrayna'nın Avrupa Birliği üyesi olmaları durumunda AB'nin küresel güç faktörü, dünya sahnesinde önemli bir aktör hâline gelebileceği ifade edildi. Türkiye'nin bu konuda nasıl bir yol takip edeceğini hem Avrupa ülkelerinin Türkiye'ye karşı tutumları hem de dünya sahnesindeki uluslararası gelişmeler belirleyecek. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ise "gidişatı tersine çevirmenin Erdoğan'ın elinde olduğunu" ve "isterse bunu bir hafta içinde yapabileceğini" düşünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsveç'in NATO üyeliğini Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımı şartına bağlanmasıyla birlikte uzun zamandır artık konuşulmayan Türkiye'nin AB üyeliği mevzusu hem ülkemizde hem de Avrupa'da ana gündem maddesi hâline geldi.
Türkiye'nin Avrupa Birliği serüveni, 31 Temmuz 1959'da AB'nin atası olarak kabul edilen Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı başvuruyla başladı. 1963 yılında AET ile ortaklık antlaşması imzalayan Türkiye, AB ile ilişkilerinde dönüm noktasını, bundan tam 36 yıl sonra 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nde yaşadı. Helsinki Zirvesi'nde AB'ye adaylığı resmen onaylanan Türkiye, 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladı. Şu ana kadar AB ile katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açıldı. Ancak sadece bir fasıl, "Bilim ve Araştırma" faslı geçici olarak kapatıldı.
Türkiye'yi 64 yıldır Avrupa kapılarında bekleten AB ülkelerinin büyük çoğunluğu, İsveç'in NATO'ya kabul edilmesi için 6 ay bile bekleyemedi ve sürekli bu konuda Türkiye'ye baskı yapıyor. Peki, İsveç NATO'ya katılırsa Türkiye için de AB'den yeşil ışık gelebilir mi? Çalkantılı ilişkilere sahip taraflar için bir gelecek hayal etmek mümkün mü? Gelin mevcut durumu ve son gelişmeleri hep birlikte inceleyelim.
Tam üyelik zor görünüyor
Öncelikle şunu söylemekte fayda var. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'nin AB üyeliği meselesini gündeme getirmesiyle birlikte AB kurum ve ülkelerinden farklı farklı tepkiler geldi. AB Komisyonu ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, İsveç'in NATO üyeliği ve Türkiye'nin AB'ye katılımı meselelerinin birbirinden bağımsız iki süreç olduğunu belirtti. Öte yandan Vilnius'ta düzenlenen NATO Liderler Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, görüşmede AB-Türkiye iş birliğini ön plana çıkarmak ve ilişkileri yeniden canlandırmak için fırsatların ele alındığını ifade etti.
Geçtiğimiz günlerde Brüksel'de bir araya gelen Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin Dışişleri Bakanları da Türkiye ile ilişkilerin canlandırılması gerektiği konusunda mutabık kaldılar. Peki, bu olumlu geri dönüşlerden, Türkiye'nin AB içinde bir geleceği olduğu düşünülebilir mi? Bu fikrimce şimdilik zor gözüküyor ve bunda Türkiye'nin tarihi, kültürü, demografisi kadar dış politikasında attığı adımların da bir payı var.
Nüfus
Türkiye'nin AB üyeliğine ilk engel olarak nüfusumuz gerekçe gösterilebilir. Bugün 85 milyona ulaşmış nüfusumuz, AB'nin birinci demografik gücü olan Almanya'nın 83 milyona dayanan nüfusunu aşmış durumda. Bu durumun AB için teşkil edeceği en büyük problemlerden biri de Avrupa Parlamentosu'nda ülkelerin nüfuslarına göre temsil edilmesi.
Bir başka deyişle Türkiye, AB'ye girerse Avrupa Parlamentosu'nda en çok üyesi olan yani en çok temsil edilen ülke hâline gelir. Bu da Türkiye'yi AB'nin geleceği konusunda kader belirleyici bir konuma taşır. Tabii ki bunu Almanya ve Fransa gibi AB'nin temel taşını oluşturan ülkelerin isteyeceğini düşünmek hata olur.
Coğrâfî konum
Bir diğer sorun da ülkemizin coğrafi konumu. Bu konum ülkemize birçok avantaj sağladığı gibi onu zor bir coğrafyanın olumsuz etkilerine de mâruz bırakıyor. Türkiye AB'ye dahil olursa, AB, Irak, Suriye, Ermenistan gibi iç sorunlar ve savaşın devam ettiği ülkelerle komşu hâline gelmiş olacak. Bu da zâten göç meselesinin ana gündem maddesi hâline geldiği ve terör saldırılarının yaşandığı Avrupa ülkelerinde yeni problemlerin ortaya çıkması demek.
Dış Politika
Bir diğer konu ise doğrudan bizim dış siyasetimizle ilgili. Uzun yıllardır Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Afrika, Kafkasya gibi farklı coğrafyalarda AB ülkelerininkiyle uyuşmayan bir siyaset yürütüyoruz. Hatta bu çıkar çatışmaları nedeniyle başta Yunanistan, GKRY ve Fransa olmak üzere birçok AB ülkesiyle de sık sık sorunlar yaşıyoruz. Peki, bir orta yol bulmak mümkün mü?
Bunun kısa vadede mümkün olduğunu düşünmek hayalperestlik olur. Müşahhas bir misal vermek gerekirse Brüksel'de toplanan AB ülkelerinin Dışişleri Bakanları, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istediklerini beyan ettikten sonra bir de şart koştular. Toplantıda, "Kıbrıs meselesinin ilgili BM kararları uyarınca çözülmesi, Türkiye ile çalışmamızda kilit önem taşıyacaktır" dendi.
Bu açıklamalara Türkiye'nin ne tepki vereceği merak konusuyken, aynı gün KKTC'de bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünyaya KKTC'nin tanınması için çağrıda bulundu ve "federal bir çözümün mümkün olmadığını artık herkesin anlaması gerekiyor" ifadelerini kullandı.
Bütün bunların dışında, Türkiye'nin AB üyeliği meselesinde Avrupa kamuoyunun Türkiye'ye yaklaşımı da önemli bir rol oynuyor. Özellikle Avrupa'da yaşayan Türk vatandaşlar iyi bilir ki Türkiye meselesi yıllardır siyasetçiler tarafından özellikle seçim döneminde malzeme olarak kullanılıyor. Halka, Türkiye ve İslam'ın kendileri için bir tehlike olduğu fikri aşılanıyor. İşte bu nedenledir ki bugün Avrupa halklarının büyük bir kısmı bizlerden korkuyor ve AB üyeliğimiz durumunda ülkelerinin Müslüman Türkler tarafından istilaya uğrayacağını düşünüyor.
Türkiye-AB ilişkilerinin şu anki kadar gergin olmadığı 2008 yılında Fransız araştırma kurumu IFOP tarafından gerçekleştirilen bir ankette bile AB ülkelerindeki vatandaşların yüzde 33'ü Türkiye'nin AB üyeliğini desteklerken, yüzde 67'si buna karşı çıkıyordu. Şaşırtıcı olan şu ki söz konusu anketten 15 yıl sonra kendi sosyal medya hesabımdan 10 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirdiğim ankette, "Türkiye'nin AB'ye girmesini istiyor musunuz?" sorusuna Türk katılımcıların yüzde 35'i olumlu cevap verirken, yüzde 65'i de bunu istemediğini ifade etti. Buradan da görüyoruz ki ne AB ne de Türk vatandaşları bu konuda bir gelecek görüyorlar.
AB Türkiye ile iyi geçinmeye mecbur
Yukarıda saydığım bütün bu nedenlerden dolayı Türkiye'nin kısa vadede Avrupa Birliği'ne girmesi mümkün gözükmüyor. Ancak bütün karşılıklı çekişme ve rekabete rağmen Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye'den vazgeçemeyeceklerinin de bilincinde. Buna gerekçe olarak ilk önce ekonomik ve ticari nedenleri sayabiliriz. İhracat ve ithalat rakamlarımızı incelediğimizde her ikisinde de AB'nin ilk sırada yer aldığını görüyoruz. 2022 yılında 103,1 milyar dolar ile AB, ihracatımızdan %40,6 oranında pay aldı. Aynı şekilde, 2022 yılı rakamlarına göre Türkiye, 364 milyar dolarlık toplam mal ithalatının 93 milyar dolarlık kısmını (%25,6’lık pay) AB’den gerçekleştirdi.
Pandemi sürecinde Çin gibi uzak bir ülkeden ithalatın ne derece sakıncalı olduğunu fark eden birçok AB ülkesi Türkiye gibi coğrafi olarak daha yakın ülkelere yöneldi. Avrupa Birliği ülkeleri ile yaşadığımız gerginlik ve krizlerde, Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı markaların geleceği de sık sık tartışma konusu oluyor. Mesela Türkiye'nin birçok konuda fikir ayrılığı yaşadığı Fransa'nın en meşhur markalarından biri olan Renault'nun Bursa'da 1996 yılından beri faaliyet gösteren bir fabrikası mevcut. Bu da, yıllık 360 bin otomobil ve 750 bin motor üretim kapasitesi ile Renault'nun Batı Avrupa dışında en yüksek kapasiteye sahip üretim tesislerinden biri. İşte Türkiye ve Avrupa Birliği ülkelerinin ekonomik ve ticari anlamda kurdukları bu sıkı bağlar her iki tarafı da birbiri için vazgeçilmez kılıyor.
Bir diğer önemli konu ise Türkiye'yi göç meselesi gibi ciddi bir sorunun merkezine yerleştirmiş coğrafi konumumuz. Zorlu bir bölgede yer alan Türkiye aslında aynı zamanda Karadeniz tahıl koridoru, mülteciler, güvenlik ve enerji gibi birçok hayati alanda da kilit öneme sahip. Mâlumunuz Türkiye, AB ile 2016 yılında imzaladığı göçmen anlaşması ile AB ülkelerine düzensiz göçmenlerin girişini büyük ölçüde engellemeyi başardı. Tıpkı düzensiz göçün engellenmesi gibi Türkiye, DEAŞ, PKK/YPG terör örgütlerine karşı verdiği amansız mücadele ile AB'nin sınır güvenliğine de katkıda bulunuyor. Güçlü istihbarat teşkilatımız ve güvenlik güçlerimiz sayesinde terör örgütleriyle ilgisi olduğu tespit edilen ve topraklarımızda bulunan birçok kişi Avrupa Birliği ülkelerine geri gönderiliyor.
AB ülkelerinin yanı başında Ukrayna Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte AB, Türkiye'nin jeostratejik ve askerî önemini daha da iyi anladı. Hem Rusya hem de Ukrayna ile sahip olduğu yakın ilişkiler sayesinde Türkiye, iki taraf arasında bir tahıl koridoru anlaşmasının imzalanmasını sağlayarak uzun süre dünyanın bir gıda krizi yaşamasını engelledi. Öte yandan Türkiye'nin Ukrayna lehine attığı adımlar sonrası Rusya’nın tahıl koridoru anlaşmasını terk etmesinden beri yükselen tahıl fiyatlarının açlık ve kıtlığı tetiklemesinden endişe ediliyor. Bu noktada AB ülkeleri ve dünyanın geri kalanı bir kez daha Türkiye'den yapıcı adımlar bekliyor. Mesela ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Türkiye'nin Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması ile ilgili "tekrar liderlik rolünü üstlenmesini" beklediklerini söyledi.
Türkiye'nin AB'den elde edebileceği avantajlar mevcut
Peki, mevcut şartlarda Türkiye AB'ye giremiyor ama AB de Türkiye'den vazgeçemiyorsa bunun herkesi tatmin edecek çözüm yolu nedir? Bundan yıllar önce Sarkozy, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği yerine "imtiyazlı ortaklık" seçeneğini sunmuştu. Daha sonra da Macron, AB'nin "bekleme odası" olarak tanıtılan Avrupa Siyasi Topluluğu projesini kamuoyu ile paylaştı. Türkiye bu tarz seçenekleri değerlendirebileceği gibi AB'ye tam üyeliğe giden uzun ve meşakkatli yolda kademeli olarak bazı avantajlar elde etmek için de uğraşabilir.
Bu noktada sıkça gündeme getirilen iki konu var: Bunlardan biri Avrupa'ya seyahat eden Türk vatandaşları için vize serbestisi, diğeri de Gümrük Birliği Anlaşması'nın revize edilmesi.
Vize serbestisi konusu, AB'nin Türkiye ile göçmen anlaşması imzalarken ülkemize vaat ettiği konulardan biriydi. Ancak AB bu konuda sözünü tutmadığı gibi Türkiye'den Schengen bölgesi için yapılan vize başvurularında son yıllarda artış kaydedildiği de görülüyor. Paylaşılan istatistiklere göre 2017’de Türkiye’den yapılan Schengen vizesi başvurularından %6,5’i reddedilirken, en güncel veri olan 2022’de bu oran %15,7’ye yükseldi. Birçok uzmana göre Schengen vizelerinde red oranlarındaki yükseliş Türkiye’ye özgü değil, dünyada gözlemlenen bir eğilim. Aynı zamanda buna, Türkiye'de yaşanan ekonomik zorluklara takiben başvuruların artması ve Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı milyonlarca sığınmacı da etki yapıyor.
Bu durumda kısa vadede AB ile müzakerelerden elde edebileceğimiz en önemli avantaj, Gümrük Birliği Anlaşması'nın güncellenmesi olur. Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması bundan 28 yıl önce 1995 yılında imzalandı. Gümrük Birliği, Türkiye'ye ekonomik olarak kazanım sağlasa da çok sayıda sorun da barındırıyor ve günümüzün küresel ekonomik şartlarına göre güncellenmesi gerekiyor.
Bir güncelleme, Türkiye ve AB arasındaki ticaret hacminde 40 milyar euro'ya ulaşabilecek bir artış sağlayabilir. Güncelleme meselesi, özellikle pandemi döneminde Çin'e karşı alternatif arayışında olan Avrupa ülkelerinin yetkililerince dile getirilmiş ve Çin'e karşı Türkiye'nin önemi vurgulanmıştı.
Netice olarak, Türkiye'nin AB üyeliği meselesi zor ama bir o kadar da dünyanın geleceği ve gidişatı için önemli bir mesele.
Avrupa Birliği içine mi kapanacak yoksa genişlemeye devam mı edecek?
Türkiye'ye sırtını dönmeye cesaret edebilecek mi yoksa taviz vererek elini mi uzatacak?
Ya peki Türkiye?
Daha nereye kadar AB kapısında beklemeye devam edeceğiz?
Dünyadaki birçok güçlü ülkenin Batı hegemonyasına karşı attığı adımlara bakılırsa, karşımızda alternatif bir dünyanın da kurulduğunu görüyoruz. Bunun en müşahhas misali BRICS.
BRICS ülkeleri yüzölçümü bakımından dünyanın 3’te 1’lik kısmını elinde bulunduruyor. Hepsinin ortak özelliği; ABD hâkimiyeti, yaptırımları ve dolar hegemonyasından kurtulmak istemeleri. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2018 BRICS zirvesine katılıp, aile fotoğrafı çekiminde yer almıştı. Ünlü İngiliz ekonomist Jim O’Neill'e göre Türkiye, genişleyen BRICS’in parçası olacak bir ülke.
Rotayı başka bir yöne çevirmemiz, AB ülkelerini harekete geçirebilir mi? Bunu zaman gösterecek. Ancak şu bir gerçek ki son yıllarda bizi bütün coğrafyalarda vazgeçilmez kılan başarılı dış politikamız sayesinde elimizde henüz oynamadığımız ve dünyanın gidişatını değiştirecek türden birçok kart bulunuyor.
- Fransa’da neler oluyor?
- Avrupa'da Türkiye'nin AB üyeliği meselesi tartışılırken Fransa'da da önemli gelişmeler yaşanıyor. Geçtiğimiz haftalarda isyan olaylarıyla sarsılmış olan ülke, ekonomik anlamda zor günler geçiriyor. Temmuz ayı verilerine göre, Fransa'da hem hizmet hem de imalat sektörlerindeki daralma daha da kötüleşti. Bunun devam etmesi, Fransa ekonomisinin resesyona girebileceğine dair endişeleri arttırıyor. Ekonomi bu hâldeyken Macron'un bir açıklaması da çok tartışıldı. Macron, ülkede patlak veren gösterilerin "ulusun parçalanma ve derin bölünme riskini" ortaya çıkardığını dile getirdi. Fransa'nın dış siyasetini inceleyecek olursak bu alanda da Ukrayna Savaşı ve Rusya ile rekabet yine ön plana çıkıyor. Macron'un Dış Politika Danışmanı Emmanuel Bonne, Çin'in Ukrayna'da savaş suçlarına imza atan ve topyekun işgal girişiminde bulunan Rusya'ya askeri destek verdiğini ileri sürdü. Bu açıklamaya rağmen en şaşırtıcı gelişme ise Macron'nun Rusya'nın da içinde olduğu BRICS'in zirvesine katılma ricasında bulunmuş olması. Ancak Güney Afrika yerel haber sitesi News24’e göre Macron’a, rica etmesine rağmen gelecek ay Johannesburg'da yapılacak BRICS zirvesine katılma daveti sunulmadı.