3. dünya savaşının ilanı
Aylardır ısrarla ifade ettiğimiz gibi Gazze savaşı dünyada bir kırılma başlattı. Amerika ve Avrupa yönetimleri Müslüman düşmanlığında o kadar ileri gittiler ki mazlum Müslümanlara karşı batı toplumlarında sempati uyanmaya başladı. Gazze'de öyle bir insanlık dramı yaşandı ki kalbinde merhamet kırıntısı olanın yüreği sızladı. ABD ve Avrupa’da geniş kitlelerce protesto eylemleri yapıldı. Global markalara ağır boykotlar uygulandı. Gazzeli yiğitlerin direnişinden etkilenip Müslüman olanların sayısı hiç olmadığı kadar arttı. Bu da savaş ekonomisini İslam karşıtlığıyla yöneten ABD’nin işlerini bozdu. Öyle ki NATO, 34 yıl sonra düşman listesindeki birinciliği Müslümanlardan alıp yeniden Ruslara verdi. ABD, bu hızlı geçişin adına da “Üçüncü Dünya Savaşı” diyerek yeni bir korku imparatorluğunun temellerini attı.
‘Düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz’
90’ların başında Sovyetlerin umulmadık biçimde ve hızla dağılmasıyla başlayan tek kutuplu dünyanın yeni düşmanı Ruslardan sonra Müslümanlar olmuştu. O günlerde dünyadaki büyük değişimi ve Müslümanların son 30 yılda başına gelen felaketleri özetleyen ise dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’ın, 7-8 Haziran 1990’da İskoçya’da yapılan NATO toplantısında sarf ettiği şu sözlerde saklı:
“Biz, NATO’yu Rusya’ya karşı kurduk. Şimdi Sovyetler dağıldı ne yapacağız, NATO’yu lağv mı edeceğiz? Düşmanı olmayan bir ideoloji yaşayamaz ve gelişemez. Bizim mutlaka bir düşmana ihtiyacımız vardır. Bugüne kadar düşman Sovyetler’di, şimdi Sovyetler dağıldı. Yeni bir düşmanımız olmalı. Yeni bir düşman yaratmamıza da lüzum yok, zaten hâlihazırda İslam gibi bir düşmanımız var.”
Erbakan Hoca’nın D-8 hayali
Onun bu sözlerine karşı Türkiye’de ilk harekete geçen kişi Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dı. Batı’nın dayattığı ‘Yeni Dünya Düzeni’ne karşı Erbakan, ‘Yeni Bir Dünya’ teklif ediyordu. Erbakan Hoca, NATO tehlikesine karşı her fırsatta Müslümanları uyarıyor, NATO’nun bir Siyonist proje olduğunu ve Büyük İsrail’i kurmak için çalıştığını söylüyordu. Onun eleştirilerinin hedefinde sadece NATO yoktu. Erbakan, her fırsatta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni de eleştiriyor, dünyanın kaderinin beş daimi üyeye teslim edilemeyeceğini söylüyordu. Sırf bu yüzden ‘Yeni Bir Dünya’ hayalinin ilk adımı olarak, başbakan olduğu dönemde D-8’i kurdu. Necmettin Erbakan’ın D-8 felsefesi İslâm ülkelerini hantallıktan kurtararak, Batı ile olan ilişkilerdeki dengesizliği ve adaletsizliği de ortadan kaldırmayı hedefliyordu.
Erbakan Hoca 28 Şubat darbesiyle bu hedeften uzaklaştırılırken, küresel emperyalist düzen çarklarını son hızda çalıştırıyordu. ABD’de 11 Eylül yaşanmış, dünyada Müslüman avı alelade bir düzlemde sürerken Margaret Thatcher, 11 Şubat 2002’de The New York Times’ta “Bir süper güce tavsiye” isimli yeni bir makale daha yayınlayarak doktrinini geliştirmeye devam etti. Thatcher makalesinde şunları yazdı:
Günümüzde İslâmî aşırılıkçılık, geçmişteki Bolşevizm gibi silahlı bir doktrindir. Fanatik, iyi silahlanmış müritler tarafından desteklenen saldırgan bir ideolojidir. Ve komünizm gibi onu yenmek için kapsamlı ve uzun vadeli bir strateji gerektirir.”
Thatcher’ın tavsiyesinin akabinde Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da, Kuzey Afrika’da, Suriye’de, Filistin’de ve de diğer birçok İslam ülkesinde uyguladığı katliamlar ve yıkımları hepimiz biliyoruz.
Ancak o korku imparatorluğu 7 Ekim’de Gazze’de başlayan süreçte eridi. Surlar yıkıldı. Şimdi ABD'nin kuklası toplumlara yeniden Rus düşmanlığı yükleniyor. Çünkü ABD ve silah baronları savaşsız dünyada yaşayamıyor, ülkeleri istediği gibi sömüremiyor. Tekrar 90’lar öncesi iki kutuplu düzene geçilmesi ve “üçüncü dünya savaşı”nın da bu yönde büyütülmesi hedefleniyor.
- Dünya silahlanıyor
- Savaşlar ve değişen jeopolitik dengeler dünyada silah satışını yükseltti. Avrupa'nın silah ithalatı neredeyse iki katına çıktı. ABD ve Fransa'nın ihracatı önemli ölçüde arttı. Türkiye en çok silah ihraç eden ülkeler sıralamasında 11’inci sıraya yükseldi. Batı ambargosu altındaki Rusya'nın ihracatı ise keskin bir düşüş gördü. Rusya en çok silah satan ülkeler listesinde ABD’nin hemen arkasındaki yerini Fransa’ya bıraktı.
- ABD'nin silah ihracatı 2014-18 ile 2019-23 arasında yüzde 17 arttı ve küresel silah ihracatındaki payı yüzde 34'ten yüzde 42'ye çıktı. ABD, 2019-23'te 107 devlete daha önceki herhangi bir beş yıllık dönemde olduğundan ve diğer tüm silah ihracatçılarından çok daha fazla miktarda silah teslim etti.
- ABD ve Batı Avrupa devletlerinin toplam silah ihracatı 2014-18'deki yüzde 62'ye kıyasla, 2019-23'te tüm ihracatın yüzde 72'sini oluşturdu.
- En büyük silah ihracatçısı ülkeler ABD, Fransa ve Rusya’nın ardından İtalya, Güney Kore, Çin, Almanya, İngiltere, İspanya ve İsrail listede ilk 10’da yer aldı. İsrail’in hemen ardından Türkiye 11’inci sıraya yerleşti. Türkiye'nin silah ihracat pazarındaki payı ise 1,6 oldu.
- Savaş ilanı gibi
- Geçtiğimiz ay toplanan NATO’nun sonuç bildirgesi de işte tam bu amaca uygun olarak açıklandı. Bildirgede 90’larda hedef olmaktan çıkan Rusya, “düşmansız NATO olmaz” felsefesine uyarak yeniden karşı kutba yerleştirildi. Zaten uzun süredir hazırlık safhası süren düşmanlaştırma projesi ete kemiğe bürünmüş oldu:
- Sonuç bildirgesinin önemli başlıkları şöyle:
- • Rusya, Ukrayna savaşının tek sorumlusudur.
- • Ukrayna'ya 40 milyar Euro fon sağlanacak.
- • Şartlar uygun olduğunda Ukrayna, NATO’ya davet edilecek.
- • Kuzey Kore, İran, Çin dahil Ukrayna savaşını uzatan herkesi kınıyoruz.
- • Çin, Ukrayna'ya karşı Rusya'ya destek vermeyi durdurmalı.
- • Çin, NATO'nun güvenliğine karşı sistematik zorluklar yaratıyor.
- • Çin'in nükleer cephaneliğinin genişlemesinden endişeliyiz.
- • Rusya'nın nükleer sistemleri tehdit oluşturuyor.
- • Uzaya nükleer silah yerleştirilmesine karşıyız.
- • Terörle mücadeleye devam edilecek.
- • Karadeniz'in güvenliği stratejik öneme sahiptir.
- • NATO, tüm tehditlere karşı caydırıcı olacak ve yanıt verecek.
- • 2026 NATO zirvesi Türkiye'de yapılacak.
- Bildirgeden anlaşılacağı üzere Rusya tek başına düşman olarak yeterli görülmediği için eski Doğu Bloku’na benzer Çin, İran ve Kuzey Kore de aynı sepete atılarak değerlendirilmiş. Tabii ki Türkiye’nin jeopolitik önemi her zaman olduğu gibi yine sürüyor.
- Daha düne kadar Batı’nın enerjisini sağlayan Rusya kendi kaşındı. NATO’yu kendine düşman etti diyenler çıkacaktır. Ancak o işin aslı da öyle değil.
- Putin NATO’ya girmek istedi
- ABD’li gazeteci Tucker Carlson geçen Şubat’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yaptığı röportajı kendi internet sitesi üzerinden yayınladı. Putin röportajda tarihi bir açıklama yaptı:
- "Bill Clinton (Eski ABD Başkanı) henüz başkanken onunla gerçekleştirdiğimiz bir görüşmede kendisine 'Rusya'nın NATO’ya katılma seçeneğini düşünsek olmaz mı?' diye sordum. O da ‘Biliyor musun, ilginç bir soru, bence olur’ cevabını verdi. Ancak biraz sonra onunla akşam yemeğinde buluştuğumuzda bana ‘Biliyor musun, ekibimle konuştum, hayır, şu an itibariyle böyle bir şey mümkün değil’ dedi. ‘Olur’ cevabını verseydi yakınlaşma süreci başlardı ve eninde sonunda partnerlerimizin bu konudaki samimiyetine emin olsaydık bu (Rusya’nın NATO’ya katılması) gerçekleşebilirdi. Ama olmamıştı. Peki, olmamışsa olmamış ne diyelim."
- Bugün NATO’nun yeniden baş düşman ilan ettiği Rusya geçmişte NATO’ya üye olmak istemiş. Böylesine flaş bir haberi Amerikan medyası görmezden geldi. Daha doğrusu hiçbir haber kanalı bu haberi vermedi.
- Hem Erbakan Hoca’nın hem de Putin’in girişimleri gerçekleşseydi belki dünyada bir denge sağlanacak ve tarihin akışı değişecekti. Ancak üst akıl buna müsaade etmedi.
Üçüncü Dünya Savaşı
Geldiğimiz noktada artık herkes 3’üncü dünya savaşını konuşmaya başladı. Liderlerden gelen açıklamalar şöyle:
Seçimlere hazırlanan ABD’de eski ABD Başkanı Trump: “Biden kazanırsa Üçüncü Dünya Savaşı çıkaracak.”
Vladimir Putin: Rusya ile ABD liderliğindeki NATO askeri ittifakı arasında doğrudan bir çatışma, 'Üçüncü Dünya Savaşı'na bir adım kalması anlamına gelir.
Eski Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev: Rusya ile NATO arasında 3. Dünya Savaşı'na dönüşebilecek doğrudan çatışma tehdidi hiç bu kadar gerçek olmamıştı.
İtalya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani: Ben, NATO'nun Ukrayna'ya girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Umarım böyle bir şey olmaz. Oraya gitmek ve Rusya ile savaşa girmek, 3. Dünya Savaşı'nın çıkması riski anlamına gelir.
Türkiye hazır mı?
Türkiye’de bu konu Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dillendirmesiyle gündem oldu. Fidan, katıldığı bir televizyon programında “Dünya, 3. Dünya Savaşı riskini ciddiye almalı. Biz bunu ciddiye alıyoruz. Bu gerçekten hesabı kitabı yapılmış mesele” dedi ve şöyle devam etti:
"Çin, Rusya, Kore, İran bunlar artık bir diyalog partneri olmanın ötesinde artık dayanışmaya doğru, daha böyle yapısal bir ortaklığa doğru gidiyorlar. Tabii, bu aslında savaşın meydana getirdiği bir yaygınlaşma.
Gazze'deki katliam, soykırım insanlığı ortadan ikiye bölen soykırım. Bunun karşısında duran bir yapı var. Bu yapının Ukrayna'da devam eden bir sorunu var. İki savaş, dünyadaki ekonomik rekabet, yapay zekanın beklenmedik atağa kalkmasıyla 'teknolojik üstünlük kimde olacak?' sorusunun birdenbire öne çekilmesi. Buna ömür biçenler vardı. Daha hızlı gerçekleşti.”
Bu açıklama hayli ses getirdi. Ardından Millî Savunma Bakanlığı konuya dahil olarak, “Biz savaşa hazırız” mesajı verdi: Birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi topyekûn bir risk var mı derseniz tabii ki bir ihtimal. Biz MSB olarak savunma ve güvenliğimize yönelik değerlendirmelerimizi yapıyor ve güncellenmesi gereken bütün planlarımızı yeni değerlendirmeler ışığında yapıyoruz. En hazırlıklı ülkelerden biri olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebiliriz. TSK zaten dinamik bir ordu. Birçok coğrafyada sürekli faaliyetler icra eden bir ordu. Kendi planlarını, kendi lojistiğini test etmiş, onaylatmış bir ordu. Dünyanın birçok noktasında barışı destekleme faaliyetleri de yapıyor. Üçüncü dünya savaşı gibi karanlık bir tabloyu başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama Ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir.”
‘Silah tüccarlarına pazar lazım’
Üçüncü Dünya Savaşı tartışmaları, Kazakistan'ın Astana kentinde düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'nden dönüşünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da soruldu.
Erdoğan, "Ne yazık ki Batıda bu işi kaşıyan ülke ve kesimler var. 3. Dünya Savaşı'na çanak tutan bir yaklaşım içindeler. Mâlum silah tüccarlarına pazar lazım. Silah tüccarlarının da pazarı Batı. Bu konuyla ilgili olarak da Sayın Putin, barıştan yana olduğunu son açıklamalarında söyledi. Çünkü taraflarda bir yorgunluk olduğu da açıkça ortada. Biz de kendilerine 'Barışa ne zaman ereceğiz?' dedik.
Onlar 'Bu işin bir zamanı yok, bütün mesele burada sizler gibi arabulucuların ağırlığını koymasında' noktasındalar. Biz şimdi ağırlığımızı koymaya gayret ediyoruz. Temennimiz odur ki Rusya-Ukrayna arasında bu savaş artık bir nihayete ersin. Devam ediyoruz, takip ediyoruz. Dışişleri Bakanım Hakan Fidan, Millî Savunma Bakanım Yaşar Güler bu işin takipçisi durumundalar. Bir an önce temennim odur ki neticeye varalım. Yıllardır dillendirdiğimiz 'Dünya beşten büyüktür' ve 'Daha âdil bir dünya mümkün' tezlerimiz bu olumsuz havayı dağıtmak, büyük savaş riskini ortadan kaldırmak için ortaya koyduğumuz somut çözümlerdir." dedi ve ekledi. "Yapmamız gereken küresel sistemi revize etmek, herkesin ayrımsız uluslararası hukuka uymasını sağlamak, terörizmi topyekûn bir anlayışla yok etmek, adaleti ve hakkaniyeti temel alan bir küresel paylaşım sistemini hayata geçirmektir."
Akar: 3. Dünya savaşı başladı
Bu açıklamaları bir adım öteye taşıyansa eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar oldu. Akar, “3. Dünya Savaşı bir bakıma başladı. Savaş dediğimiz şey en kaba şekliyle 3’e ayrılır. Hazırlık safhası, düzenlemeler; savaş sahasının, muharebe sahasının düzenlenmesi, diplomatik, siyasi çalışmalar, lojistik çalışmalar, yığınaklanma. Devletlerarası münasebetler, ittifakların kurulması. Savaşın hazırlıkları bu. Ondan sonra bu icra edilir. Ondan sonra da savaş sonrası çalışmalar, faaliyetler sürer. Şu anda hazırlık safhası sürüyor. Dolayısıyla bu ülkeler, bu bloklar kendilerine göre hazırlıklarını sürdürüyorlar. Bunlar zaman ve mekan kendi hak ve menfaatleri noktasında yeterli ve olur olduğunu gördükleri anda bu savaş başlar. Bizim düşüncemiz, değerlendirmemiz bu” diyerek, çıktı çıkacak denilen üçüncü dünya savaşının başladığını ilan etti.
‘Çoktan başladı’ demiştik
Dergimiz Gerçek Hayat, 2022 Eylül ayında yayınlanan 1083’üncü sayısında aynen Akar’ın dediği gibi “Üçüncü Dünya Savaşı Çoktan Başladı” kapağıyla çıkmıştı. Bugün tartışılan konuları neredeyse 2 yıl önce masaya yatırmış, konuklarına dünyadaki gerilimin ve çatışmaların nereye evrileceğini ve üçüncü dünya savaşının çıkıp çıkmayacağı tartışılmıştı. Çin konusunda uzman Alimcan Ablet’ten gelen cevap ise çok çarpıcıydı:
“3. Dünya Savaşının sıcak çatışma şeklinde olacağını sanmıyorum. Savaş zaten başladı. Bundan sonraki savaşlar biyolojik silahlar ile olacak. Kovid-19 boşuna mı çıktı? Çin’de mi çıktı, nereden geldi belli değil ama neticede bir silah olarak ortaya çıktı. Diyelim ki Çin’den çıktı, Çin bunu kullanarak kendi ekonomisini toparladı. Fakat ABD ve Avrupa kincidir, bunun intikamını alır. Bir sonraki virüsün ne olacağını kim biliyor? Elde 1600 virüs hazır halde bekliyor. Devletler artık doğrudan silahlı çatışmaya girmiyor. Ekonomik ve biyolojik savaş ortada. Vekâlet savaşları veriliyor.”
Biyolojik savaş
Her ne kadar Avrupa’da siperler kazılmaya başlansa, sığınakların artırılması kararı alınsa da milyar dolarlık silah yatırımları ve anlaşmaları yapılsa da daha önceki iki dünya savaşındaki gibi bir cephe savaşı öngörülmüyor. Dünyanın birçok yerinde sıcak çatışmalar zaten sürüyor ancak vurgulanmak istenen şu ana kadar bu savaşlardan en az etkilenen toplumların da savaşı hissedeceği yeni gelişmeler olacağı.
Korona sürecinde test edildiği üzere virüs savaşıyla milyonlarca kişiyi öldürebilirler ve de evlerine hapsedebilirler.
Yapay zeka savaşı
Bakan Fidan’ın da dikkat çektiği gibi yapay zekayı kullanarak katliamlar yapabilirler. İrade sahibi yapay zeka safsatalarıyla yıllardır yemlenip duruyoruz. Ellerindeki kitle imha silahlarını kullanıp suçu yapay zekaya atmaları da ihtimal dahilinde. Evdeki buzdolabından bindiğimiz otomobile kadar her şeyi bombaya çevirebilirler. Yaydıkları radyasyonla başta köpekler olmak üzere hayvanları insanlara saldırtabilirler. Zaten saldırıyorlar ya. Daha da beteri olabilir. Bu örnekler istenildiği kadar çoğaltılabilir.
Hacker savaşı
Öte yandan yeni nesil savaş unsurlarından olan hackerlar da tabii olarak sahaya sürülecektir.
Hacker savaşıyla hastanelere saldırıp reçeteleri, tedavileri değiştirip, yine milyonlarca kişinin ölümüne sebep olabilirler. İki kutuplu dünyada yaşanan bu saldırıları da her iki taraf birbirinin üzerine atıp, savaş normali diye kendi halklarına yutturabilirler.
Zira geçen Ekim’de Kızılhaç’ın internet korsanlarına yönelik yayınladığı etik kurallar da manidardı. Bu kurallar eşeğin aklına karpuz kabuğu kaçırmak gibi algılandı.
Kurallar şöyleydi:
• Siber saldırıları sivil hedeflere yöneltmeyin
• Askeri ve sivil kurum ve kişileri ayrım gözetmeden etkileyecek ve zarar verebilecek teknikler ve araçlar ya da kötü amaçlı yazılım kullanmayın
• Askeri bir hedefe siber saldırı planlarken, saldırının siviller üzerindeki muhtemel hedeflerini en aza indirecek bütün önlemleri alın
• Hastaneler, tıbbi ve insani yardım amaçlı kurumları hedeflemeyin
• Sivil nüfusun yaşamını sürdürebilmesi için vazgeçilemez olan, ya da onlar için tehlikeli sonuçlar yaratacak hedeflere siber saldırı yöneltmeyin
• Sivil halk arasında terör paniği yaratacak şiddet eylemi tehditlerinden kaçının
• Uluslararası insan hakları yasalarının ihlalini kışkırtmayın
• Düşman uymasa bile siz bu kurallara uyun
Bu maddeler hacker savaşının ana hatlarını anlamak için yeterli.
Ekonomik savaş
Diğer bir konu da ekonomik savaş. Tıpkı politikada olduğu gibi ekonomide de savaş çanları çalıyor. Yükselen faşist söylemler ticari ilişkileri etkiliyor. Bir tarafta doların hâkimiyetine karşı Yuan ya da Ruble kullanımını artırmak isteyen Çin ve Rusya olduğu gibi euronun düşen itibarını düşünen Avrupa’da da işler yolunda gitmiyor. “Avrupa ölüyor” diyen Macron’un feveranı boşuna değil.
Uzmanların analizlerine göre 2024 ve sonrası ekonomik anlamda da kutuplaşmanın derinden hissedildiği bir dönem olacak.
Yapılan yorumlar şöyle: 2024 yılında birbiriyle bağlantılı ve artan bir şekilde varoluşsal bir boyut kazanan bölgesel savaşlar, dünya düzenini tehdit ediyor. Bu durum birbirini tetikleyerek daha büyük ve ciddi çatışmalara yol açabilir.
Savaşın Avrupa sınırlarına yaklaşması, Avrupa Birliği için de varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Bölgede artan göç dalgaları, ekonomik yük ve güvenlik riskleri, Avrupa'nın sosyopolitik dengesini sarsma potansiyeli taşıyor. Ukrayna’dan gelecek yeni bir göç dalgası ve güvenlik harcaması çok ciddi bir ekonomik yük getirecek. Avrupa'nın Rusya'ya karşı tavrı ve ABD'nin NATO'daki rolü gelecekteki güç dengesini belirleyecek.
Öte yandan Avrupa, Çin'e bağımlılığını azaltmak ve ABD'ye bağımlı olmamak arasında ikilem yaşıyor. Hayale dayalı refah umudu Avrupa’yı krize sürüklüyor. Güvenlikte ABD’ye, enerjide Rusya’ya ve üretim ve hammaddede Çin’e olan bağımlılıkları Avrupa’yı hazırlıksız yakaladı. En çok etkilenen ülke Almanya oldu. Almanya ve Avrupa'daki diğer şirketler resesyondan etkileniyor.
2024 ve sonrası, ABD’nin Çin'den ayrışması hız kazanacak. ABD yeniden iki kutuplu bir dünyaya hazırlanıyor ve Çin ile ekonomik mücadeleye odaklanacak.
Batı’da Hindistan ve Meksika'nın üretim üssü olarak öne çıkması ve Çin'e alternatif olması; Hindistan'ın yakın gelecekte üçüncü büyük ekonomi olması bekleniyor. Ancak batılı ülkelerin Çin'e olan bağımlılığını tekrarlamak istememeleri, Hindistan için engel teşkil edebilir.
Bu yeni düzende iş dünyasını da önemli kararlar bekliyor:
• Artık şirketler, hangi kutupla iş birliği yapacaklarına karar vermek zorunda kalacaklar. Tarafsızlık bir seçenek değil.
• Artan kutuplaşma ile jeopolitik riskler ve belirsizlikler artacak. Avrupa gerilerken kimi bölge ve ülkelerde yeni fırsatlar doğacak. Hindistan, Meksika ve bazı Afrika ülkeleri gibi...
• Tedarik zincirleri ve üretim modelleri değişecek.
• Küresel kurumların etkinliği azalırken, yeni ticari kısıtlama ve düzenlemeler ile küreselleşme etkisi tersine dönecek.
Türkiye hangi tarafı seçecek?
Ortada çok yönlü bir savaş olduğu aşikar. Burada Türkiye’nin alacağı pozisyon hem ülkemizin hem de dünyanın kaderine doğrudan etki edecek. NATO’nun sonraki zirvesinin 23 yıl sonra yeniden Türkiye’de düzenlenmesine karar verilmesi bunun en önemli ispatı. Türkiye bu kritik konumunun sağladığı avantajı doğru kullanırsa kârlı bir sonuç elde edebilir. Ancak bunu bir taraf seçerek mi sağlayacak yoksa kendi tarafını mı oluşturacak bunu zamanla göreceğiz.