2 Ekim Bosna Hersek seçimleri ve Boşnaklar
Eski Yugoslavya’da 1990 da başlayan çok partili serbest seçimlere dayalı demokratik düzen, ilk yıllarda bölgeye istikrar getirmedi. Yugoslavya’nın komşusu birçok eski sosyalist ülkede yaşanmayan kanlı olaylar, soğuk savaş yıllarının parlak ülkesi, Bağlantısızlar hareketinin lideri Yugoslavya’yı perişan etti. Ancak tek partili otoriter bir yönetim sistemine geri dönmek gibi bir ihtimal hiç gündeme gelmedi. 2 Ekim Pazar günü Bosna-Hersek’te yapılacak genel seçimler ülkenin geleceği açısından büyük önem arz ediyor.
Dağılan Yugoslavya’yı oluşturan en kalabalık üç millet; Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklardan oluşmaktadır. Asırlar boyunca bağımsız Hırvatistan devleti hayali ile yaşayan Hırvatlar 1991’de bağımsızlık hedeflerine ulaştılar. Osmanlı idaresi altında 5 asır boyunca kimliğini ve kültürünü korumayı başaran Sırplar ise 1878 de imzalanan ‘Berlin Anlaşması’ ile bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı.
Devamında Arnavutlar, Karadağlılar ve Bulgarlar da aynı yolu izleyerek kendi devletlerini kurdular. Komşularına göre yeterli nüfus, siyasî kültür ve millî kimliğe sahip olmalarına rağmen Boşnaklar, değil kendilerine ait bir devlete hatta bir otonomiye bile sahip olamadılar. Dikta rejimlerinin baskıları altında ezilen Boşnak dünyasının, bu gerçeği şimdiye kadar yeterince sorgulamadığını söyleyebiliriz.
1992’de icra edilen referandumdan sonra ilân edilen Bosna-Hersek bağımsızlığının Boşnaklar açısından tarihi bir önemi vardır. Bağımsız Bosna-Hersek ile Boşnaklar millî kimliklerine kavuştular. Bosna’daki nüfustan çok daha fazla Boşnak’ın dünyanın dört bir tarafında yaşadığını biliyoruz. Milyonlarla ifade edilen bu kitleler, kimliklerine, dillerine, din ve kültürlerine dört elle sarıldılar.
Bosna-Hersek'te kim ne istiyor?
Birinci dünya savaşından sonra kurulan Krallık Yugoslavya’sı gibi ikinci dünya savaşı sonrası gelen Komünist Yugoslav rejimi, Boşnakları siyasî ve kültürel haklarından mahrum yaşamak zorunda bıraktı. Bu sebepledir ki, Boşnaklar başta Türkiye olmak üzere Avrupa, Amerika hatta Avustralya’ ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada dünyanın dört bir tarafına dağıldılar.
Bosna-Hersek’in yarıdan fazla nüfusunu oluşturan Boşnaklar, eşit vatandaşlık haklarına dayalı üniter bir devlet yapısını savunurken, Sırplar Sırbistan’la bütünleşmekten yana ayrılıkçı bölücü tezlerini her fırsatta ifade etmekten kaçınmamaktadır. Hırvatlar ise, Hersek bölgesinde Mostar merkezli, geniş otonomiye sahip bir idarî yapı oluşturmaya çalışıyorlar. Farklı amaçlar için çalışan üç etnik grup arasında sıkışmış olan bağımsız Bosna-Hersek’in tüm yükü Boşnakların sırtına yüklenmiş durumda.
Bosna-Hersek’i yöneten Boşnak siyasetçiler sorumlu, ancak sınırlı yetkilerle zor şartlar altında siyaset yapmaya çalışıyor. Bağımsız Bosna-Hersek’te son sözün; BM Güvenlik konseyine karşı sorumlu olan 15 devletin büyükelçilerinden oluşan BARIŞ UYGULAMA KONSEYİNE ait olduğunu hatırlatmak isterim. Türkiye bu konseyde hem kendini hem de İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATINI temsil etmektedir. Bu bilgiler çerçevesinde, Bosna-Hersek’te 3 etnik tarafın taleplerini karşılayacak kararları almanın zorluğu ortadadır.
Balkanlarda barış ve istikrarın korunması, Türkiye için her zaman ehemmiyetli bir konu olmuştur. Bu amaçla Türkiye 2008’den sonra Sırbistan’la ilişkilerin olumlu seyretmeye başlaması sebebiyle bölgesel üçlü zirveler toplamaya başladı. Türkiye bu hamle ile Balkan istikrarına katkı sağlamayı hedefliyordu.
Türkiye-Bosna-Hersek ve Sırbistan’dan oluşan 3’lü zirvelerde, geçmişte çatışmalara sebep olmuş anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak amacıyla başlatılan müzakere süreci, 2013 yılında Sırbistan’ın çekilmesi ile kesintiye uğradı.
Erdoğan'ın çantasında Belgrad Zagreb-Saraybosna zirvesi mi̇ var?
Savaş halindeki Rusya ve Ukrayna’yı İstanbul’da bir masa etrafında buluşturan Türkiye, dünya kamuoyunda gündem olmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Karadeniz’den dünyaya açtığı ‘TAHIL KORİDORU’ örnek global bir diplomasi zaferi oldu. Tüm dünya bir hafta bu olayı konuştu. Açlık tehdidi ile yüz yüze yüz milyonlarca fakir Afrika-Asya ülkesi, Ukrayna’dan gelecek tahıl dolu gemilerle açlık felaketinden kısmen de olsa kurtulma imkânı bulacak.
7-8-9 Eylül 2022 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Belgrad-Zagreb ve Saraybosna’yı kapsayan balkan turu, bölgedeki anlaşmazlıkların diplomasi yolu ile çözüme ulaşması için bir fırsat ortaya çıkarabilir. Her geçen gün dünya siyasetinde itibarı artan Türkiye’nin, diğer bir kozu da doğalgaz tedariki konusunda artan gücü. BTC, TANAP, MAVİ AKIM gibi doğal gaz boru hatlarına hâkim bir Türkiye’nin desteğini almayan oluşumların başarı şansı bulunmuyor. Çok ciddi bir doğal gaz krizi ile yüz yüze olan Avrupa’nın yanında Balkanlar da doğal gaz konusunda dışa bağımlı bulunmaktadır. Sırbistan bu gerekçe ile Rusya’ya yaptırım uygulamayı reddetmektedir.
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde Kosova- Sırbistan arasında artan gerilimin âcilen düşürülmesi gerekiyor. Batı balkanlardaki problemlere kalıcı çözüm getirmenin en kestirme yolu, bölgedeki ülkeleri AB tam üyeliğine almak olarak telaffuz ediliyordu. Ancak yakın gelecekte böyle bir beklentinin gerçekleşmesi mümkün görülmüyor. AB’nin yanı başında süren savaştan kaynaklanan kriz, AB’nin aczini ortaya çıkardı. Ukrayna-Rusya savaşı bitmeden, AB’nin genişleme yönünde bir hamle yapması çok zor görünüyor.
ABD’nin Kosova’da sahip olduğu askeri üssün (Still Bond) varlığı, onu Balkanların en önemli gücü haline getirmiş bulunuyor. Dolayısıyla son aylarda Sırbistan’la Kosova arasında artan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşmesi konusunda son sözü ABD söyleyecektir. ABD Kongresi başkanı Nancy Pelosi’nin son Taiwan ziyareti, insanlığı üçüncü dünya savaşına sürükleme potansiyeli taşıyan yeni bir gerginliği tetikledi. Bu ziyaret, Washington’un uzak doğu konusunda gizli bir ajandası olduğu şüphesine sebep oldu. Washington’un son yarım asrının dış politikasına damga vuran Henry Kissinger bile Pelosi’nin Taiwan ziyaretini aptalca bulduğunu söyledi.
Sırbistan ile Kosova arasında çıkması muhtemel bir sıcak çatışmanın, ABD yeşil ışık yakmadan başlamasının da bitmesinin de mümkün olmadığını düşünüyorum.
2018’den 2022’ye Bosna-Hersek seçimleri
Bosna-Hersek’te 2018’de yapılan son seçimlerde beklediği sonucu alamayan Hırvat milliyetçi partisi HDZ, hem merkezi devlet seviyesinde hem de federal kurumlarda tam bir engelleme politikası uyguluyor. Bu sebeple hükümetler kurulamamış, eski hükümetler vekâletle görevlerine devam etmek zorunda kalmış bulunmaktadır.
Üç yıldır Bosna-Hersek’in NATO ve AB adaylığı konusunda atılmış iyi niyetli bütün adımlar, Milliyetçi Sırp ve Hırvat partiler tarafından engellenmiş bulunuyor. Barış uygulama konseyi ve yüksek temsilci, yetkileri olmasına rağmen bu engellemelere karşı kararlı bir adım atmaktan çekiniyor. Hatta üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi Sırp üyesi Milorad Dodik’in “Bosna- Hersek’i tanımıyoruz, kendimize ait bir ordu kuracağız” şeklindeki açıklamaları bile yüksek temsilciyi harekete geçiremedi.
Normal her hukuk devletinde olduğu gibi Bosna-Hersek anayasasına göre bu üsluptaki açıklamaların suç teşkil ettiği açıktır. Neticede yüksek temsilcinin, bu açıklamaları yapanları görevden alması ve yargıya intikal ettirmesi gereklidir. Ancak yüksek temsilci Christian Schmidt suç teşkil eden bu açıklamalara karşı şu ana dek yetkilerini kullanmamıştır, bu durum düşündürücüdür.
Erdoğan’ın Belgrad-Zagreb ve Saraybosna ekseninde yapmayı planladığı Balkan turu, artan gerginliklerin azalması yönünde bir etki oluşturabilir. Bunun yanında daha önce yaptığı gibi Bosna’nın bağımsızlığına destek anlamında kararlı açıklamalar beklenmektedir. İkili görüşmelerle başlayacak bu tur zamanla her üç ülkeyi (Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek) bir masa etrafında buluşturacak yeni bir süreci başlatabilir.
Ancak bu sürecin hayırlı bir sonuca ulaşması için ABD ve AB’nin de destek vererek katılım sağlayarak destek vermesi şarttır. Türkiye’nin yayılma gibi bir hedefinin olmadığına, tam aksine Balkan barışına katkı yapmaya çalıştığına tarafları iknâ etmek gerekiyor.