13 yıl + 12 gün

13 yıl + 12 gün
13 yıl + 12 gün

Suriye devriminde geriye dönüp baktığımız zaman birbirinden alâkasız pek çok gelişmenin aslında birbirlerine nasıl da bir zincir gibi bağlı olduğunu görüyoruz. Sanki filmin sonunda her şeyi anlayan kahramanın, tüm yaşananları kafasında canlandırıp aydınlanması gibi…

17 Aralık 2010’da Tunuslu Muhammed Buazizi kendini yaktığında, bunun bir ‘Arap Baharı’na dönüşeceğini bilmiyorduk. Tunus’ta ve Mısır’da diktatörler devrilip, Arap halkları biraz daha nefes almak için sokaklara döküldüğünde, bölgenin bir daha eskisi gibi olmayacağını anlamıştık. Ama yaşanan en uzun iç savaşın ve yüzyılın ilk soykırımlarının sınırlarımızın dibinde olacağını bilmiyorduk.

2012’de muhalifler Şam’a dayandığında Esad’ın gideceğine artık hepimiz emindik. Ama Batı’nın DAEŞ diye bir örgütü imal edip, Suriye’de yeni bir terör şekli deneyeceğini bilmiyorduk. Kısa sürede bu teröristlerin PKK ile ortak çalıştığını ve Batı tarafından desteklendiğini anladık. Ama tüm bu senaryonun dibimizde yapay bir terör devleti peyda etmek için planlandığını da uzun süre bilmiyorduk.

İran’ın Sünni kanı akıtmak için başından beri Esad’ı desteklediği ortadaydı ama Rusya’nın savaşa girip tüm dengeleri alt üst edeceğini tahmin etmiyorduk. Suriyelilere kuduz köpek gibi saldıran Rusya, Ukrayna’ya da havlamaya başladığında Avrupa’yla it dalaşı yaşayacağı belliydi. Ama işin sonunda kuyruğunu kıstırıp Suriye’den kaçacağını bilmiyorduk. 7 Ekim operasyonunun Filistin tarihinde bir devrim olduğunu görebiliyorduk ama bu operasyonun nihayetinde Suriye’deki 13 yıllık savaşın bitmesine vesile olacağını bilmiyorduk. Bugün de bildiğimiz ve bilmediğimiz pek çok şey var. Mesela Suriye devriminin, 13 yıl sabretmiş bir halkın haklı zaferi olduğunu biliyoruz. Ve nihayetinde masada bitirildiğini de. Ama bu devrimin 13 yıllık süreci gösteriyor ki bu günlerin tarihteki gerçek yerini, ancak yakın gelecekte bir gün ‘geriye dönüp baktığımızda’ görebileceğiz.

‘Arap Baharı’nın sıcak rüzgârları 2011 Mart’ında Suriye’ye ulaştığı zaman, bölge zaten yeterince ısınmıştı. Yavaş yavaş dillendirilmeye başlanan ‘çözüm’ ihtimali de PKK’nın Meclis’teki adamlarını heyecanlandırmıştı. Hatta terörist Öcalan, bu süreçte kendisinin muhatap alınması için çırpınıyordu. Mayıs ayında İmralı cezaevinden "15 Haziran’dan sonra süreç ya büyük bir anlaşmaya ya da büyük bir savaşa evrilecektir. Eğer büyük bir savaş çıkarsa hükûmet 3 ay bile dayanamaz" diyecek kadar da ‘bir şeylere’ güveniyordu. 15 Haziran’dan sonra süreç büyük bir anlaşmaya evrilmedi. Ama büyük bir savaş da çıkmadı. PKK bu niyetle saldırılarını artırdı ama Öcalan’ın kulağına fısıldanan savaş Türkiye’de değil Suriye’de çıktı.

Aynı günler, Mısır’ın 30 yıllık diktatörü Hüsnü Mübarek’in de devrildiği günlerdi. Mısır, halk ayaklanmasıyla diktatörünü devirebiliyorsa, Suriye de bunu yapabilirdi. Bunu bilen Suriye halkı, Mart 2011’de sokaklara çıktı.

Esad, halkına karşı bir diktatörden beklendiği gibi davrandı. Hedef gözetmeden halkına ateş etti. Duvara ‘Sıra sana da gelecek doktor’ yazan Hamza El-Hatib isimli çocuğun başına gelenler ise bardağı taşıran damla oldu. Suriye artık ‘muhalifler’ ve ‘Esad rejimi’ olarak ikiye ayrılmıştı.

Özgür Suriye Ordusu kuruldu

Esad rejimine isyan eden yüzlerce asker ve onlarca üst düzey komutan, direniş saflarına geçerek Suriye’nin kurtuluşu için mücadele etmeye başladı. Ve 30 Temmuz 2011’de çoğu ordudan ayrılan subaylardan oluşan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kuruldu. Ordunun komutanı da Esad rejimine baş kaldıran Albay Riyad Esad’dı.

ÖSO, merkez olarak kendine Hatay’ı seçti. Bir yıl kadar da direnişi buradan yürüttü. Direnişe başından bu yana destek veren Türkiye, Katar ve diğer Körfez ülkeleriyle birlikte Esad rejiminin fazla dayanamayacağını düşünüyordu. Planlar da buna göre yapıldı fakat ‘devlet ciddiyeti’ ve henüz yolun başında olunması, Esad’ı son bir kez uyarmak için Türkiye’yi harekete geçirdi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 9 Ağustos 2011'de Şam'a giderek Esad’la yüz yüze görüştü. Sekiz saat süren görüşme Türkiye’nin Esad’ı ilk uyarısı değildi ama toplantı o kadar olumsuz geçti ki bu, Ankara-Şam arasında yapılan son üst düzey görüşme oldu.

Bir muhalifler vardı Suriye’de bir de Esad

Çatışmaların ilk yılı, muhalifler için ilerleme ve genişleme yılı oldu. Esad zulmü devam ediyordu ama onun suçlarına ortak olmak istemeyen pek çok asker de ordudan ayrılıyordu. Muhalifler güneyde Deraa’dan başlayarak ülkenin batı kıyıları boyunca yönetimi ele geçirmiş, Şam sınırlarına dayanmıştı. Ve o günlerde ‘muhalif’ demek “Esad’a karşı olanlar” demekti. ÖSO da bunun tek meşru tarafıydı. İran henüz etkisiz elemandı. Rusya ortada yoktu. ABD kendi terör ordusunu kurmaya başlamamıştı. Avrupa ülkeleri herkese mavi boncuk dağıtıyordu. Elbette hepsinin bir planı vardı ama 2011’de Suriye’de ÖSO ve Esad baş başaydı.

Türkiye, iç savaşın başından itibaren aktif bir politika izledi. Esad’ı bir iç savaştan vaz geçirmeye çalışırken, muhaliflerle de her zaman temas hâlinde oldu. Fakat Esad’la yapılan Ağustos görüşmeleri kötü geçince, Türkiye’nin tavrı da netleşti. Hüsnü Mübarek’in devrildiği Mısır’a giden ve o dönem başbakan olan Erdoğan, "Halkına kurşun sıkan, tanklarla toplarla şehirlere baskınlar düzenleyen Esad’a, Suriye halkı şu anda inanmıyor, biz de inanmıyoruz" sözleriyle Türkiye’nin konumunu açıkça duyurdu.

Cenevre görüşmeleri

Türkiye’nin izlediği aktif politika için o dönem pek çok eleştiri getirildi. Ama belki de yapılabilecek tek eleştiri, Türkiye’nin yeterince aktif olmamasıydı. Esad ve ÖSO’nun başbaşa kaldığı dönemde, Türkiye sahadan çok masada çözüm yolları aradı. Masa da zâten Batının en iyi olduğu savaş cephesiydi. 2012’nin başında, önce o dönem BM Suriye Özel Temsilcisi olan Kofi Annan’ın barış planı konuşuldu. Herhangi bir sonuca varmayan bu plandan sonra Haziran 2012’de Cenevre görüşmeleri başladı. Bu toplantı yapılırken Esad o kadar köşeye sıkışmıştı ki yönetimi bir geçiş hükümetine devretmeyi kabul etti. Buna göre rejim ve muhaliflerin temsilcilerinden oluşacak tam yetkili bir geçiş yönetimi, anayasayı hazırlayacak ve ülkeyi seçime götürecekti. Muhalifler resmen devrimi kazanmıştı.

Birinci Cenevre görüşmesi Türkiye, ABD, Avrupa ülkeleri, Rusya ve Körfez ülkeleri arasında gerçekleşmiş ve Esad’a Şii teröristlerle destek verdiği bilinen İran masaya davet edilmemişti. İran’ın buna tepkisi, Suriye’ye verdiği desteği alenileştirmek oldu.Şii terörist Kasım Süleymani 2012 sonlarında Suriye’de görülmüştü. 2013 Şubat’ında ise İran Devrim Muhafızları, bir komutanlarının Suriye'de muhalifler tarafından öldürüldüğünü duyurdu. Suriye için kurulan ilk masadan zaferle ayrılan muhalifler, kendilerini daha kanlı çatışmaların ortasında buldu.

ABD’nin ‘terör devleti’ adımları

Çatışmaların başında Esad yönetimi Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerden tek kurşun bile atmadan çekildi. Buralar Arapların çoğunlukta olduğu ve azınlık bir Kürt nüfusunun bulunduğu yerlerdi. Esad’ın çekildiği yerlere aynı gün PKK’lı teröristler yerleşti. Ama onlar kendilerine PKK demiyordu. Bölgede 2003’ten beri aktif olan Kürt Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) silahlı olduklarını iddia ediyorlardı ve Temmuz 2012'de Halk Savunma Birlikleri'ni (YPG) kurdular.

Esad'ın Türkiye'ye karşı yaptığı bu hamle sonrası YPG, Afrin, Kobani ve Kamışlı'da hâkim güç oldu ve Türkiye sınırlarında serbestçe hareket etmeye başladı.

-	Muhalifler güneyde Deraa’dan başlayarak ülkenin batı kıyıları boyunca yönetimi ele geçirmiş, Şam sınırlarına dayanmıştı. Ve o günlerde ‘muhalif’ demek “Esad’a karşı olanlar” demekti. ÖSO da bunun tek meşru tarafıydı. İran henüz etkisiz elemandı. Rusya ortada yoktu. ABD kendi terör ordusunu kurmaya başlamamıştı. Avrupa ülkeleri herkese mavi boncuk dağıtıyordu. Elbette hepsinin bir planı vardı ama 2011’de Suriye’de ÖSO ve Esad baş başaydı.
- Muhalifler güneyde Deraa’dan başlayarak ülkenin batı kıyıları boyunca yönetimi ele geçirmiş, Şam sınırlarına dayanmıştı. Ve o günlerde ‘muhalif’ demek “Esad’a karşı olanlar” demekti. ÖSO da bunun tek meşru tarafıydı. İran henüz etkisiz elemandı. Rusya ortada yoktu. ABD kendi terör ordusunu kurmaya başlamamıştı. Avrupa ülkeleri herkese mavi boncuk dağıtıyordu. Elbette hepsinin bir planı vardı ama 2011’de Suriye’de ÖSO ve Esad baş başaydı.

PKK’nın ABD eliyle iç savaşa katılması, muhalifler için İran’ın savaşa girmesi kadar vahimdi. Bulunduğu bölgede rejim unsuru kalmayan teröristler, 2013’te de o bölgelerdeki muhaliflerle savaşmaya ve halkı terörize etmeye devam etti.

ABD’nin savaşa müdahale etmek için bahanesi ise Nisan 2013’te Esad yönetiminin Seraqib’de sarin gazı kullanması oldu. Bir yıl önce "Suriye’de kimyasal ya da biyolojik silah kullanımı kırmızı çizgimizdir" diyen dönemin ABD Başkanı Obama, savaşa aktif ama üstü kapalı olarak katıldı. Obama Önce Rusya'yla, Suriye'deki kimyasal silahların ülke dışına çıkarılması konusunda anlaşma yaptı. Daha sonra da Körfezdeki kukla hükümetlerin ÖSO’ya verdiği desteği kesti. Suudi Arabistan ve BAE, bundan sonra sadece Suriye’nin güneyindeki ABD’nin kurduğu diğer ‘muhalif güçlere’ destek vermeye başladı. Böylece ABD’nin kuzeydeki PKK’dan sonra güneyde de bir örgüt yapılanması oldu.

Tarihin en kullanışlı terör örgütü sahneye çıkıyor

PKK, Suriye’nin batısını yavaş yavaş ele geçiriyordu ama karşısında kendisine direnen güçlü bir oluşum yoktu. Bölgede muhalifler ve kalan Esad güçleri arasında çatışmalar yaşanıyordu. Bu da PKK’nın eylemlerine, Batılıların istediği şekilde meşruiyet kazandırmaya yetmiyordu.

PKK’nın aradığı kan, Nisan 2013'te bulundu. ‘Irak İslam Devleti’ adıyla hareket eden ve başında Ebu Bekr el-Bağdâdî’nin bulunduğu grup, El Nusra Cephesi ve El Kaide ile sorunlar yaşamaya başladı. Bağdâdî, El Nusra’yı da içine alan ‘Irak ve Şam İslâm Devleti’ni kurduğunu duyurdu. Bunun üzerine El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad el-Colani, böyle bir birleşmenin söz konusu olmadığını ve kendileriyle bu konunun istişare edilmediğini açıkladı. Haziran 2013'te El Kaide lideri Zevâhirî, yazılı bir açıklamayla birleşmenin karşısında olduğunu söyledi. Neticede Bağdâdî kendisine verilen talimatı uyguladı ve ‘Irak Şam İslam Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.

Bu şekilde kurulan DAEŞ, İran ve PKK’dan sonra Suriye devrimine darbe vuran üçüncü yapı olarak faaliyetlerine başladı. Örgüt, açık bir şekilde Esad’a karşı hiçbir eylemde bulunmadı. Zaten kuruluş amacı ve hedefleri arasında Suriye’yi özgürleştirmek de yoktu. DAEŞ’in tek hedefi, alabildiği kadar toprak almaktı.

DAEŞ Ocak 2014’te Rakka'yı ele geçirdi ve buradaki muhalif gruplara yönelik katliamları başlattı. Şehri muhaliflerden tamamen boşalttıktan sonra da Rakka’yı sözde ‘hilafetin başkenti’ ilan etti. Bu bölgeden ayrılan muhalifler, İdlib’i kendilerine merkez yaptı. Suriye devrimi için en kötü zamanların başlangıcı da bu olay oldu.

  • Eğit-donat macerası
  • Muhalifler Suriye’nin doğusundan PKK ve DAEŞ marifetiyle çıkarılıp batıya sıkıştırılırken, Cenevre’deki oyalama masası da bir kez daha toplandı. Şubat 2014’teki toplantıya İran yine çağırılmadı ama bu kez Esad yönetimi ve muhalifler masadaydı. Türkiye’nin elini zayıflatmak için toplantıdan iki hafta önce ‘MİT tırları operasyonu’ yapılmıştı. Toplantıda ne DAEŞ ne de muhaliflerin durumu ele alınabildi.
  • Rejimin temsilcileri, ABD ve BM arasında garip ve Esad temelli bir tartışma başladı. Yaklaşık 3 hafta süren toplantıdan hiçbir netice çıkmadı. Zaten o masa da bir netice elde etmek için kurulmamıştı. DAEŞ’in görüşmeler devam ederken ortaya çıkıp Suriye’nin neredeyse yarısını ele geçirmesi de tam bu görüşmeler devam ederken gerçekleşti. Sadece DAEŞ değil, doğuda onunla ortak çalışan PKK da harekete geçti. Ocak 2014'te PYD, tek taraflı olarak ‘Rojava Anayasası'nı ilan etti. Daha sonra da Arap bölgeleri olan Afrin, Ayn el Arap ve Haseke de sözde özerklik ilan etti.
  • Böylece Suriye devriminin artık devirmesi gereken diktatör rejimi 3’e çıktı.
  • İkinci Cenevre toplantısı yapıldığı sırada, Suriye haritası bu şekildeydi ve devrim en zor günlerini yaşıyordu.
  • Masa oyunları devam
  • Suriye PKK’sına yardımlarına devam eden ABD’nin Suriye’de savaşa fiilen girmesi 2014 yazını buldu. Cenevre’deki ikinci görüşmeden 3 gün sonra ABD, Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu arasında bir eğit-donat anlaşması yapıldı. Buna göre 2 bin kişi Türk ve Amerikalı askerler tarafından Kırşehir'de eğitilecek ve askeri olarak donatılacaktı. Fakat bu eğitilenlerin görevi Esad’a karşı savaşmak değil, doğudaki DAEŞ’le mücadele etmekti. Eğitilen 60 kadar Suriyelinin sahada En Nusra’ya katılmasını gerekçe gösteren ABD sonbaharda projeyi rafa kaldırdı. Sonrasında da savaşa fiilen girdi.

Ne muhalifler kaldı Suriye’de ne de Esad

Suriye direnişini oyalayan DAEŞ, 2014 yazında Felluce, Ramadi, Musul gibi Irak şehirlerinde hâkimiyeti ele geçirdi. Üstelik Irak hükümetinin hiçbir direnişiyle karşılaşmadan. Sonra da Türkiye sınırındaki PYD bölgelerinin bir kısmını kuşattı. ABD, Ağustos'ta Irak'ın Sincar bölgesine ilk hava saldırısını düzenledi. 23 Eylül'de ise bu kez Suriye'de örgüte karşı ilk hava bombardımanını gerçekleştirdi. 4 gün sonra da DAEŞ’in PKK bölgelerine ilerleyişini engellemek için Kobani bombardımanı başladı.

DAEŞ’e karşı mücadelede PKK’nın asıl unsur gibi gösterilmeye başlandığı tarih de bu oldu. Batı basınında ve doğal olarak dünya gözünde Suriye, ‘kafa kesen radikal İslamcılar’ ve ‘onlarla mücadele eden Kürtlerin’ savaş alanıydı. Batı, devrime artık kördü. Görenler de ‘kafa kesen radikal İslamcılar’ olarak pazarlanan silahlı adamlar görüyordu. Suriye devrimi tüm hızıyla devam ediyordu ama gündemde artık ne muhalifler kalmıştı ne de Esad.

Halep direnişi

İç savaşın başından itibaren muhaliflerin kontrolünde olan ancak 4 yıl boyunca yoğun çatışmaların yaşandığı Halep, 2016’da düştü. Halep direnişi, Suriye’de o güne kadar yaşananların küçük bir örneğiydi. Şehirde 4 yıl boyunca sokak çatışmaları yaşandı. Özellikle 2014’ten sonra DAEŞ de çatışmalara girince direnişçiler kuzeyde PKK, doğuda DAEŞ ve güneyde de Esad rejimine karşı mücadele etmeye başladı. Her cephede büyük mücadele veren direniş, 2015’te Halep’i tüm unsurlardan temizlemeye çok yaklaşmıştı. Fakat bu kez savaşın seyrini değiştiren Rus hamlesi geldi.

Rusya’nın savaşa girmesinden bir ay sonra yaşanan uçak krizi, Türkiye ile ilişkileri 1 yıl boyunca tamamen kopardı. Kasım 2015’te Rus savaş uçağının vurulmasından Ağustos 2016’ya kadar iki ülke arasında diplomatik bir savaş yaşandı. Erdoğan ve Putin’in yüz yüze görüşmesiyle sona eren gerginlik, sonrasında Suriye’de ‘ortak devriye’lerin atıldığı bir iş birliğine dönüştü.
Rusya’nın savaşa girmesinden bir ay sonra yaşanan uçak krizi, Türkiye ile ilişkileri 1 yıl boyunca tamamen kopardı. Kasım 2015’te Rus savaş uçağının vurulmasından Ağustos 2016’ya kadar iki ülke arasında diplomatik bir savaş yaşandı. Erdoğan ve Putin’in yüz yüze görüşmesiyle sona eren gerginlik, sonrasında Suriye’de ‘ortak devriye’lerin atıldığı bir iş birliğine dönüştü.

Eylül 2015’te Rusya savaşa fiilen dâhil oldu. Halep’te köşeye sıkışan Esad’a hava desteği veren ve bombardımanda kendi savaş uçaklarını kullanan Putin’in de gerekçesi elbette ‘DAEŞ’le mücadele’ydi.

Rusya’nın savaşa girmesi, Suriye’de devrimin gidişatını tamamen değiştirdi. Büyük katliamların yaşandığı ve 1 milyon nüfusun Türkiye’ye sığındığı Halep, Aralık 2016’da tamamen düştü ve rejimle PKK arasında paylaşıldı.

Esad bir Rus gazeteciye verdiği röportajda savaşın dönüm noktası sorulunca, "Halep'in alınması" diyecekti. Çünkü o operasyonla iktidarını biraz daha uzattığını biliyordu. Ama 8 yıl sonra dönen muhalifler Halep’i geri aldığında, Suriye’deki iktidarının 8 gün sonra biteceğini bilmiyordu.

‘Ortak devriye’ çağı

Rusya’nın savaşa girmesinden bir ay sonra yaşanan uçak krizi, Türkiye ile ilişkileri 1 yıl boyunca tamamen kopardı. Kasım 2015’te Rus savaş uçağının vurulmasından Ağustos 2016’ya kadar iki ülke arasında diplomatik bir savaş yaşandı. Erdoğan ve Putin’in yüz yüze görüşmesiyle sona eren gerginlik, sonrasında Suriye’de ‘ortak devriye’lerin atıldığı bir iş birliğine dönüştü.

23 Ocak 2017'de bu kez İran ve Rusya’nın devrimi oyalama toplantıları başladı. Astana’daki toplantıya devrimciler, Esad rejimi, Türkiye, Rusya, İran ve ABD heyetleri katıldı. Muhalifler ile rejim temsilcileri iç savaşın başından bu yana ilk defa uluslararası bir toplantıda bir araya geldiler. Şubat 2017'de yapılan bir sonraki turda ateşkes tartışılmaya başlandı. Fakat görüşmeler ilerledikçe Esad ve Rusya sivillere karşı katliamlarını artırdı.


Mayıs 2017'deki 4. tur Astana toplantısında İdlib, Lazkiye, Hama ve Halep’in bazı bölgeleri, Humus’un kuzeyi, başkent Şam'daki Doğu Guta ile ülkenin güneyindeki Dera ve Kuneytra vilayetleri "gerginliği azaltma bölgeleri" olarak ilan edildi.

Ancak ne Esad ne de İran destekli teröristler, ateşkes ilan edilen 4 bölgeye saldırmaktan vazgeçmedi. Rusya’nın hava desteğiyle İdlib hariç diğer üç ‘çatışmasızlık bölgesi’ Esad rejimi tarafından ele geçirildi.

Esad, güneydeki bölgeler için ABD ile farklı bir anlaşma imzalamıştı ve Temmuz 2018'e kadar Doğu Guta, Kuneytra ve Dera bölgelerinden binlerce muhalif, aileleriyle birlikte otobüslere bindirilip İdlib'e gönderildi. Böylece HTŞ tarafından yönetilen İdlib, Suriye muhalefetinin başkenti oldu ve nüfusu 3 milyona dayandı.

Direniş hareketinin İdlib’e sıkışması, Şam yönetimi, Şii teröristler ve Suriyeli Nusayriler tarafından sevinçle karşılandı. Hatta güneydeki direnişçilerin otobüslerle kuzeye gönderilmesi nedeniyle sosyal medyada çokça ‘otobüs’ şakası yapıldı. O günlerde ne Şii-Nusayri teröristler ne de direniş, devrimin bu sıkışmanın patlamasıyla olacağını tahmin etmiyordu. Ama 2017’deki bu son hamle, Suriye’de haritaların eskisi gibi sık değişmediği bir dönemin başlangıcı oldu. Devrimciler, dar bir alanda küçük çatışmalarla varlıklarını devam ettirmeye başladılar.

Türkiye’nin operasyonları

FIRAT KALKANI: Ağustos 2016'nın başında PKK, DAEŞ’le mücadele etme bahanesiyle Menbiç’e girdi. Türkiye ABD’ye defalarca Fırat’ın batısı ‘kırmızı çizgimiz’ dediği halde PKK/PYD burada ilerlemeye devam etti. Terör koridorunun Afrin ile birleşmesine ramak kalmıştı. 24 Ağustos’ta TSK, ÖSO ile birlikte Fırat Kalkanı harekâtını başlattı. 2017 Mart’ına kadar devam eden operasyon sonucu Cerablus ve El-Bab teröristlerden temizlendi. DAEŞ, Halep'in kuzeyinden çıkarıldı. Menbic-Afrin arasındaki terör bağlantısı da kesilmiş oldu.

ZEYTİN DALI: Fırat Kalkanı harekatından sonra Özgür Suriye Ordusu büyük bir toparlanma yaşadı. Dağınık haldeki gruplar, bu tarihten sonra başlayan görüşmeler sonrası birleşti ve 30 Aralık 2017’de ÖSO’nun yerine Suriye Millî Ordusu kuruldu. 20 gün sonra da TSK ile birlikte ilk büyük operasyona başladılar. Afrin ve Tel Rıfat’ın terör örgütlerinden kurtarılması için yapılan Zeytin Dalı Harekatı, Fırat Kalkanı kadar uzun sürmedi. 24 Mart’ta Afrin ve çevresi PKK/YPG’li teröristlerden temizlenmişti.

BARIŞ PINARI: 6 Ekim 2019’da dönemin ABD Başkanı Trump’la konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK’ya verilen desteğin kesilmesini istedi. Görüşme o kadar verimli geçmişti ki Trump bunu kabul etti. Ve bazı askerlerini PKK bölgelerinden çekti. Arkasında ABD desteği olmayan PKK, Resulayn ve Tel Abyad’dan çekildi. Türkiye ve SMO, M4 Karayolu'nun Fırat'ın doğusunda kalan kısmını büyük ölçüde kontrol etti. Operasyon, ABD’nin vaatleri ve bir takım sözleri nedeniyle erken bitirildi. Verilen sözler ise hiç tutulmadı.

BAHAR KALKANI: ‘4 çatışmasızlık bölgesi’ planı, Rusya ve İran tarafından hiç uygulanmadı. İdlib hariç 3 bölgeyi işgal eden Rusya ve İran, muhaliflerin toplandığı ve Türkiye’nin de askeri olarak destek verdiği İdlib’e saldırılara başladılar. 27 Şubat 2020’de Rus ve Esad uçakları, İdlib’deki Türk askerlerine hava saldırısı düzenledi. Saldırıda 35 askerimiz şehit oldu. Türkiye aynı gün harekâtın düğmesine bastı. Daha önceki harekâtlardan farklı olarak Bahar Kalkanı’nda Türkiye açık bir şekilde Rusya ve Esad askerleriyle doğrudan çatışmalara girdi. Harekât, 5 Mart’ta Erdoğan ve Putin’in görüşmesiyle sona erdi. Alınan sonuç ise Rusya ile yine ortak devriyelerin devam etmesi oldu.

Rusya ve İran çekilince devrim geldi

Suriye devriminin başarıya ulaşma süreci, sahada terör estiren iki devletin saldırganlığı artırmasıyla başladı. Önce Rusya 2022’de Ukrayna’ya saldırdı. Kendisi için Suriye’de işlerin iyi gittiğini düşünen Putin, Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etme operasyonunun düğmesine bastı. Fakat ne Rusya onun düşündüğü kadar güçlü ne de Suriye direnişi sandığı kadar zayıftı. Ukrayna’da bir bataklığın içine düşen Rusya, her gün kan kaybetti.

7 Ekim’de Filistin direnişinin düzenlediği Aksâ Operasyonu ise İran’ı Suriye’den çıkaran olayların başlangıcı oldu. 7 Ekim’den sonra Gazze’de soykırıma başlayan İsrail, 1 yıl içinde gözünü Lübnan’a dikti. Lübnan iç savaşından sonra ülkenin güneyinde kendine bir ‘uydu devlet’ kuran İran, o günden beri İsrail ile kardeşçe yaşıyordu. Ama iki terör devletinin çatışmasızlığı, İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla sona erdi. İsrail Lübnan’daki Hizbullah rejimini neredeyse tamamen çökertince, İran’ın Suriye’deki gücü de sarsıldı.

Kimsenin inanamadığı devrim

27 Kasım, Suriye devriminin zafere giden 12 günlük yolculuğunun başlangıcı oldu. Aylardır büyük bir operasyon için hazırlanan HTŞ ve SMO, geri plandaki görüşme, anlaşma ve pazarlıkların çoğu tamamlandıktan sonra harekete geçti. HTŞ ve ona bağlı birlikler, güneye doğru ilerlerken SMO da doğudaki PKK bölgelerine doğru yürüyüş başlattı.

Suriye devriminin başarıya ulaşma süreci, sahada terör estiren iki devletin saldırganlığı artırmasıyla başladı. Önce Rusya 2022’de Ukrayna’ya saldırdı. Fakat ne Rusya onun düşündüğü kadar güçlü ne de Suriye direnişi sandığı kadar zayıftı. Ukrayna’da bir bataklığın içine düşen Rusya, her gün kan kaybetti. 7 Ekim’de Filistin direnişinin düzenlediği Aksa Operasyonu ise İran’ı Suriye’den çıkaran olayların başlangıcı oldu.
Suriye devriminin başarıya ulaşma süreci, sahada terör estiren iki devletin saldırganlığı artırmasıyla başladı. Önce Rusya 2022’de Ukrayna’ya saldırdı. Fakat ne Rusya onun düşündüğü kadar güçlü ne de Suriye direnişi sandığı kadar zayıftı. Ukrayna’da bir bataklığın içine düşen Rusya, her gün kan kaybetti. 7 Ekim’de Filistin direnişinin düzenlediği Aksa Operasyonu ise İran’ı Suriye’den çıkaran olayların başlangıcı oldu.

İran zâten çoktan kuyruğu kıstırıp kaçmıştı. Rusya ise rejime desteği aynı gün kesti. Devrimciler önce Halep’i hürriyetine kavuşturdu. Ve buna kimse inanamadı. Çünkü her şey çok hızlı oldu. 2012’den 2016’ya kadar büyük çatışmaların, katliamların, göçün ve akıl almaz bir direnişin yaşandığı Halep bir günde düştü. Halep kırsalında çok büyük çatışmalar yaşandı ve onlarca devrimci şehid oldu. Ama bu çatışma, rejimin ‘işinin bittiğini anladığı’ çatışma oldu. Güneye doğru sahadaki bütün rejim unsurları silah bırakarak kaçmaya başladı.

Devrimciler önce Hama’yı, sonra da Humus’u ele geçirdi. Ve aslında buna da kimse inanamadı. Çünkü artık Şam’a giden yolda hiçbir engel kalmamıştı. İlerleme o kadar hızlı gerçekleşti ki yürüyüşün 12. gününde devrim zafere ulaşmış ve 8 Aralık’ta Şam düşmüştü. Suriyeliler dâhil herkes, 13 yıllık iç savaşın 12 günde düştüğüne inanamıyordu.

Bu ‘inanamama’ hâli, doğal olarak herkesin aklında bir şüpheye neden oldu. İnsanlar bir yandan devrimi kutlarken, bir yandan da zaferin ellerinden alınacağı korkusuna kapıldı. Bu da peş peşe soruları ve bir takım ‘komplo’ teorilerini gündeme getirdi.

Elbette bu teorilerin hepsinde de haklılık payı var. Çünkü 13 yıllık bir iç savaşa dâhil olmuş onlarca ülkenin bu topraklarda hâlen bir takım planları olduğunu inkâr etmek saflık olur. Ve elbette onların planlarının ne olduğunu da bilemeyiz. Fakat bugün ne olarak bildiğimiz şey, Suriye’de, 13 yıllık direnişi sürdürenlerin yaptığı bir devrim, Nusayri ve Hıristiyan gibi gayrimüslim halkların bile güvendiği bir lider, ülkenin arkasında Türkiye gibi güçlü bir ülke ve geleceğe umutla bakmak isteyen bir halk var. 13 yıl+12 günlük devrimin kodlarını, diğer ülkelerin planlarını ve tüm planların sonuçta nereye çıktığını ise ancak yakın gelecekte bir gün ‘geriye dönüp baktığımızda’ görebileceğiz.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım