1 Mayıs’ta Afganistan
Taliban baştan beri anlaşma şartlarına riayet etmeye hevesli olmadı. Anlaşmanın kendisini bir zafer olarak gördü. Yükümlülüklerine en fazla lafzî seviyede riayet etti. Savaş onun için en kötü ihtimal değil. İşgalci kalmayı seçerse yeni bir yıpratma savaşı kampanyasıyla bu ülkelerin kamuoyunu çekilme yönünde zorlayabileceğini düşünüyor. En kötü ihtimalle yeniden anlaşma masasına döner ve yeni bir soluklanma fırsatı elde eder.
1 Mayıs, Afganistan için bir dönüm noktası olacak. Geçen yıl imzalanan anlaşma gereği tüm yabancı güçler ülkeden ayrılmazsa Taliban bu güçlere yönelik saldırılarına yeniden başlayacak. Şayet çekilme gerçekleşirse Kabil hükümetiyle Taliban arasındaki savaş 11 Eylül öncesini andıran şartlarda yeniden başlayacak. 1 Mayıs, her halükârda barışın değil yeni savaşların başlangıç tarihi olarak gözüküyor. Peki, tarafların duruşu ne, nasıl bakıyor, ne görüyorlar?
Tutumu en net olan Taliban. “Biden askerlerini Mayıs ayına kadar çekmezse hücumlar yeniden başlar” diyorlar. “Bir tek askerin kalması hâlinde dahi”… Dolayısıyla az sayıda da olsa “terörle mücadele gücü bırakılması” gibi bir seçeneğe razı değiller. Son bir yıldır hiçbir NATO askerinin ölmediğini ve 30 Nisan’a kadar saldırmayı düşünmediklerini söyleseler de bu onların silah bıraktıkları manasına gelmiyor.
Bilakis genelde sakin geçen kış ayları bu yıl her zamankinden daha kanlıydı. Başkent Kabil ve kuzey eyaleti Kunduz başta olmak üzere pek çok beldede polisler, politikacılar, gazeteciler, aktivistler Taliban hücumlarının hedefi oldu. 2586 sivil zarar gördü, 810’u hayatını kaybetti. Bu rakamlar Taliban’ın anlaşma döneminde şiddeti nasıl tırmandırdığının göstergesi. Tabii ki bu tırmanıştan ötürü hükümeti ve ABD tarafını sorumlu tutuyorlar.
Futbol maçına gider gibi harbe gidiyoruz
Taliban, yabancılar çekildiğinde Kabil hükümetini bekleyen şeyi göstermek için fazlasıyla aceleci. Zaten müstakil bir varlığa sahip olmadığını düşünüyorlar; Amerikalılar neyi emrediyorsa Eşref Gani ve adamları harfiyen yerine getiriyor. ABD gittiğinde onların da kalmasına gerek yok. Taliban’ın onlarla iş tutmasına hacet de yok.
- Dedikleri şu: “Meşru hükümet biziz; dünya bize öyle muamele etmeli. Savaş yorgunu filan da değiliz; Trump’ın da dediği gibi ‘futbol maçına gider gibi’ harbe gidiyoruz. Afganistan’da bir yabancı güce güvenli çıkış imkânı verilmişse bu onun için bir şanstır, kıymetini bilmeli!..”
Taliban baştan beri anlaşma şartlarına riayet etmeye hevesli olmadı. Anlaşmanın kendisini bir zafer olarak gördü. Yükümlülüklerine en fazla lafzî seviyede riayet etti. Savaş onun için en kötü ihtimal değil. İşgalci kalmayı seçerse yeni bir yıpratma savaşı kampanyasıyla bu ülkelerin kamuoyunu çekilme yönünde zorlayabileceğini düşünüyor. En kötü ihtimalle yeniden anlaşma masasına döner ve yeni bir soluklanma fırsatı elde eder.
Beyaz bayrak sallıyoruz
29 Şubat 2020’de Katar’da imzalanan anlaşmadan evvel ABD’nin Afganistan’da 13 bin askeri bulunmaktaydı. Üslerini kapattı, 15 Ocak itibarıyla da asker mevcudunu 2500’e kadar düşürdü. Ne var ki Washington’da Trump kadar çekilme yanlısı pek kimse yoktu. Bunun bir hata olduğunu düşünenler çoğunluktaydı. Trump kendi savunma bakanı Mark Esper’i dahi görevden almak zorunda kaldı. Pentagon her fırsatta Taliban’a hava akını tertipleyerek süreci bozmayı veya yavaşlatmayı denedi.
Washington’da anlaşmayı teslimiyet olarak görenler çoğunluktaydı Bunlardan biri eski Kabil büyükelçisi Ryan Crocker’dı. “Beyaz bayrak sallıyoruz. Taliban’a ‘Sen kazandın, biz kaybettik’ diyoruz” şeklinde yorumluyordu anlaşmayı. Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in plana gönülden evet dememişti. Ulusal Güvenlik Danışmanı Rober O’Brien ile alenen kavga etmişti nitekim.
Böyle olsa da anlaşma Trump’ın kişisel bir anlaşması değil, bir ülke olarak ABD’yi bağlar. Anlaşmadan çekildiklerini açıklamaları ülkenin hasarlı itibarını dip seviyeye indirecektir. Buna rağmen bazı senatörler açıkça bu görüşteler. Lindsey Graham bunlardan biri ve mantığı çok basit: “Biden yönetiminin Afganistan'a dair önerisinden gayet memnunum. Ülkede şartlı bir yaklaşımla asker tutmaya devam edeceğiz. Mayıs ayında ülkeden ayrılacağımızı düşünmüyorum. Şartlar uygun olduğu zaman ayrılacağız. Taliban bizi aldatıyor. Anlaşmaya uymuyorlar.”
- Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan da anlaşmayı gözden geçireceklerini, Taliban’ın taahhütlerine bağlı kalıp kalmadığını inceleyeceklerini söyledi. “Terör gruplarıyla ilişkiyi kesme, şiddeti azaltma, Afgan hükümeti ve paydaşlarıyla anlamlı müzakereler yapma” konularında tutumuna bakıp kadınların ve azınlıkların haklarını korumaya odaklanacaklarını bildirdi.
Biden eski hoşnutsuzlarla kafa kafaya verse de müzakereci söylemi elden bırakmıyor. Anlaşmanın mimarı sayılan Afgan kökenli Zalmay Halilzad’ın hâlâ baş müzakereci konumunda tutulması bunun açık göstergesi. Savunma Bakanı Lloyd Austin bile “müzakerelere dayalı çözümden yana olduklarını” beyan ediyor.
Sıfır sorumluluk
Şu var ki Biden Afganistan meselesinde seleflerinden daha gerçekçi bir tutum içindeydi. Ulus inşası projelerine de gerilla karşıtı askerî mücadeleye de şüpheyle yaklaşan bir tavrı vardı. Hatta CBS News’te bir yıl evvel ABD askerlerinin çekilmesi durumunda Taliban’ın yeniden iş başına geçmesinden sorumluluk duyup duymayacağı sorulduğunda tavrı netti: “Sıfır sorumluluk!.. Benim sorumluluğum Amerika’nın kendi ulusal çıkarlarını korumak; dünyadaki her sorunu güç kullanarak çözme adına kadınlarımızı ve erkeklerimizi tehlikeye atmak değil. Başkan olarak benim sorumluluğum bu. Ve başkan olarak yapacağım şey de bu…”
Gelgelelim yemin ettikten sonra Afganistan’dan çekilmek için sadece 100 günü vardı ve ikilemlerden kurtulduğuna dair somut bir adım henüz ortada yok. Eski şüpheci tavrından ziyade şahin bir tavra bürünmüş vaziyette. Muhtemelen anlaşmada bazı değişiklikler yaparak Taliban’ın müstakbel iktidarına set çekmeyi deneyecek. Bürokrasi ve ordu zaten bu çizgideyken Biden bu tercihinden ötürü ülke içinde zorlanmayacak. Gelgelelim sahada bu tercihi neler bekliyor, bunu tahmin etmek için kâhin olmaya lüzum yok.
“Onu Afganistan'da çok tanıdık bir bataklık bekliyor.” Yüz milyarlarca dolar sarf etti, yumuşak-sert her türden güç kullandı, “tüm bombaların anası” dâhil denemediği silah kalmadı ama sonuçlara bakılırsa pek işe yaramadı. Taliban’la sıfırdan savaşa tutuşup onu yeneceğini sanıyor olamaz. Büyük ihtimalle Katar, Pakistan, Çin, Rusya, Suudî Arabistan ve İran’a baskı uygulayarak anlaşmanın Taliban aleyhine bir muhtevaya kavuşmasını isteyecek. Bunu başarabilecek mi? Zor.
Ne olur kalın
Kabil hükümeti ve başındaki Eşref Gani Trump’tan kurtulduğu için sevinenlerin başında geliyor. Taliban’la masaya oturmamak için hep ayak sürümüştü. Şimdi de barış için Taliban’ı ayak sürümekle suçlayıp başta ABD olmak üzere NATO güçlerinin ülkede kalması için yalvarıyor. “Doğru karar”: Kalmak. “ABD yardımı olmadan da NATO görevine devam edemez.” İhbarcı ve kışkırtıcı bir dille konuşuyor: “Taliban, şiddet yoluyla galip gelebileceğini anlarsa, bu işin peşini bırakmayacak!..” Gitmeyin, kalın, bizi onlarla baş başa bırakmayın diyor hülâsa.
Doğrusu Pakistan hariç ilgili ülkelerin tamamı (Avrupa, Rusya, Hindistan, hatta İran) da koro hâlinde aynı şeyi söylüyor. Biden bu koroya uymaya meyyal. Bir miktar bedeli de göze almıştır muhakkak. “Afganistan istikrara kavuşmazsa Amerika güvende olamaz” efsanesine birileri hâlâ ihtiyaç duyuyor demek ki. 201 bini sivil, 330 bin kişinin öldüğü veya yaralandığı, 5 milyon kişinin yerinden edildiği bir savaşı düşük yoğunluklu sürdürmek bakalım neye çare olabilecek?
Pamir ile Hindukuş Dağları imparatorluklar için ideal bir mezarlıktı. Yoksulluğa, yolsuzluğa, kayırmacılığa, kabileciliğe, uyuşturucuya teslim bir ülke kimin iktidarda olduğuna, kimin kimle savaştığına bakılmaksızın Afganlar için de bir mezarlık olmaya devam edecek. Tek kesin gerçek bu.