Yahşılık

​Yahşılık
​Yahşılık

Şair Ahmet Murat'ın kaleminden metanetli Uygur Türk gençleri üzerine.

O anneyi merak ediyorum. Çocuğuna bir Müslüman ismini vermekte zorluk çekme sınırında yaşayan, oruç tutması bile yasaklanan, her türlü kısıtlamaya maruz kalmış ama evinde artık Çin’in giremeyeceği o kurtarılmış asude bölgede, Kur’an-ı Kerim’i çocuğunun hafızasına emanet eden o anneyi. O da bu emaneti, kendi annesinden almıştı.

Gençlerin hemen hepsi, 10'lu yaşlarda hafız olmuşlar. Oyun çağında, okul çağında, oyunla okul çağında hepsini birden yaparken bir yandan da hıfzlarını tamamlamışlar. Hafızlıktan mıdır bilemiyorum ama hepsi, üzerlerine sinmiş bir olgunluğu hiç de emanet gibi olmayan bir biçimde taşıyorlar.

16 yaşındaki bir genç kız olan M., bu yaşına kadar bir yandan Kur’an-ı Kerim’in yarısını ezberlemiş, öte yandan dört yaşında başladığı eğitim hayatında iki kere sınıf atlayarak çok erken bir yaşta üniversite kapısına gelmiş. Ha, yine bu arada annesinden Arapça öğrenmiş, tefsir okumuş (Buyurun, merak uyandıran bir anne daha.). Rahman suresinin 60. ayetinin meali sence nasıl olmalı, diye soruyoruz (Dikkatinizi çekerim, daha lise mezunu gepegenç biri o). “Yahşılıkın karşılığı yine yahşılıktır,” diyor, Kaşgarlı Mahmud’un hemşehrisi. Güzelim Türkçe, güzelim Türkçe.

Ailelerinden haber alamayan, Mısır’dan can havliyle Türkiye’ye kaçan, memleketlerine dönüş ümitleri giderek zayıflayan bu çocuklara bakıyorum. Metanetleri, gayretleri, dirayetleri etkileyici. İleride davetçi olmak isteyenler, Çin’e dönüp İslam’ı tebliğ etmeyi ümit edenler var içlerinde. Hepsi Çince biliyor. Uzun süredir Mısır’da olduğu için Çinceyi unutmaya başladığını söyleyen bir kız öğrenciye, “Sen zaten Çinlileri de Çinceyi de sevmezsin,” diyoruz. “Ama,” diyor, “Kötülüğe iyilikle muamele etmek sünnettir. Biz, Çinlilere de iyilik götürmeliyiz.”.

Üç gündür çağdaş eğitim kuramlarından bütünüyle habersiz, anne-baba olmaya dair popüler ve afili literatürden tamamen mahrum olan; Urumçili, Hotanlı, Doğu Türkistanlı o anneleri, çocuklarına bu eğitimi, bu terbiyeyi, bu metaneti, bu dayanıklılığı, bu azmi aşılama yöntemlerinden başka bir şey düşünemiyorum. Evlerini okul kılmalarını, çocuklarını alınlarından öpüp meçhul bir geleceğe uğurlamalarını, bütün bunları da dinî hamiyetle yapmalarını benzersiz buluyorum. Günümüzün mucizesi gibi bir şey bu. Uygurlu sanatçı Abdurehim Heyit’in şu meşhur türküsünü hatırlamanın vakti:

“Dedim, niçin korkmazsın? Dedi, Tanrım var.

Dedim, ya başka? Dedi, halkım var.”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım