Ustalık nedir, nasıl geliştirilir?
İnsan gittikçe ustalaşabildiği için medeniyetler kurmayı başardı. “Ustalık” denilen şey, aslında içimizde… Onu dışarı çıkarmak için bir nedeniniz varsa ustalaşmak için yaratıldığımızı hatırlayın yeter. Gerisi zaten gelecektir.
Bugün önemli bir konumuz var: Ustalık. Gelin, ustalığın nasıl bir şey olduğu üzerine fikir yürütelim birlikte. Ustalığın nasıl geliştiğini, nasıl oluştuğunu ya oluşamadığını düşünelim. Neden bazı insanların, bazı işlerde kolaylıkla usta olabildiğinden, bazı insanların ise neredeyse ömrünün yarısını harcamasına rağmen neden ustalaşamadığından bahsedelim. Tabii ki bütün ustalıkların temel mekanizmasını burada size deşifre edebilecek durumda değilim. Ancak kavram olarak herhangi bir işte ustalaşmanın beyinsel, zihinsel ve psikolojik temellerine bakabiliriz. Nihayetinde “ustalık” kavramı, hepimizi çeşitli düzeylerde ilgilendiriyor. Özellikle genç arkadaşlar için; hayatlarına yeni bir yol çizmeye çalışan, onu inşa etmeye çalışanlar için bu başlık altında faydalı olabilecek birkaç söz edebilirim.
Ustalaşma, bir işi gittikçe daha akışkan ve daha verimli bir halde yapabilme becerisi geliştirmek demektir. Yeterince uğraştığımız her işte, bizi ustalaşmaya götüren bir beyin sistemiyle donatılmış durumdayız. Fakat devamlı yaptığımız her işte ustalaşamıyor olmamız, ustalığın devamlı yapmaktan başka şeyler gerektirebileceğini de bize düşündürüyor. Ustalaşma sistemi, temelde beynimizin harika bir özelliğinden kaynaklanıyor. Bu özellik de şu: Beynimiz, bir şeyi yeni yapmaya başladığımızda bize karmaşık ve öğrenmesi zor gelen, ilk başlarda uygulaması bir sürü probleme yol açan işlerle yeterince karşılaştığında, onu otomatik pilota atıp ustalıklı bir şekilde kaydeder. Örneğin otomobil ya da bisiklet kullanmayı ilk denediğimizde, bize yapılması imkânsız gibi gelmesi normaldir. Sonra bu taşıtları kullanıp deneyim kazandıkça görürüz ki aslında bu iş hiç de zor değildir. Çünkü artık beynimiz buna kabul vermiş, mesele bilinç düzeyine çıkmıştır.
Otomatik pilotta yaşamak
Özetle bilinç pahalı bir şeydir. Bilinç, ciddi bir sorun olduğunda devreye girerse etkin bir şekilde kullanılmış olur. Bilinç, sorunu çözdükten sonra tatile çıkmak ister. Onu pahalı bir uzman gibi düşünebiliriz. Örneğin çok karmaşık cinayetleri çözmesi için çağrılan ünlü bir dedektif gibi. Bu pahalı tüketimden kaçınmak için otomatik pilot sistemi bütün canlılarda gelişmiştir. İnsanda ise biraz daha fazla gelişmiştir. Bizler, otomobil kullanmak gibi motor beceriler gerektiren işler de dahil olmak üzere, sosyal ilişkiler gibi üst düzeyde karmaşık etkileşimleri bile otomatik pilota bağlayabiliyoruz. “Günaydın! Nasılsın, iyi misin?” diye konuşmaya başladığınız birisi size hiç beklemediğiniz şekilde, “Berbat bir haldeyim. İşler çok kötü, en sevdiğim insanı kaybettim,” diye yanıt verirse şok olursunuz. Çünkü beklediğiniz cevap bu değildir. Siz aslında, “İyidir kardeşim, sen nasılsın?” gibi otomatik cevaplar vererek iletişime girmeye şartlanmışsınızdır. İşte hayatın yüzde 95’inde tıpkı bu örnekte olduğu gibi otomatik pilotta yaşarız. Bu beynin konfor alanıdır ve bundan vazgeçmeyecektir. “Ben böyle cümle kurmalıyım, şunu söylemeliyim, bu şekilde davranmalıyım” diye düşünerek başlarsanız hiçbir şey konuşamadığınızı fark edersiniz.
Bu otomatik pilot sistemi, ustalaşmamızın temelinde yatan şeydir. Fakat otomatik yaptığımız her işte usta mıyız acaba? Örneğin otomobil kullanmayı ele alalım. Günümüzde hemen herkes otomatik araç kullanabiliyor. Ama herkes usta sürücü mü? Pek değil, nitekim trafiğe baktığımızda bunu görebiliyoruz. Peki beyin ne yapıyor? Hemen devreye girip, “ben bu işte biraz zorlandım ama çerçevesini anladım. Bak, yapıyoruz işte kardeşim! Evelallah arabayla Madagaskar'a bile giderim,” dedirtiyor size. Örneğin trafiğine hiç alışık olmadığımız bir ülkede, Kıbrıs'ta direksiyonun başına oturdunuz. Trafik tersten akıyor, direksiyon sağda. Ne yapacağınızı şaşırdınız ve âdeta iki yaşında çocuğa döndünüz. Oysa aynı durumda böyle davranmayanlar da var. İzmirli bir arkadaşım adaya yerleştikten sadece bir gün sonra sağdan direksiyonlu araca alıştığını, sadece trafiğin tersten aktığını birkaç kez kendisine hatırlatmak durumunda kaldığını söylemişti. İşte burada kişinin ustalığı devreye giriyor. Çünkü İzmirli sürücünün eski becerisi hâlâ çalışıyor. Yeni bir beceri kazanmak ve onu otomatikleştirmek için ise bir meydan okuma yapıyor.
Sözün özü bir konuda ustalık geliştirmek ve bu ustalığınızı daha ileri düzeye taşımak için yeni bir meydan okuma yapmanız gerekiyor. Bunun için de karşınıza sürekli yeni gelişmeler ve meydan okuma alanları çıkarmak zorundasınız. Bunu en iyi bir enstrüman çalmayı öğrenenler bilir. Öğrenmenin sınırı yoktur. Bir parçayı çalmayı öğrendiğinizde otomatik pilot onu hemen arşive kaldırır. Kısa süre içinde bir başka parçaya geçmeyip enstrümanınızı bir kenara bırakırsanız, muhtemelen bir süre sonra onu hayatınızdan çıkarırsınız. Ancak meydan okumalarınız arttıkça ustalığınız da artar. Her meydan okuma, bilincin biraz daha artması anlamına gelir. Peki neden çoğu insan yaptığı işle yetinip kendisine yeni meydan okumalar koymuyor? Üstelik yaptığınız işi çok daha iyi yapmak mümkünken… Yanıtı basit: Daha önce de çokça bahsettiğimiz konfor alanından çıkmak istememesi nedeniyle. Kişi, “burası rahat, burada risk yok” diye düşünüyor. Olaya bilinmezlik kattığınız zaman, hele başarılı olup olunamayacağı muğlak olduğu zaman meydan okuma kişiyi caydırıyor.
İnsanların çoğu, “böyle iyiyiz, çok da dert etme, boş ver!” şeklindeki iş seslerine kulak verdiği için ustalaşamaz. İçinde motivasyon olan insan ise bir süre sonra sıkılmaya başlar. Motivasyon, insanın kaldığı yerde durmasını engelleyen, onu sürekli ittiren, özellikle bir engel ile karşılaşıldığında onu aşmasını telkin eden güçtür. Örneğin gitar çalan bir insanı daha iyi olması için teşvik eder. Motivasyon öyle bir şeydir ki bugün hayran olduğumuz yetenekli insanların büyük bölümü doğuştan yetenekli olmaktan ziyade, kafalarına koyduklarını sürekli kovalamalarıyla ilgili bir süreç izleyerek başarıya ulaşmıştır.
İnsan, gerçekten istediği her işte ustalaşabiliyor. Tabii bunu kolaylaştıran bazı unsurlar var. Usta - çırak ilişkisi bunlardan biri… Siz isterseniz altı sene tıp fakültesi okuyun, kalın kalın bilim kitaplarını devirin, bir cerrahla beraber ameliyata girmeden bir insana neşter vuramıyorsunuz. Çünkü görerek, yaşayarak elde ettiğiniz deneyim sizi bambaşka bir seviyeye taşır. Sadece kendi denemelerimizle değil, diğer insanların tepkilerini izleme yoluyla da ustalığa ulaşabildiğimiz bir sistemin içerisinde yer alıyoruz. Hem aldığımız ilhamlar hem de onlardan devşirebileceğimiz bilgiler, bize ustalığın kapılarını açıyor.
Bu noktada “ayna nöron” kavramından da bahsetmek istiyorum. Örneğin benim yazılarımı, videolarımı düzenli izleyen birilerinin tepkileri, zamanla bana benzemeye başlayabilir. Bu taklitçi beyin sisteminin bir neticesidir. Yeterince izlediğiniz bir şeyi daha kolay yapabilir duruma gelirsiniz. Buradan yola çıkarsak bir alanda gelişmek istiyorsanız o şeyi iyi yapan insanların yanında gezin. O insanlardan istifade etmeye çalışın. Genellikle usta insanların hiç kimseye ihtiyacı olmadığını düşünürüz. Oysa herkesin yardıma ihtiyacı vardır. Eğer birinden ustalık öğrenecekseniz, ona bir ikramla gidin. Mesela yanına gidin ve yardım teklif edin. Böyle birliktelikler sayesinde iyi cerrahlar, iyi çatı ustaları vb. yetişir. İnsan bu dünyaya ustalaşabilme becerisi sayesinde hâkim organizma olmuş bir canlıdır. Yoksa ne kas gücümüz ne bilgimiz ne entelektüel düzeyimiz ne üçkağıtçılığımız buna asla yetmezdi.