Umutsuzluğu ve efkârı istikamet bilen yazar Jack London

Dünya mı cehennemin cep boyu, cehennem mi dünyanın?
Dünya mı cehennemin cep boyu, cehennem mi dünyanın?

Kaleminin doğurganlığına ispat; elliden fazla öykü ve romanın sahibi olan, birçok tartışmalı düşe ve siyâsî fikre imza atan, proletarya ve üst sınıf savaşının portresini çizip dönemin vakanüvisliğini üstlenen, vahşî hayvanların diktasındaki kutup bölgelerinden Evliya Çelebi’nin gezi yazılarını aratmayan kesitler sunan, muhâbirliği sayesinde görme ve gözlem yeteneğini geliştiren, zamanın yazarlarınca eser hırsızlığı suçlamaları ile sık sık adından söz ettiren, yoksulluktan kurtulmak için tek çarenin beynini satmak olduğuna inanan, Hemingway gibi savaş ve distopya örnekleri yazıp büyük dünya savaşları başlamadan hemen önce yine Hemingway düsturunca hayatını tartışmalı bir intiharla noktalayan ve geçimini yazarlıkla sağlayabilmiş nadir insanlardan biridir Jack London.

Çoğu zaman yüz temel eser ya da kült dünya klasikleri arasında sayılan Beyaz Diş ve altın ararken yaşadıklarından demle kaleme aldığı Vahşetin Çağrısı kitaplarıyla tanınır müellif. İlkel kutup hayatını, insanların hayvan ırkıyla mücâdelesini, av-avcı ilişkisini, Açlık Oyunları’nı ve Körlük’ü ya da Sineklerin Tanrısı’nı aratmayan hayatta kalma çabasını, doğaya karşı açtığımız cephenin değerlerimize mezar oluşunu, çiçeğe durmuş samimi duygularımıza nasıl ayaz vurduğunu anlatır bu kitaplarda.

London. Öyküleri ve romanları diğer dünya klasiklerine nazaran kısa olmasına rağmen bizzat kendi deneyimlerinden ilhamla yazıldığından epeyce inandırıcıdır zira yazarın romanlarını okurken üşüdüğünüzü ya da kelimelerin bir kurt gibi ellerinizi kapıvereceğini hissedebilirsiniz. Soğuk memleketleri konu alan eserleri, Dikey Limit’i ya da kış turizmi amacıyla faydalanılan bir dağın teleferiğinde mahsur kalıp kurtulmak için kurtlarla savaşmak zorunda olan üç genci anlatan 2010 yapımı Frozen filmini hatırlatır ve doğrusu bu da sinirlerinizi sevimsizce gıdıklar.

Yazarın tür olarak otobiyografik sayılabilecek sayfa bakımından hacimlice kitabı ise Martin Eden’dir. Jack London’un siyâsî kimliğini kuşanıp kaleme aldığı bu romanda, işçi sınıfının mağdûriyeti ve kapitalist düzenin kölesi olan insanlar bir aşk hikâyesine fon olarak seçilmiştir. Yazarın sosyalist söylemlerle bezediği bu romanının yanı sıra komünizm hakkındaki fikirleri esas îtibâriyle Demir Ökçe isimli kitabında ortaya çıkar.

Demir Ökçe kara ütopyalar listesinde birinciliği zorlayan ve soluğunuza ısırgan otları yapıştıran bir roman sayılabilir. İşçi sınıfı ve ezilenler tabakasının otokrasiye rağmen verdiği savaşımının matbû hâli olan bu eser kesinlikle inceliklerden îmar edilmemiştir. Jack London’un eserleri arasında dünya görüşü sebebiyle en çok tartışılanı da budur ve yapıt darbe konulu Z filmine dâir bazı kareleri hatırlara getirir. Roman, yazarın işçi sınıfının uğradığı haksızlıkları anlatan kesitler sunmasıyla başlar. Kapitalizmin ve ona âmâde câmianın iki yüzlülükleri ve vurdumduymazlıklarını ayan ederek de devam eder. Kitap tarafsız bir bakış açısıyla yazılmadığından yazar, otokrasiyi katı yürekli bir dille anlatırken işçi sınıfını ve sosyalist düzeni

iyi sıfatlarla anar. Eser boyunca çiftlik sâhiplerinin ve orta derecede kapitallerin yıkılmasına şâhit kılarken sizi, her şeyin tekelleşmesi için acımasız yollar izlendiğinin de altını çizer Jack London. Yeni dünya düzeninde insana dâir hiçbir umudun olmadığını, sermâyenin yanında canlı varlıkların esâmesinin okunmadığını sık sık vurgular. Romandaki sosyalistlerin otokrasi tarafından yok edilmesinin hikâyesi çok kanlı bir süreçtir ve bu süreç demokratik seçimler sonucu aldıkları oylarla meclise girmeyi başaran işçi sınıfının temsilcilerinin hukuksuz ve haksız bir cenderenin içine sıkıştırılmasıyla başlar. Sûikastlara ve usulsüzlüklere meze olur vekiller. İşçi sınıfını destekleyen üst sınıf kişiler tehdit edilir ya da üyesi oldukları klandan sonsuza dek kovulur.

Jack London; romanında, mazlumu işçi, şeytanı da otokrasi ve kapitalizm olarak resmeder. Sermâye düzeninin yamuk, paslı dişlilerine işâret ettikten sonra sosyalistlerin ülkeyi ele geçirmek adına örgütlenmelerinin ve yer altı şehirleri kurmalarının anlatısıyla ilerletir eseri. Ancak yazar, baltalanmayan bazı putlara da hiç değdirmez mürekkebini. Mesela sosyalistlerce ciddi ve kıyıma sebep olacak bir örgüt kurulmaktadır. Örgüt ultra gizli bir yapılanmadır ama her iki tarafın da sinsiliğinden ve paranoyasından sebeple kapitalistlerin ve sosyalistlerin ajanları birbirine karışmıştır.

Sosyalistler devrime hazırlanırken rakibinin karşı önlem alması ve hatta halkı kışkırtarak ayaklanmanın patlak vermesini sağlaması romanın en trajik sahnesine start verir. Üzerine cehâlet sıçramayan taraf kalmamıştır. Sosyalistler yeterince hazırlıklı değillerdir ve devrimin zamanı da gelmemiştir zaten. Kapitalistler, ayaklanmayı erkene alarak gemi elinde tutmaktadır ve kasıtlı bir kaosla işçilerin isyan çıkarmasını sağlayarak kendilerinin halka müdâhale edebileceği bir ortam yaratmıştır. Kötülükler körüklendiğinde kapitalistlerin elindeki güçler proletaryaya, proletarya da onlara saldırmaya çoktan başlamıştır bile. Her iki tarafta da birbirlerinin ajanları, adamları vardır ve kimin kime kurşun sıktığı belli değildir. Ortada Arınma Gecesi filminin dahi alkış tuttuğu bir kıyâmet vardır ve okurken öğürme ihtiyacı hissedersiniz. Nihayetinde paranın sahibi olan taraf kazanmıştır ancak kan kokusu yıllarca geçmeyecek şekilde kaldırımlara, çocukların kundaklarına, pencerelerin allı güllü motifli perdelerine, ilmek ilmek zihinlere sinmiştir çoktan.

Yazar bu cehennemden çıkarımla dünya savaşlarının sebeplerini kapitalizme bağlar ve hatta kapitalin karnını doyurmak için dünya savaşlarına veya iç ayaklanmalara ihtiyaç olduğu savını öne sürer. Yıllarca üniversitelerde okutulan siyasî bilimlerin çetrefilli konularının roman içerisinde nasıl anlaşılır kılındığını görünce okuyucu afili bir şaşkınlık yaşar. Bu şaşkınlık süredururken hikâyede ağırlığı olan kahramanlardan birinin günlüğü olan bu eser, bir cümlenin ortasında anîden bitiverir. Kahramanın başına ne geldiği ise muammâ. İşbu anlatılanlar sayesinde ehil distopya yazarlarına kalem bıraktıran bir eser diyebiliriz Demir Ökçe için.

Daima Amerikan yaşamına muhalif duruşlar sergileyen yazılar yazan Jack London’ın en başarılı öykü kitabı ise Meksikalıdır. İnsanların makineleşmesini, Babil kulesi kadar derde rağmen bir iğne deliğine kaç melek sığacağını konuşmamızın absürtlüğünü, zihniyetlerin yozlaşmasını, sanayinin zulmünü, köleliği ve var olmak sancısını işlediği bu eser, romanlarına göre daha az bilinir. Yazar, sadece duayla çalışan makinelere binip göğe çıkılamayacağını anlatan öyküleri Meksikalılar kitabının cildi altında toplamıştır.

Kendi deyişiyle hiç de gözlerinde kahkahalar parıldayan eserler yaz(a)mayan Jack London’a dâir bir fragman geçtikten ve yazara ait diğer gizemleri omuzlarınıza yığdıktan sonra kendisinin Twain ‘i izlediği ve Steinbeck gibi yazarların yoluna da ışık tuttuğu, onların kalemine oğul verdiğini de söyleyebiliriz. Adâlet kavramını delik deşik eden ve hak kelimesinin hukukla olan anlaşmazlığından ötürü nihilistvarî söylemlerde bulunan yazar ve eserleri ivedilikle incelenmelidir.

Jack London hakkında daha ayrıntılı bilgiye sahip olmak için internete değil de Irving Stone’nin Doludizgin Bir Denizci isimli eserine başvurulabilirsiniz. Zirâ hakkındaki çoğu konu hâlâ ilgiye muhtaçtır.

Tuğba Coşkuner: Eğitimci-Yazar-Editör