Şehirlerin geleceği dikey mimaride mi, yatay mimaride mi?
Mimari düşüncenin şehirle birlikte kök bulmasından yola çıkarak, mimarlığın “şehrin çocuğu” olduğunu söylenebiliriz. Mimarinin şehirle olan bağı önemlidir. Çünkü mimarlık, zamanı aşan şehirlerin lokomotifidir. Tarih boyunca kentleri yönetenler, yaptıkları iş üzerine düşünmeye başladıklarında, mimarların söylediklerinin önemini de kavramaya başlamışlardır. Mimari, şehrin yöneticilerine yol göstermiş; daha iyi bir kent hayatının nasıl olması gerektiği konusunda vizyoner görüşlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Eski ve yeni kent bilincinin karşılaştırılması gereğini beraberinde getiren bu bilgilerden yola çıkarak ateşli bir tartışmaya başlayalım.
Hükümet
Dikey mimari kaçınılmazdır
Dikey mimari, gelişen dünyada bir dönemin trendiydi. Bu eğilim günümüzde de sürüyor. İstanbul, New York, Şangay, Dubai ve Riyad gibi büyükşehirlerin silüetlerini gözünüzde canlandırın! Dünyanın dört bir köşesinde iş insanları için bir cazibe merkezi olan bu metropollerin yatay mimari ile yetinmek gibi bir lüksü olabilir mi? Gözde olan büyüyor. Bu dünyamızın bir gerçeği…
Günümüzde, özellikle büyükşehirlerde yaşam alanları oldukça kısıtlı... Dinamik ticaret hayatı nedeniyle de şehirlerin belli bölgelerine yığılmalar meydana geliyor. Örneğin İstanbul’da milyonlarca insan yaşıyor. Şehrin Maslak, Levent, Taksim gibi kısımları hem iş hayatının hem de sosyal ve kültürel hayatın merkezi olduğu için daha fazla talep görüyor. Bu da dikey mimariye olan talebi arttırıyor.
Dikey mimari, kişi başına düşen metrekareyi düşürdüğü için ısıtmadan soğutmaya, temizlikten mobilyaya dek pek çok alanda tasarruf sağlıyor. Yani dikey mimari, konut inşa etmek için yeterli arazisi ve maddi gücü olmayanlar için bir bakıma kurtarıcı vazifesi görüyor. Malumdur ki 20-30 katlı binalar, rezidanslar, gökdelenler, bir binada çok sayıda insanın yaşaması anlamına geliyor. Bu, artan nüfusun taleplerini karşılamak için pratik bir çözüm demek aslında.
Şu soruyla düşüncelerimizi pekiştirelim dilerseniz. Tarihi bir şehir olan İstanbul’un merkezinde yeni yaşam alanları ve yollar açmak mümkün mü sizce? Her şey bir yana yeni yollar açılamadığı için de yatay mimariye geçmek de olanaksız görünüyor.
Yatay mimariyle inşa edilmiş yapılarda hayatını sürdüren insanların komşuluk ilişkilerinin daha güçlü olduğu iddiası tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Çünkü insan ilişkilerini insanlar kurar, binalar değil. Büyükşehir hayatının getirdiği hızlı hareket etme, insan ilişkilerine yeterince zaman ayıramama gibi sorunların günahı binalara fatura edilmemeli.
Şehrin bir bölümünde dikey mimari kullanılması ihtiyaç gereği ise bu karşılanmalı. Ayrıca gökdelenler, rezidanslar vb. dikey mimari yapıları gerek yüksek kira getirileri gerekse büyük firmaların yönetim ve iş merkezleri olarak kullanılmaları nedeniyle ülkemize çok ciddi miktarda gelir kazandırıyor.
Dikey mimarinin depreme dayanıksız olduğu iddiasına gelince… Tokyo’da 7 ve üzerine şiddette pek çok deprem geçiren yüzlerce gökdelenin hiçbir hasar almadan kullanılmaya devam ettiğinin altını çizebiliriz. Yatay bahçelerden yapay şelalelere, botanik bahçelerinden tropikal havuzlara kadar sayısız seçenek sunan dikey mimarinin doğadan uzak olduğunu savunmak ise günümüz koşullarında anlamsız kalıyor.
Muhalefet
Yatay mimari geleceğimizdir
Yatay mimari, enine gelişen, az katlı konut projelerini ifade ediyor. Dikey mimarinin şehirlerin silüetini bozmasıyla gündeme gelen bu kavram, gün geçtikçe yaygın biçimde tercih ediliyor. Yatay mimari, apartman karmaşası ve kalabalıktan uzak olması sebebiyle oldukça kullanışlı yapılar arasında gösteriliyor. Bir bölgede yatay yapılanmanın olduğu kanısına varılabilmesi için “müstakil ev” olarak adlandırılan konutların geniş alanlarda varlık göstermesi gerekiyor. Bu yapılar, gelenekli yaşam stiline olan uygunluğu sayesinde birçok aile tarafından ilk seçenek olarak görülüyor.
Alan ve maliyet ihtiyacı daha fazla olmasına karşılık sessiz, sakin, düzenli ve doğal yaşam alanları sunan dikey mimari yapılar, son zamanlarda belirgin bir gelişim gösteriyor. Büyük kentlerdeki nüfus artışına bağlı olarak gelişmek zorunda kalan dikey mimarinin aksine yatay mimari, kullanıcılarına özgün alanlar sağlıyor. Yatay mimari, taliplerini doğal yaşam koşullarına yaklaştırıp güncel yaşam sorunlarından uzaklaşmaya ve huzurlu bir ortam içerisinde hayat idame ettirmeye sevk ediyor.
Yatay mimarisi gelişen yerlerin görünümü, şehirlerin estetik açıdan orantısal olarak gelişmesine katkı veriyor. Böylece karmaşık, kaotik bir şehir manzarası yerine düzenli, sade ve yalın bir görünümün elde edilmesi sağlanıyor. Dikey mimari kategorisine giren yapılar, şehrin mutena kesimlerinde müşterisine tasarım odaklı, dekoratif ve detaycı bakış açıları sunarak beğeni topluyor.
Yatay mimari, dikey mimariye kıyasla depreme karşı dayanıklı yapılardan oluşuyor. Öte yandan yatay şekilde inşa edilmiş yapılar, komşuluk ilişkilerinin gelişmesini teşvik ediyor. Bu yapılar sayesinde bireylerin dostluk ve komşuluk ilişkileri kurması sağlanarak, müstakil ev geleneğinin korunması sağlanıyor. Oysa dikey mimari anlayışıyla inşa edilen yapılarda yaşayanlar, yalnızlıklarını daha çok hissediyorlar.
Yatay dizilimle tasarlanan bu yapılar, aynı zamanda çevre dostu ve yeşil alan sağlayıcı mimari yapılar olarak da tanımlanıyor. Yatay mimari yapılarda, genel olarak iki-üç katlı mekânlar yer alıyor. Yine aynı mekânda yüksek katlı binaların inşasına izin verilmiyor.
Yatay mimari, mutlaka bahçeli alanlar içeriyor. Ayrıca yapılar arasında mutlaka, yaşam alanlarını birbirinden ayıran kesitler bulunuyor. Yatay mimari, bu sınırların ve mahremiyetin oluşturulmasındaki en önemli etkenler arasında yer alıyor. Bahçe içerisinde veya teraslardaki baca sistemleri aracılığıyla kullanıcılar için sosyalleşme mekânı olarak barbekü alanları kuruluyor.